Dünyanın En Güzel Gollerini Yiyen Adamı, Rinat Dassaev.
İyi bir kalecinin, takımının kaderini belirlemede nasıl hayati bir rol üstlendiği tartışma götürmez. Burada hemen sorulması gereken, “İyi kaleci kimdir?” sorusu.
Tevellütü yeten bu soruya Lev Yaşin diye cevap verirken, yetmeyenler bu efsanenin büyüklüğüne ve onu anlatan büyüklerine hürmeten tasdik etmekle yetiniyorlar.
Elbette o tarihlerde oynanan futbol ile bugün oynanan futbol arasında büyük farklar var. O dönemin kısıtlı imkânlarıyla ortaya çıkan “pür futbol”, bugün yerini piyasanın “pür rekabet” şartlarına bırakmış durumda. Aradan geçen zaman içinde, değişen futbolla beraber roller de bu değişime ayak uydurmak zorunda kaldı.
Yaşin'den bu yana izlediklerimiz arasında en iyi kaleci kim? Ya da bu kalecinin tanımı ne? Schmeichel, N'kono, Zoff, Maier, Simoviç, Schumacher, Shilton, Rüştü, Higuita, Kahn? Şüphesiz ki bu saydığımız isimlerin hepsi iyi kaleciler, hafızalarda yer etmiş isimler. Fakat herkesin cevabı, kişisel tarih ve tercihlere göre belirleniyor galiba.
Bizim bugün hatırlamak ve hatırlatmak istediğimiz kaleci, bütün bu isimlerden biraz daha öne çıkıyor sanki. Her şeyden önce sakinliği, yeteneği ve spor ahlâkıyla. Belki de bu isim şu günlerde en çok ihtiyaç duyulan ve tam da bu yüzden takdir gören bir “kocaman” duruşun, o günlerde kaleci olarak vücut bulmuş halidir. Bu nev-i şahsına münhasır isim, Rinat Dassaev.
1982, İspanya
Dassaev ile ilk tanışmamız 1982 İspanya Dünya Kupası'nda İlk Grup maçlarında SSCB- Brezilya maçıyla oldu.
1982'nin Brezilya'sı gerçekten müthiş bir takımdı. Kaptan Sokrates eşliğinde Zico, Eder, Falcao, Oscar, Serginho ve arkadaşları göze hoş gelen, tribünlere hitap eden bir “şov” sergiliyorlardı. İlk grup maçlarında Yeni Zellanda ve İskoçya'yı dörder golle uğurlayıp, 14 Haziran akşamı Sevilla'da şova devam etmek üzere SSCB'nin karşısına çıktılar. Fakat o efsane takımın en arızalı bölgesi olan (ki kanımca şampiyonlukları bu yüzden gitti) kale(ci)si Valdir Peres, 34. dakikada Bal'ın “Kalemden uzaklaşsın da nereye giderse gitsin,” diyerek savurduğu topun tıngır mıngır Brezilya ağlarına gitmesini seyredince bütün stad şok olmuştu.
Maçın bundan sonraki kısmı ise, Brezilya'nın on kişilik forvetiyle Dassaev'in mücadelesi diye özetlenebilinir.
İnanılmaz toplar çıkaran, tekmelere uçan bu futbol emekçisindeki o vakur fakat mütevazı duruş, belki de o maçın en güzel görüntüsüydü. Fakat 75'te Sokrates, 88'de ise Eder'in, o yıllarca spor programlarımızın jeneriği olan golleri geldi. Sonuçta Dassaev de bir ademoğluydu ve bazı toplar çıkarılamıyordu.
SSCB bu mağlubiyete rağmen gruptan ikinci takım olarak çıktı ve bir üst tura geçti, Barselona'ya gitmeye hak kazandı. Polonya ve Belçika'yla beraber yer aldığı üçlü grupta averajla Polonya'ya geçildi ve turnuvaya veda etti. Fakat SSCB'nin zayıf, uzun boylu , çelimsiz görünümlü kalecisi çoktan gönlümüzü kazanmıştı.
1986 tam anlamıyla SSCB futbolunun tekrar büyük bir ivme kazandığı yıldı. Lobanovski'nin talebeleri, Dinamo Kiev temelli, inanılmaz hızlı, presli ve değişik bir futbol oynuyordu. Hatta bazı otoritelerce “İşte ilerideki modern futbol,” denilerek örnek gösteriyorlardı.
Ne var ki 1986 Meksika'da, Güney Amerikalı bir şampiyon aranıyordu. Ve en büyük aday kuşkusuz en iyi dönemini geçiren Maradona ve saz arkadaşlarıydı.
SSCB ilk grupta Fransa, Macaristan ve Kanada ile mücadeleye başladı. Macaristan maçında ürkütmeye de başladı: 6-0.
İkinci turdaki rakipleri tatsız tuzsuz bir futbol oynayan Belçika'ydı. Leon şehrindeki Nou Camp Stadı'na çıktıklarında galibiyet için hazırdılar. Fakat hakemi sezememişlerdi (ya da İspanyol yan hakemi). Maçın hakemi İsveçli Erik Fredriksson'du, SSCB maça fırtına gibi girmiş Belanov'un 27. dakikadaki golüyle 1-0 öne geçmişti. İlk yarı böyle bittikten sonra, ikinci yarıda önce Scifo'nun ofsayt golüyle beraberliği yakalayan Belçika, Belanov'la bir gol daha bulan SSCB'ye bu sefer Ceulemans'la yanıt vermiş, böylece normal süre 2-2 bitmiş ve uzatmalara geçilmişti. Uzatmalarda iki ofsayt golü yiyen SSCB'nin gardı iyice düşmüş, son bir gayretle saldırmış, fakat sadece skoru 4-3'e taşıyabilmişti. Bu maçta yedikleri dördüncü golden sonraki halleri unutulur gibi değildi: Bu kadar bariz bir ofsaytın nasıl verilmediğini anlayamayıp birbirlerine baktılar ve yan hakeme gidip itiraz etmek bile akıllarına gelmedi. İspanyol yan hakem de Çeyrek Final'de karşılarına kupanın favorilerinden SSCB'nin değil, Belçika'nın gelmesini daha uygun bulmuş olmalıydı. Fakat karşılarına çıkan tatsız Belçika, İspanyolları da penaltılarla eleyip Dünya dördüncüsü olacaktı.
1986'nın özeti şuydu: SSCB kimsenin akıl sır erdiremediği bir disiplinle inanılmaz bir futbol oynuyordu, ta ki karşısına İsveçli Hakem Fredriksson çıkana kadar. Oysa ki SSCB-Arjantin Yarı finali belki de gerçek şampiyonu ortaya çıkaracaktı. O yılla ilgili en kötü hikâye buydu: “Maradona, SSCB'ye karşı” seyredemediğimiz filmin adıydı.
Aklımızda yine bir spor zarafeti kaldı, neredeyse tamamen haksız bir şekilde yenildikleri maçtan sonra, Belçikalıları tebrik eden ve tribünleri alkışlayarak veda eden Dassaev kaptanlığındaki SSCB Ulusal Takımı.
1988, Almanya
SSCB'nin ve Dassaev'in çıkışı, 1988 Avrupa Şampiyonası'nda da devam etti. Almanya'da düzenlenen şampiyonada bu kadro en iyi günlerini yaşıyordu.
Kendi gruplarında ilk maçlarını şampiyon Hollanda'ya karşı oynadılar. Gullit'li, Koeman'lı, Riijkard'lı, Van Basten'li kadrosuyla ve komşu Almanya'ya akın eden binlerce taraftarıyla Hollanda favorilerden biriydi. Fakat 52. dakikada Rats SSCB'yi öne geçiren golü atıyor ve maç bu golle bitiyordu. Bir sonraki rakip İngiltere'ydi. Frankfurt'taki maçta Adalıları 3-1'le dağıttılar. Son maçları ise İrlanda'ylaydı. ve 1-1'lik beraberlik onları bir üst tura grup birincisi olarak taşıdı.
Yarı Finalde İtalya'nın karşısına çıkıp onları da Litovchenko ve Prottasov'un golleriyle 2-0 devirip Münih Olimpiyat Stadı'ndaki finale gitmeye hak kazanıyorlardı. Öte yandan turnuvanın en büyük favorisi Almanya, Hollanda'ya 2-1 mağlup oluyor ve finalin adı konuyordu: SSCB-Hollanda.
Finalin havası bir başka oluyor tabii, fakat tribünlerin tamamen turuncu olması bir şeyin göstergesiydi sanki. Dengeli bir şekilde süren final mücadelesinde 32. dakikada karambol ortada Gullit'in sert kafasına Dassaev'in yapacağı bir şey yoktu. Ama en azından SSCB'nin baskı altına aldığı Hollanda kalesine gol ya da goller atacağı düşünülüyordu, ta ki Van Basten'in o kalede üç kaleci bile olsa yine de çıkarılamayacak fizik ötesi golü gelene kadar; soldan ortalanan topa sağ direğin dibinde, top dışarı çıkmadan hemen önce sıfırdan öyle bir sağ vole yapıştırdı ki, top dışa doğru falso alıp sol üst doksandan içeri girdiğinde, kimse ne olduğunu daha anlayamamıştı, kendi dahil. Ve böyle bir golü yemek yine Dassaev'e nasip olmuştu.
Daha sonra Belanov'la kaçan penaltı sanki Şampiyonu belli ediyordu, Hollanda.
Sonuç
Döneminin en iyi kalecilerinden biri olan bu hafif çekik gözlü, uzun boylu adamla ilgili birkaç rakam vermek boynumuzun borcu.
Dassaev SSCB Ulusal Takımı'nın en fazla milli forma giyen ikinci oyuncusu, 1979 yılında başlayan 1990'da sonlanan ulusal kariyerinde, tam 97 kez kaleci kazağını sırtına geçirip üç direk arasında yerini almış. Onu geçen tek şahıs yine bir SSCB efsanesi, Oleg Blokhin. 1972-1988 arasında 112 kez milli olmuş. Üçüncü ise Lev Yaşin; 1954-1967 arasında 79 kez. Yine France Football'un her sene verdiği yılın kalecisi ödülünü altı kere kazanan Lev Yaşin'den sonra en çok kazanan iki kaleciden biri. Dassaev bu ödülü 82, 83, 85, 88 yıllarında tam dört kez kazanmış, diğeri de Schmeichel.
Tabii ki futbol sadece istatistik değil, dönemi içinde alternatif bir kaleci modeli çizen Dassaev hem çizgi, hem de pozisyon kaleciliğinin öncülerindendi. Uzun kolları ve bacakları sayesinde hem birebirlerde hem de “Bu top çıkmaz!” durumlarında inanılmaz reflekslerle topları bertaraf ediyordu.
Genelde tercih ettiği renkler olan sarı ve mavi, önünde CCCP yazan kaleci kazakları da artık onun alamet-i farikasıydı. Spartak Moskova'da parlayan bu yıldız, kısa Sevilla macerasının dışında hep Spartak'lıydı.
Deminden beri anlattıklarımıza dönüp bakarsak, dönemi içinde başarılı olan ve nice zor maçı kazanmış bir takımın kalecisiydi o. Fakat bilmem fark ettiniz mi, hatırlatmaya çalıştığımız bütün maçlarda mağlup tarafın kalecisi.
Dünyanın en güzel gollerini yiyen adam o. Belki de o golleri Dassaev yediği için onlar dünyanın en güzel golleri.
İyi bir kalecinin, takımının kaderini belirlemede nasıl hayati bir rol üstlendiği tartışma götürmez. Burada hemen sorulması gereken, “İyi kaleci kimdir?” sorusu.
Tevellütü yeten bu soruya Lev Yaşin diye cevap verirken, yetmeyenler bu efsanenin büyüklüğüne ve onu anlatan büyüklerine hürmeten tasdik etmekle yetiniyorlar.
Elbette o tarihlerde oynanan futbol ile bugün oynanan futbol arasında büyük farklar var. O dönemin kısıtlı imkânlarıyla ortaya çıkan “pür futbol”, bugün yerini piyasanın “pür rekabet” şartlarına bırakmış durumda. Aradan geçen zaman içinde, değişen futbolla beraber roller de bu değişime ayak uydurmak zorunda kaldı.
Yaşin'den bu yana izlediklerimiz arasında en iyi kaleci kim? Ya da bu kalecinin tanımı ne? Schmeichel, N'kono, Zoff, Maier, Simoviç, Schumacher, Shilton, Rüştü, Higuita, Kahn? Şüphesiz ki bu saydığımız isimlerin hepsi iyi kaleciler, hafızalarda yer etmiş isimler. Fakat herkesin cevabı, kişisel tarih ve tercihlere göre belirleniyor galiba.
Bizim bugün hatırlamak ve hatırlatmak istediğimiz kaleci, bütün bu isimlerden biraz daha öne çıkıyor sanki. Her şeyden önce sakinliği, yeteneği ve spor ahlâkıyla. Belki de bu isim şu günlerde en çok ihtiyaç duyulan ve tam da bu yüzden takdir gören bir “kocaman” duruşun, o günlerde kaleci olarak vücut bulmuş halidir. Bu nev-i şahsına münhasır isim, Rinat Dassaev.
1982, İspanya
Dassaev ile ilk tanışmamız 1982 İspanya Dünya Kupası'nda İlk Grup maçlarında SSCB- Brezilya maçıyla oldu.
1982'nin Brezilya'sı gerçekten müthiş bir takımdı. Kaptan Sokrates eşliğinde Zico, Eder, Falcao, Oscar, Serginho ve arkadaşları göze hoş gelen, tribünlere hitap eden bir “şov” sergiliyorlardı. İlk grup maçlarında Yeni Zellanda ve İskoçya'yı dörder golle uğurlayıp, 14 Haziran akşamı Sevilla'da şova devam etmek üzere SSCB'nin karşısına çıktılar. Fakat o efsane takımın en arızalı bölgesi olan (ki kanımca şampiyonlukları bu yüzden gitti) kale(ci)si Valdir Peres, 34. dakikada Bal'ın “Kalemden uzaklaşsın da nereye giderse gitsin,” diyerek savurduğu topun tıngır mıngır Brezilya ağlarına gitmesini seyredince bütün stad şok olmuştu.
Maçın bundan sonraki kısmı ise, Brezilya'nın on kişilik forvetiyle Dassaev'in mücadelesi diye özetlenebilinir.
İnanılmaz toplar çıkaran, tekmelere uçan bu futbol emekçisindeki o vakur fakat mütevazı duruş, belki de o maçın en güzel görüntüsüydü. Fakat 75'te Sokrates, 88'de ise Eder'in, o yıllarca spor programlarımızın jeneriği olan golleri geldi. Sonuçta Dassaev de bir ademoğluydu ve bazı toplar çıkarılamıyordu.
SSCB bu mağlubiyete rağmen gruptan ikinci takım olarak çıktı ve bir üst tura geçti, Barselona'ya gitmeye hak kazandı. Polonya ve Belçika'yla beraber yer aldığı üçlü grupta averajla Polonya'ya geçildi ve turnuvaya veda etti. Fakat SSCB'nin zayıf, uzun boylu , çelimsiz görünümlü kalecisi çoktan gönlümüzü kazanmıştı.
1986 tam anlamıyla SSCB futbolunun tekrar büyük bir ivme kazandığı yıldı. Lobanovski'nin talebeleri, Dinamo Kiev temelli, inanılmaz hızlı, presli ve değişik bir futbol oynuyordu. Hatta bazı otoritelerce “İşte ilerideki modern futbol,” denilerek örnek gösteriyorlardı.
Ne var ki 1986 Meksika'da, Güney Amerikalı bir şampiyon aranıyordu. Ve en büyük aday kuşkusuz en iyi dönemini geçiren Maradona ve saz arkadaşlarıydı.
SSCB ilk grupta Fransa, Macaristan ve Kanada ile mücadeleye başladı. Macaristan maçında ürkütmeye de başladı: 6-0.
İkinci turdaki rakipleri tatsız tuzsuz bir futbol oynayan Belçika'ydı. Leon şehrindeki Nou Camp Stadı'na çıktıklarında galibiyet için hazırdılar. Fakat hakemi sezememişlerdi (ya da İspanyol yan hakemi). Maçın hakemi İsveçli Erik Fredriksson'du, SSCB maça fırtına gibi girmiş Belanov'un 27. dakikadaki golüyle 1-0 öne geçmişti. İlk yarı böyle bittikten sonra, ikinci yarıda önce Scifo'nun ofsayt golüyle beraberliği yakalayan Belçika, Belanov'la bir gol daha bulan SSCB'ye bu sefer Ceulemans'la yanıt vermiş, böylece normal süre 2-2 bitmiş ve uzatmalara geçilmişti. Uzatmalarda iki ofsayt golü yiyen SSCB'nin gardı iyice düşmüş, son bir gayretle saldırmış, fakat sadece skoru 4-3'e taşıyabilmişti. Bu maçta yedikleri dördüncü golden sonraki halleri unutulur gibi değildi: Bu kadar bariz bir ofsaytın nasıl verilmediğini anlayamayıp birbirlerine baktılar ve yan hakeme gidip itiraz etmek bile akıllarına gelmedi. İspanyol yan hakem de Çeyrek Final'de karşılarına kupanın favorilerinden SSCB'nin değil, Belçika'nın gelmesini daha uygun bulmuş olmalıydı. Fakat karşılarına çıkan tatsız Belçika, İspanyolları da penaltılarla eleyip Dünya dördüncüsü olacaktı.
1986'nın özeti şuydu: SSCB kimsenin akıl sır erdiremediği bir disiplinle inanılmaz bir futbol oynuyordu, ta ki karşısına İsveçli Hakem Fredriksson çıkana kadar. Oysa ki SSCB-Arjantin Yarı finali belki de gerçek şampiyonu ortaya çıkaracaktı. O yılla ilgili en kötü hikâye buydu: “Maradona, SSCB'ye karşı” seyredemediğimiz filmin adıydı.
Aklımızda yine bir spor zarafeti kaldı, neredeyse tamamen haksız bir şekilde yenildikleri maçtan sonra, Belçikalıları tebrik eden ve tribünleri alkışlayarak veda eden Dassaev kaptanlığındaki SSCB Ulusal Takımı.
1988, Almanya
SSCB'nin ve Dassaev'in çıkışı, 1988 Avrupa Şampiyonası'nda da devam etti. Almanya'da düzenlenen şampiyonada bu kadro en iyi günlerini yaşıyordu.
Kendi gruplarında ilk maçlarını şampiyon Hollanda'ya karşı oynadılar. Gullit'li, Koeman'lı, Riijkard'lı, Van Basten'li kadrosuyla ve komşu Almanya'ya akın eden binlerce taraftarıyla Hollanda favorilerden biriydi. Fakat 52. dakikada Rats SSCB'yi öne geçiren golü atıyor ve maç bu golle bitiyordu. Bir sonraki rakip İngiltere'ydi. Frankfurt'taki maçta Adalıları 3-1'le dağıttılar. Son maçları ise İrlanda'ylaydı. ve 1-1'lik beraberlik onları bir üst tura grup birincisi olarak taşıdı.
Yarı Finalde İtalya'nın karşısına çıkıp onları da Litovchenko ve Prottasov'un golleriyle 2-0 devirip Münih Olimpiyat Stadı'ndaki finale gitmeye hak kazanıyorlardı. Öte yandan turnuvanın en büyük favorisi Almanya, Hollanda'ya 2-1 mağlup oluyor ve finalin adı konuyordu: SSCB-Hollanda.
Finalin havası bir başka oluyor tabii, fakat tribünlerin tamamen turuncu olması bir şeyin göstergesiydi sanki. Dengeli bir şekilde süren final mücadelesinde 32. dakikada karambol ortada Gullit'in sert kafasına Dassaev'in yapacağı bir şey yoktu. Ama en azından SSCB'nin baskı altına aldığı Hollanda kalesine gol ya da goller atacağı düşünülüyordu, ta ki Van Basten'in o kalede üç kaleci bile olsa yine de çıkarılamayacak fizik ötesi golü gelene kadar; soldan ortalanan topa sağ direğin dibinde, top dışarı çıkmadan hemen önce sıfırdan öyle bir sağ vole yapıştırdı ki, top dışa doğru falso alıp sol üst doksandan içeri girdiğinde, kimse ne olduğunu daha anlayamamıştı, kendi dahil. Ve böyle bir golü yemek yine Dassaev'e nasip olmuştu.
Daha sonra Belanov'la kaçan penaltı sanki Şampiyonu belli ediyordu, Hollanda.
Sonuç
Döneminin en iyi kalecilerinden biri olan bu hafif çekik gözlü, uzun boylu adamla ilgili birkaç rakam vermek boynumuzun borcu.
Dassaev SSCB Ulusal Takımı'nın en fazla milli forma giyen ikinci oyuncusu, 1979 yılında başlayan 1990'da sonlanan ulusal kariyerinde, tam 97 kez kaleci kazağını sırtına geçirip üç direk arasında yerini almış. Onu geçen tek şahıs yine bir SSCB efsanesi, Oleg Blokhin. 1972-1988 arasında 112 kez milli olmuş. Üçüncü ise Lev Yaşin; 1954-1967 arasında 79 kez. Yine France Football'un her sene verdiği yılın kalecisi ödülünü altı kere kazanan Lev Yaşin'den sonra en çok kazanan iki kaleciden biri. Dassaev bu ödülü 82, 83, 85, 88 yıllarında tam dört kez kazanmış, diğeri de Schmeichel.
Tabii ki futbol sadece istatistik değil, dönemi içinde alternatif bir kaleci modeli çizen Dassaev hem çizgi, hem de pozisyon kaleciliğinin öncülerindendi. Uzun kolları ve bacakları sayesinde hem birebirlerde hem de “Bu top çıkmaz!” durumlarında inanılmaz reflekslerle topları bertaraf ediyordu.
Genelde tercih ettiği renkler olan sarı ve mavi, önünde CCCP yazan kaleci kazakları da artık onun alamet-i farikasıydı. Spartak Moskova'da parlayan bu yıldız, kısa Sevilla macerasının dışında hep Spartak'lıydı.
Deminden beri anlattıklarımıza dönüp bakarsak, dönemi içinde başarılı olan ve nice zor maçı kazanmış bir takımın kalecisiydi o. Fakat bilmem fark ettiniz mi, hatırlatmaya çalıştığımız bütün maçlarda mağlup tarafın kalecisi.
Dünyanın en güzel gollerini yiyen adam o. Belki de o golleri Dassaev yediği için onlar dünyanın en güzel golleri.