Ruh Sağlığınız İçin Affedin
Size bir görev verildiğini düşünün. Zincirle elleri bağlanmış bir adam var. Zincirin ucu sizin elinizde. Ve siz bu adamı zapt etmekle sorumlusunuz. Zincirin ucunu bırakamazsınız. Yemek yerken ve yatarken bile teyakkuz halinde olmalısınız. Ne kadar zor değil mi? Zincir hem onu hem de bizi bağlıyor aslında. Zincirin ucunu bıraktığımızda serbest bıraktığımız sadece o adam değil aynı zamanda kendimiz de oluruz. Çünkü en az onun kadar biz de o zincirin esiri olmuşuzdur. Belki de zincir ondan daha fazla bizi esir etmektedir.
Affetmemek bu örneğe benzer. Affetmediğimiz kişiyi zihnimize hapsederiz. Zihnimiz devamlı o kişi ile meşgul olur. O kişinin yaptığı hata zihnimizin içinde dolaşıp durur. Düşüncelerimiz o kişiye ve onun yaptığı hataya tutsak olur. Affetmek zihnimin ve düşünce dünyamızın kapısını açmak ve hata işleyeni serbest bırakmaktır. Zincirin ucunu bırakmaktır. Bunu yaptığımız anda üzerimizden büyük bir yük kalkacaktır. Bu konuda yazılmış çok güzel bir öykü vardır:
Bir zamanlar affetmenin değerini oğluna anlatmak isteyen bir baba oğluna bir görev verir. Der ki: sana karşı her kim bir hata işlerse bir patates alacaksın üzerine hata işleyenin adını yazıp şu çuvalın içine atacaksın. Ve bu çuvalı yanında taşıyacaksın. İnsanlar hata işledikçe çuvalın içine patates atacaksın. Çocuk bir haftaya boş çuvalla başlar. Zamanla arkadaşlarının hataları olmaya başlar ve çocuk her bir hata için çuvala patates koyar. Çuval hafta sonuna doğru o kadar ağırlaşır ki artık çocuk çuvalı taşıyamaz olur. Babasına çuvalı taşıyamadığını söyler. Babası çuvalın içindeki patateslere bakmasını ve affettiği hataları çuvaldan çıkarmasını söyler. Çocuk başta hiçbir hatayı affetmek istemez. Ancak zamanla çuvalı taşıyamaz olur. Ve içlerinden bazı hataları affeder. Sonunda bir karar alır ve tüm hataları affeder. Böylece müthiş bir hafiflik yaşar.
Evet her affedilmeyen hata ruhumuza esir eder ve ona yük olur. Öyleyse muhatabımız için olmasa bile kendimiz için de alsa gelin affedelim.
Size bir görev verildiğini düşünün. Zincirle elleri bağlanmış bir adam var. Zincirin ucu sizin elinizde. Ve siz bu adamı zapt etmekle sorumlusunuz. Zincirin ucunu bırakamazsınız. Yemek yerken ve yatarken bile teyakkuz halinde olmalısınız. Ne kadar zor değil mi? Zincir hem onu hem de bizi bağlıyor aslında. Zincirin ucunu bıraktığımızda serbest bıraktığımız sadece o adam değil aynı zamanda kendimiz de oluruz. Çünkü en az onun kadar biz de o zincirin esiri olmuşuzdur. Belki de zincir ondan daha fazla bizi esir etmektedir.
Affetmemek bu örneğe benzer. Affetmediğimiz kişiyi zihnimize hapsederiz. Zihnimiz devamlı o kişi ile meşgul olur. O kişinin yaptığı hata zihnimizin içinde dolaşıp durur. Düşüncelerimiz o kişiye ve onun yaptığı hataya tutsak olur. Affetmek zihnimin ve düşünce dünyamızın kapısını açmak ve hata işleyeni serbest bırakmaktır. Zincirin ucunu bırakmaktır. Bunu yaptığımız anda üzerimizden büyük bir yük kalkacaktır. Bu konuda yazılmış çok güzel bir öykü vardır:
Bir zamanlar affetmenin değerini oğluna anlatmak isteyen bir baba oğluna bir görev verir. Der ki: sana karşı her kim bir hata işlerse bir patates alacaksın üzerine hata işleyenin adını yazıp şu çuvalın içine atacaksın. Ve bu çuvalı yanında taşıyacaksın. İnsanlar hata işledikçe çuvalın içine patates atacaksın. Çocuk bir haftaya boş çuvalla başlar. Zamanla arkadaşlarının hataları olmaya başlar ve çocuk her bir hata için çuvala patates koyar. Çuval hafta sonuna doğru o kadar ağırlaşır ki artık çocuk çuvalı taşıyamaz olur. Babasına çuvalı taşıyamadığını söyler. Babası çuvalın içindeki patateslere bakmasını ve affettiği hataları çuvaldan çıkarmasını söyler. Çocuk başta hiçbir hatayı affetmek istemez. Ancak zamanla çuvalı taşıyamaz olur. Ve içlerinden bazı hataları affeder. Sonunda bir karar alır ve tüm hataları affeder. Böylece müthiş bir hafiflik yaşar.
Evet her affedilmeyen hata ruhumuza esir eder ve ona yük olur. Öyleyse muhatabımız için olmasa bile kendimiz için de alsa gelin affedelim.