zeberus1234
Yeni Üye
"Şefaatim ümmetimden (ehl-i kebâire) büyük günah işleyenleredir" hadis-i şerifini nasıl anlamalıyız? Büyük günahlar nelerdir? "Ehl-i kebâir" denilen zümreye kimler dahildir?
Şefaat; lügat itibarıyla, bir insanın affedilmesi için aracı olmak, bir kimseden, üçüncü bir şahsa iyilik yapmasını istemek ve bir ihtiyaç sahibinin işinin görülmesi için onun önüne düşüp yetkili makama çıkarak istirhamda bulunmaktır Istılah açısından ise, Peygamberler, sıddîklar, şehidler, ilmiyle amel eden ihlaslı âlimler ve kâmil mü'minler gibi Allah nezdinde bir değere ve yakınlığa erişmiş Hak dostlarının, âhiret gününde bir kısım günahkâr mü'minlerin bağışlanmaları ve bazı salih kulların da daha yüksek mertebelere ulaşmaları için Mevlâ-yı Müteâl'e yalvarmaları ve böylece Cenâb-ı Hakk'ın izniyle onların ebedî saadetlerine vesile olmaları demektir
Şefaat-ı Uzmâ Sahibi
Ötede, enbiyâ, evliyâ, asfiyâ ve şühedâ -derecelerine göre- Cenâb-ı Hakk'ın onlara bahşettiği seviyede şefaat edeceklerdir Ancak, bu mevzuda da zirveyi yine İnsanlığın İftihar Tablosu (aleyhi ekmelüttehaya) tutacaktır Zira, her nebî kendisine bahşedilen bir defaya mahsus ama sınırsız talep hakkını dünyada kullanırken, fetanet-i âzam sahibi Hazreti Sâdık u Masdûk onu âhirete saklamıştır O gün herkes kendi başının çâresine bakmakla meşgûl olurken, Rasûl-ü Ekrem Efendimiz, "Ümmetî, ümmetî!" diye inleyecek ve kendisiyle azıcık da olsa münasebeti bulunan herkesin kurtuluşunu dileyecektir
Mahşerin ve hesabın dayanılmaz dehşeti ve şiddetli sıkıntıları içerisinde, yardım talep edilebilecek bir merci arayan insanların mürâcaatları üzerine Müşfik Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem), beşerin muhâkeme ve hesaplarının bir an evvel görülmesi için Allah Teâlâ'ya yalvaracak; "şefaat-ı uzmâ"nın ve "Makam-ı Mahmûd"un sahibi ünvanıyla, imandan nasiplenebilmiş hemen herkesin imdadına koşacaktır Allah Rasûlü, insanların perişan ve derbeder oldukları ama kendilerini kurtaracak bir vesile bulamadıkları bir anda bütün insanlığı kucaklayan şefkatiyle ortaya çıkacak ve "en büyük şefaat" ma'nâsına gelen "şefaat-ı uzmâ"sıyla pek çoklarının ellerinden tutacaktır
İşte, ahiretin, mahşerin ve şefaatin söz konusu edildiği bir mecliste, Habîb-i Ekrem Efendimiz, hem şefkatinin enginliğini ve şefaatinin genişliğini ifade etme, hem de günahkârların ümitsizliğe düşmelerine meydan vermeme ve onları tevbeye yönlendirme sadedinde "Şefaatî liehli'l-kebâiri min ümmetî – Benim şefaatim ümmetimden büyük günah işleyenleredir" buyurmuştur
Evet, mütemadî olarak büyük günah işlememekle beraber, bir gaflet anında kebâirden birine ya da birkaçına düşmüş ama hemen doğrulup Allah'a teveccüh etmiş ve masiyetin nedametini hep içinde duymuş kimseler de ötede şefaate nâil olacaklardır Şayet, kendi sâlih amelleri ve Hak dostlarının yardım adına uzanan elleri böylelerinin kurtuluşlarına kâfi gelmezse, Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz "şefaat-ı kübrâ"sıyla onların imdadına yetişecektir; elverir ki, günahlardan dolayı kalbleri bütün bütün mühürlenmiş ve öteye imansız gitmiş olmasınlar!
En Büyük Günahlar
Mezkur hadiste geçen "kebâir" kelimesi büyük günahlar demektir, onun müfredi (tekili) ise "kebîre"dir; dolayısıyla, ehl-i kebâir, büyük günah işlemiş kimseler manasına gelmektedir Azim bir cinayet olduğu Kitap, Sünnet veya icma ile vurgulanan, hakkında hadd cezası takdir edilen ve onu yapanın ahirette de cezalandırılacağı bildirilen cürümlere "büyük günah" denilmektedir
Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz, değişik vesilelerle büyük günahlara dikkat çekmiş; muhataplarının hususi hallerine göre, bazen üç, bazen beş, bazen de yedi kebâiri sıralayarak, bunlara karşı ümmet-i Muhammed'i ikaz buyurmuştur Rehber-i Ekmel Efendimiz, bir kısım günahlar için "ekberü'l-kebâir" ifadesini kullanmış, onların "büyük günahların en büyüğü" olduğunu belirtmiştir Bir defasında, "Büyük günahların en büyüğünü size bildireyim mi?" dedikten sonra; "Allah'a ortak koşmak, ana-babaya âsî olmak" diyerek ancak ilk ikisini sayabilmiş; bu cürümlerin çirkinlikleri karşısındaki teessüründen dolayı ayakta duramayacak hale gelip oturmuş ve sözlerine şöyle devam etmiştir: "Elâ ve kavluzzûr! Elâ ve şehadetüzzûr!" Allah Rasûlü, "Bakın sizi uyarıyorum, dikkat edin, aklınızı başınıza alın, toparlanın ve kendinize gelin; o helak edici günahlardan biri de yalan yere şehadettir; aman yalan şehadette bulunmayın!" mealindeki bu sözü o kadar tekrar etmiştir ki, O'nun ızdırabını gören Ashâb-ı Kirâm, "Keşke sükût etse!" demekten kendilerini alamamışlardır
Fahr-i Kâinat Efendimiz'in (aleyhi ekmelüttehaya) değişik zaman ve zeminlerde büyük günahları üç, beş, yedi gibi sayılarla sınırlandırışından dolayıdır ki, selef-i sâlihîn, kebâirin adedi mevzuunda farklı görüşler serdetmişlerdir Âlimlerin ekseriyeti, hadislerde sayılan maddelerin hasr (sınırlama) ifade etmediğini söylemiş; "büyük günah" tarifinden hareketle, dinin esas kaynaklarında hakkında kınama ve cezalandırma ikazı vâki olan günahların tamamını bu kategoride değerlendirmişlerdir Mesela, İmam Zehebî, yetmiş altı tane kebireden bahsetmiştir Allah'a şirk koşmak, ana-babaya isyan etmek, haksız yere adam öldürmek, iffetli insanlara iftira atmak, fuhuş yapmak, mücahede günü cepheden kaçmak, sihirle meşgul olmak, yetimin malını yemek, kumar oynamak, sarhoş eden ve uyuşturan maddeler kullanmak, yalan yere şehadette bulunmak ve dine zarar verecek bid'atlara taraftar olmak gibi cürümler belli başlı büyük günahlardan bazılarıdır
Ehl-i Sünnet itikadına göre; mutlak şirk haricinde büyük günah işleyen kimseler dinden çıkmış olmazlar ve Cehennem'de ebediyyen kalmazlar Büyük günahlarından tevbe etmeden ölseler bile, iman ile ahirete gitmeleri halinde, Allah Teâlâ dilerse fazl-ı keremiyle onları da yarlığar, dilerse de adâletiyle muvakkat Cehennem azabına atar
Önemsiz Görüldükçe Büyüyen Günahlar
Kur'ân-ı Kerim'de, "Onlar, ufak tefek kusurları dışında, günahların büyüklerinden ve fuhşiyattan kaçınırlar" (Necm, 53/32) mealindeki ayet-i kerime gibi küçük-büyük günah ayırımına, "kebîre" ile "lemem" farkına işaret eden beyanlar mevcuttur Lemem; kebîrenin alanı veya tarifi dışında kalan, ısrarlı ve devamlı olmadan yapılan küçük günahlardır; hakkında mutlak bir cezâ (hadd) bulunmayan ve işleyenin Cehennem ateşi ile tehdit edilmesine sebep olmayan seyyielerdir Ne var ki, bu türlü masiyetler hakkında mutlak bir cezanın ya da Cehennem ateşi gibi tehdit edici bazı unsurların olmaması insanı aldatmamalıdır Çünkü, küçük görüp önemsememek, işleye işleye alışarak bütünüyle gaflete dalmak ve masiyette ısrarlı olmak gibi sebeplerle en küçük isyan çukurları bile öldürücü uçurumlara dönüşebilir
"Veyl", hem "yazıklar olsun" manasına gelmektedir, hem de Cehennem'in en derin deresinin ismidirEzcümle; bir insanı hafife alma ve kaş göz işaretleri yaparak onunla alay etme zâhiren küçük bir günah sayılır Şayet, insan bir yanlışlıkla böyle bir hataya düşer ama hemen kabahatini anlayıp istiğfar ederse, bu masiyet "lemem" olarak kalır; fakat, günahta ısrar eder ve onu bir huy haline getirirse, artık o seyyie bir kebire halini alır Nitekim, Kur'an-ı Kerim'de "Veyl olsun her hümeze ve lümeze'ye!" (Hümeze, 104/1) denmekte; insanları arkadan çekiştiren, küçük düşüren, kaş göz hareketleriyle onlarla eğlenen kimseler kınanmaktadır Dolayısıyla, mü'minleri ayıplayan ve el, kaş, göz işaretleriyle onları alaya alan kimselerin, bu günahta ısrar edip etmemelerine ve tevbe kurnasında arınıp arınmamalarına göre, "yazıklar olsun" itabından Cehennem azabına kadar uzanan bir çizgide muhtelif cezalara çarptırılmaları söz konusudur
"Lâ sagîrate mea'l-ısrar, velâ kebîrate mea'l-istiğfar - Üzerinde ısrar edildiği takdirde hiçbir günah küçük sayılamayacağı gibi, istiğfar ile başı ezilen bir günah da asla kebîre olarak kalamazBu itibarla, masiyetin küçüklüğüne büyüklüğüne bakarak değil, kendisine karşı gelinen Zât'ın azamet ve kibriyâsına nazaran günahlardan sakınmak lazımdır" fehvasınca, esas büyük günahlar, üzerinde ısrar edilen küçük isyanlardır Çünkü insan, bir günahın küfre götürücü ve öldürücü olduğunu bilirse, bir anlık gafletle o cürmü işlese bile, aklı başına gelir gelmez hemen tevbe kurnalarına koşar, gözyaşları içinde istiğfar eder ve masiyet kirlerinden temizlenir Fakat, "lemem" addettiği günahları önemsemezse, "bir tane, bir tane daha ve son defa" derken, adeta kapana kısılır ve bir daha da masiyetten yakasını kurtaramaz
Evet, ısrar sebebiyle küçük günahlar büyük olur, tevbe edildiğinde ise, büyük günahlar küçülür ve affedilir İnsan, en büyük bir cürmü işlemiş olsa da, hemen kendisini seccadesine atar, nedametle kıvranır, pişmanlık gözyaşları döker, gönülden istiğfar ederse ve hele yetmiş sene sonra aklına geldiğinde bile onu bir dakika evvel işlemiş gibi içinde ızdırabını duyarsa, hakiki tevbe etmiş demektir Aksine, önemsemediğinden dolayı unuttuğu küçük günahlar teraküm edip büyüdüğü ve tevbe görmeden öteye intikal ettiği için ahirette insanın helaketine sebebiyet verebilir Bu açıdan, günahın en küçüğünün dahi büyük sayılması ve hep hatırlanması, sevabın ise en büyüğünün dahi çok küçük addedilmesi ve hemen unutulması esastır
Bir Sürpriz İnâyet
İnşaallah, hatalarını lemem sınırında tutabilenlerin tevbeleri, ibadetleri ve sâlih amelleri onlara şefaatçi olacaktır Cenâb-ı Hakk'ın şerefine, haysiyetine, ululuğuna ve azametine dokunacak haltlar karıştırmamış kimseler, yer yer sürçmüş olsalar da, eğer hemen toparlanıp "Rabbim, Sana döndüm!" diyerek bir kere daha Mevlâ-yı Müteâl'e yönelirlerse, bu tevbeleri sayesinde kurtulacaklardır Tevbe onların necâtı için bir vesile sayılacaktır Evet, ufak tefek kusurları dışında, günahların büyüklerinden ve fuhşiyattan kaçınanlar için istiğfarın kendisi bir şefaatçidir, tevbe başlı başına bir şefaatçidir ve yine dua bambaşka bir şefaatçidir
Bu söz üzerine, öbürü de arkadaşını tanır ve nezd-i ilahide onun için şefaatte bulunurDaha dünyadayken, kebâir kirlerinden arınanlar, belki de çok küçük bir iyilikleri sebebiyle bağışlanacaklardır Nitekim, sadedinde olduğumuz hadis-i şerifin zikredildiği yerlerde şöyle bir ilave mevcuttur: Bir adamın Cehennem'e atılması için emir verilir Adamcağız tam ateşe doğru giderken, bir kuraklık anında su ikram etmiş olduğu birini görür, onu tanır ve "Benim için şefaat etmeyecek misin?" der Kendisinden yardım talep edilen insan "Sen de kimsin?" diye sorunca, muhatabı "Falan falan gün sana su içirmemiş miydim?" cevabını verir Böylece, Cehenneme sürüklenmekte olan adam geri çevrilir ve Cennet'e gönderilir
Binâenaleyh, yapılan her ibadet ve her iyilik bir şefaatçidir; namaz bir şefaatçidir, oruç bir şefaatçidir, hac bir şefaatçidir Büyük günahlarla ötelere gitmeyenlere bu hayr ü hasenâttan biri ya da birkaçı şefaat edecektir Az bir sadaka şefaatçidir, güzel bir söz şefaatçidir, yoldaki bir eziyeti bertaraf etmek şefaatçidir ve bir hayvana merhamet göstermek şefaatçidir Cenâb-ı Hak, kimilerini de bunlardan birisi vasıtasıyla bağışlayacaktır Ahirette bazılarına İlahî Beyan, bazılarına hizmet-i Kur'an ve bazılarına da ezan şefaatçi olacaktır Kimi anne-babalar hamele-i Kur'an olan çocukları sayesinde, kimileri büluğa ermeden vefat etmiş göznurları vasıtasıyla ve hatta kimileri de düşük bebekleri vesilesiyle felaha ereceklerdir
Ayrıca, Allah Teâlâ, bir kısım kullarına da şefaat etme hakkı tanımıştır; insan, bu hakkı küfür ve dalâletle çürütmezse, Mevlâ-yı Müteâl, rahmetinin tecellisi olarak verdiği o lütf u ihsanı geri almayacaktır Bu itibarla da, enbiyâ, evliyâ, asfiyâ ve şühedâdan çok geniş bir zümre kendilerine alâka duyan, muhabbet besleyen ve vefa gösteren mü'minlere şefaat edeceklerdir İmanlı ölmekle beraber, büyük günahların ağırlıklarını sırtından atamamış kimseler, şayet zikredilen şefaatçilerden hiçbirinin eteklerinden tutamazlarsa, işte o zaman da Şefaat-ı Uzmâ'nın ve Makam-ı Mahmud'un sahibi Müşfik Nebî, Allah'ın izniyle "Şimdi sıra bende!" diyecek; imanın, Mevlâ'ya muhabbetin ve kendisiyle irtibatın hürmetine ehl-i kebâire el uzatacaktır
Şefaat; lügat itibarıyla, bir insanın affedilmesi için aracı olmak, bir kimseden, üçüncü bir şahsa iyilik yapmasını istemek ve bir ihtiyaç sahibinin işinin görülmesi için onun önüne düşüp yetkili makama çıkarak istirhamda bulunmaktır Istılah açısından ise, Peygamberler, sıddîklar, şehidler, ilmiyle amel eden ihlaslı âlimler ve kâmil mü'minler gibi Allah nezdinde bir değere ve yakınlığa erişmiş Hak dostlarının, âhiret gününde bir kısım günahkâr mü'minlerin bağışlanmaları ve bazı salih kulların da daha yüksek mertebelere ulaşmaları için Mevlâ-yı Müteâl'e yalvarmaları ve böylece Cenâb-ı Hakk'ın izniyle onların ebedî saadetlerine vesile olmaları demektir
Şefaat-ı Uzmâ Sahibi
Ötede, enbiyâ, evliyâ, asfiyâ ve şühedâ -derecelerine göre- Cenâb-ı Hakk'ın onlara bahşettiği seviyede şefaat edeceklerdir Ancak, bu mevzuda da zirveyi yine İnsanlığın İftihar Tablosu (aleyhi ekmelüttehaya) tutacaktır Zira, her nebî kendisine bahşedilen bir defaya mahsus ama sınırsız talep hakkını dünyada kullanırken, fetanet-i âzam sahibi Hazreti Sâdık u Masdûk onu âhirete saklamıştır O gün herkes kendi başının çâresine bakmakla meşgûl olurken, Rasûl-ü Ekrem Efendimiz, "Ümmetî, ümmetî!" diye inleyecek ve kendisiyle azıcık da olsa münasebeti bulunan herkesin kurtuluşunu dileyecektir
Mahşerin ve hesabın dayanılmaz dehşeti ve şiddetli sıkıntıları içerisinde, yardım talep edilebilecek bir merci arayan insanların mürâcaatları üzerine Müşfik Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem), beşerin muhâkeme ve hesaplarının bir an evvel görülmesi için Allah Teâlâ'ya yalvaracak; "şefaat-ı uzmâ"nın ve "Makam-ı Mahmûd"un sahibi ünvanıyla, imandan nasiplenebilmiş hemen herkesin imdadına koşacaktır Allah Rasûlü, insanların perişan ve derbeder oldukları ama kendilerini kurtaracak bir vesile bulamadıkları bir anda bütün insanlığı kucaklayan şefkatiyle ortaya çıkacak ve "en büyük şefaat" ma'nâsına gelen "şefaat-ı uzmâ"sıyla pek çoklarının ellerinden tutacaktır
İşte, ahiretin, mahşerin ve şefaatin söz konusu edildiği bir mecliste, Habîb-i Ekrem Efendimiz, hem şefkatinin enginliğini ve şefaatinin genişliğini ifade etme, hem de günahkârların ümitsizliğe düşmelerine meydan vermeme ve onları tevbeye yönlendirme sadedinde "Şefaatî liehli'l-kebâiri min ümmetî – Benim şefaatim ümmetimden büyük günah işleyenleredir" buyurmuştur
Evet, mütemadî olarak büyük günah işlememekle beraber, bir gaflet anında kebâirden birine ya da birkaçına düşmüş ama hemen doğrulup Allah'a teveccüh etmiş ve masiyetin nedametini hep içinde duymuş kimseler de ötede şefaate nâil olacaklardır Şayet, kendi sâlih amelleri ve Hak dostlarının yardım adına uzanan elleri böylelerinin kurtuluşlarına kâfi gelmezse, Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz "şefaat-ı kübrâ"sıyla onların imdadına yetişecektir; elverir ki, günahlardan dolayı kalbleri bütün bütün mühürlenmiş ve öteye imansız gitmiş olmasınlar!
En Büyük Günahlar
Mezkur hadiste geçen "kebâir" kelimesi büyük günahlar demektir, onun müfredi (tekili) ise "kebîre"dir; dolayısıyla, ehl-i kebâir, büyük günah işlemiş kimseler manasına gelmektedir Azim bir cinayet olduğu Kitap, Sünnet veya icma ile vurgulanan, hakkında hadd cezası takdir edilen ve onu yapanın ahirette de cezalandırılacağı bildirilen cürümlere "büyük günah" denilmektedir
Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz, değişik vesilelerle büyük günahlara dikkat çekmiş; muhataplarının hususi hallerine göre, bazen üç, bazen beş, bazen de yedi kebâiri sıralayarak, bunlara karşı ümmet-i Muhammed'i ikaz buyurmuştur Rehber-i Ekmel Efendimiz, bir kısım günahlar için "ekberü'l-kebâir" ifadesini kullanmış, onların "büyük günahların en büyüğü" olduğunu belirtmiştir Bir defasında, "Büyük günahların en büyüğünü size bildireyim mi?" dedikten sonra; "Allah'a ortak koşmak, ana-babaya âsî olmak" diyerek ancak ilk ikisini sayabilmiş; bu cürümlerin çirkinlikleri karşısındaki teessüründen dolayı ayakta duramayacak hale gelip oturmuş ve sözlerine şöyle devam etmiştir: "Elâ ve kavluzzûr! Elâ ve şehadetüzzûr!" Allah Rasûlü, "Bakın sizi uyarıyorum, dikkat edin, aklınızı başınıza alın, toparlanın ve kendinize gelin; o helak edici günahlardan biri de yalan yere şehadettir; aman yalan şehadette bulunmayın!" mealindeki bu sözü o kadar tekrar etmiştir ki, O'nun ızdırabını gören Ashâb-ı Kirâm, "Keşke sükût etse!" demekten kendilerini alamamışlardır
Fahr-i Kâinat Efendimiz'in (aleyhi ekmelüttehaya) değişik zaman ve zeminlerde büyük günahları üç, beş, yedi gibi sayılarla sınırlandırışından dolayıdır ki, selef-i sâlihîn, kebâirin adedi mevzuunda farklı görüşler serdetmişlerdir Âlimlerin ekseriyeti, hadislerde sayılan maddelerin hasr (sınırlama) ifade etmediğini söylemiş; "büyük günah" tarifinden hareketle, dinin esas kaynaklarında hakkında kınama ve cezalandırma ikazı vâki olan günahların tamamını bu kategoride değerlendirmişlerdir Mesela, İmam Zehebî, yetmiş altı tane kebireden bahsetmiştir Allah'a şirk koşmak, ana-babaya isyan etmek, haksız yere adam öldürmek, iffetli insanlara iftira atmak, fuhuş yapmak, mücahede günü cepheden kaçmak, sihirle meşgul olmak, yetimin malını yemek, kumar oynamak, sarhoş eden ve uyuşturan maddeler kullanmak, yalan yere şehadette bulunmak ve dine zarar verecek bid'atlara taraftar olmak gibi cürümler belli başlı büyük günahlardan bazılarıdır
Ehl-i Sünnet itikadına göre; mutlak şirk haricinde büyük günah işleyen kimseler dinden çıkmış olmazlar ve Cehennem'de ebediyyen kalmazlar Büyük günahlarından tevbe etmeden ölseler bile, iman ile ahirete gitmeleri halinde, Allah Teâlâ dilerse fazl-ı keremiyle onları da yarlığar, dilerse de adâletiyle muvakkat Cehennem azabına atar
Önemsiz Görüldükçe Büyüyen Günahlar
Kur'ân-ı Kerim'de, "Onlar, ufak tefek kusurları dışında, günahların büyüklerinden ve fuhşiyattan kaçınırlar" (Necm, 53/32) mealindeki ayet-i kerime gibi küçük-büyük günah ayırımına, "kebîre" ile "lemem" farkına işaret eden beyanlar mevcuttur Lemem; kebîrenin alanı veya tarifi dışında kalan, ısrarlı ve devamlı olmadan yapılan küçük günahlardır; hakkında mutlak bir cezâ (hadd) bulunmayan ve işleyenin Cehennem ateşi ile tehdit edilmesine sebep olmayan seyyielerdir Ne var ki, bu türlü masiyetler hakkında mutlak bir cezanın ya da Cehennem ateşi gibi tehdit edici bazı unsurların olmaması insanı aldatmamalıdır Çünkü, küçük görüp önemsememek, işleye işleye alışarak bütünüyle gaflete dalmak ve masiyette ısrarlı olmak gibi sebeplerle en küçük isyan çukurları bile öldürücü uçurumlara dönüşebilir
"Veyl", hem "yazıklar olsun" manasına gelmektedir, hem de Cehennem'in en derin deresinin ismidirEzcümle; bir insanı hafife alma ve kaş göz işaretleri yaparak onunla alay etme zâhiren küçük bir günah sayılır Şayet, insan bir yanlışlıkla böyle bir hataya düşer ama hemen kabahatini anlayıp istiğfar ederse, bu masiyet "lemem" olarak kalır; fakat, günahta ısrar eder ve onu bir huy haline getirirse, artık o seyyie bir kebire halini alır Nitekim, Kur'an-ı Kerim'de "Veyl olsun her hümeze ve lümeze'ye!" (Hümeze, 104/1) denmekte; insanları arkadan çekiştiren, küçük düşüren, kaş göz hareketleriyle onlarla eğlenen kimseler kınanmaktadır Dolayısıyla, mü'minleri ayıplayan ve el, kaş, göz işaretleriyle onları alaya alan kimselerin, bu günahta ısrar edip etmemelerine ve tevbe kurnasında arınıp arınmamalarına göre, "yazıklar olsun" itabından Cehennem azabına kadar uzanan bir çizgide muhtelif cezalara çarptırılmaları söz konusudur
"Lâ sagîrate mea'l-ısrar, velâ kebîrate mea'l-istiğfar - Üzerinde ısrar edildiği takdirde hiçbir günah küçük sayılamayacağı gibi, istiğfar ile başı ezilen bir günah da asla kebîre olarak kalamazBu itibarla, masiyetin küçüklüğüne büyüklüğüne bakarak değil, kendisine karşı gelinen Zât'ın azamet ve kibriyâsına nazaran günahlardan sakınmak lazımdır" fehvasınca, esas büyük günahlar, üzerinde ısrar edilen küçük isyanlardır Çünkü insan, bir günahın küfre götürücü ve öldürücü olduğunu bilirse, bir anlık gafletle o cürmü işlese bile, aklı başına gelir gelmez hemen tevbe kurnalarına koşar, gözyaşları içinde istiğfar eder ve masiyet kirlerinden temizlenir Fakat, "lemem" addettiği günahları önemsemezse, "bir tane, bir tane daha ve son defa" derken, adeta kapana kısılır ve bir daha da masiyetten yakasını kurtaramaz
Evet, ısrar sebebiyle küçük günahlar büyük olur, tevbe edildiğinde ise, büyük günahlar küçülür ve affedilir İnsan, en büyük bir cürmü işlemiş olsa da, hemen kendisini seccadesine atar, nedametle kıvranır, pişmanlık gözyaşları döker, gönülden istiğfar ederse ve hele yetmiş sene sonra aklına geldiğinde bile onu bir dakika evvel işlemiş gibi içinde ızdırabını duyarsa, hakiki tevbe etmiş demektir Aksine, önemsemediğinden dolayı unuttuğu küçük günahlar teraküm edip büyüdüğü ve tevbe görmeden öteye intikal ettiği için ahirette insanın helaketine sebebiyet verebilir Bu açıdan, günahın en küçüğünün dahi büyük sayılması ve hep hatırlanması, sevabın ise en büyüğünün dahi çok küçük addedilmesi ve hemen unutulması esastır
Bir Sürpriz İnâyet
İnşaallah, hatalarını lemem sınırında tutabilenlerin tevbeleri, ibadetleri ve sâlih amelleri onlara şefaatçi olacaktır Cenâb-ı Hakk'ın şerefine, haysiyetine, ululuğuna ve azametine dokunacak haltlar karıştırmamış kimseler, yer yer sürçmüş olsalar da, eğer hemen toparlanıp "Rabbim, Sana döndüm!" diyerek bir kere daha Mevlâ-yı Müteâl'e yönelirlerse, bu tevbeleri sayesinde kurtulacaklardır Tevbe onların necâtı için bir vesile sayılacaktır Evet, ufak tefek kusurları dışında, günahların büyüklerinden ve fuhşiyattan kaçınanlar için istiğfarın kendisi bir şefaatçidir, tevbe başlı başına bir şefaatçidir ve yine dua bambaşka bir şefaatçidir
Bu söz üzerine, öbürü de arkadaşını tanır ve nezd-i ilahide onun için şefaatte bulunurDaha dünyadayken, kebâir kirlerinden arınanlar, belki de çok küçük bir iyilikleri sebebiyle bağışlanacaklardır Nitekim, sadedinde olduğumuz hadis-i şerifin zikredildiği yerlerde şöyle bir ilave mevcuttur: Bir adamın Cehennem'e atılması için emir verilir Adamcağız tam ateşe doğru giderken, bir kuraklık anında su ikram etmiş olduğu birini görür, onu tanır ve "Benim için şefaat etmeyecek misin?" der Kendisinden yardım talep edilen insan "Sen de kimsin?" diye sorunca, muhatabı "Falan falan gün sana su içirmemiş miydim?" cevabını verir Böylece, Cehenneme sürüklenmekte olan adam geri çevrilir ve Cennet'e gönderilir
Binâenaleyh, yapılan her ibadet ve her iyilik bir şefaatçidir; namaz bir şefaatçidir, oruç bir şefaatçidir, hac bir şefaatçidir Büyük günahlarla ötelere gitmeyenlere bu hayr ü hasenâttan biri ya da birkaçı şefaat edecektir Az bir sadaka şefaatçidir, güzel bir söz şefaatçidir, yoldaki bir eziyeti bertaraf etmek şefaatçidir ve bir hayvana merhamet göstermek şefaatçidir Cenâb-ı Hak, kimilerini de bunlardan birisi vasıtasıyla bağışlayacaktır Ahirette bazılarına İlahî Beyan, bazılarına hizmet-i Kur'an ve bazılarına da ezan şefaatçi olacaktır Kimi anne-babalar hamele-i Kur'an olan çocukları sayesinde, kimileri büluğa ermeden vefat etmiş göznurları vasıtasıyla ve hatta kimileri de düşük bebekleri vesilesiyle felaha ereceklerdir
Ayrıca, Allah Teâlâ, bir kısım kullarına da şefaat etme hakkı tanımıştır; insan, bu hakkı küfür ve dalâletle çürütmezse, Mevlâ-yı Müteâl, rahmetinin tecellisi olarak verdiği o lütf u ihsanı geri almayacaktır Bu itibarla da, enbiyâ, evliyâ, asfiyâ ve şühedâdan çok geniş bir zümre kendilerine alâka duyan, muhabbet besleyen ve vefa gösteren mü'minlere şefaat edeceklerdir İmanlı ölmekle beraber, büyük günahların ağırlıklarını sırtından atamamış kimseler, şayet zikredilen şefaatçilerden hiçbirinin eteklerinden tutamazlarsa, işte o zaman da Şefaat-ı Uzmâ'nın ve Makam-ı Mahmud'un sahibi Müşfik Nebî, Allah'ın izniyle "Şimdi sıra bende!" diyecek; imanın, Mevlâ'ya muhabbetin ve kendisiyle irtibatın hürmetine ehl-i kebâire el uzatacaktır