Servet-i Fünun Edebiyatının Genel Özellikleri Hakkında
Servet-i Fünun Edebiyatının Genel Özellikleri
Servet-i Fünun, 1891 yılında Ahmet İhsan tarafından çıkarılmaya başlanmış, 1896 yılında da derginin başına Tevfik Fikret getirilmiştir.
Servet-i Fünun dergisi, bu dergi etrafında toplanan edebiyatçıların, savundukları edebî görüşlerini açıklamada, savundukları görüşler doğrultusunda kaleme aldıkları eserlerini yayınlamada bir araç görevi yüklenmiş, hatta bu dönem edebiyatçılarına bir edebî topluluk olarak adını vermiştir.
Tanzimat Dönemi Edebiyatı bir yenilik getirdiği için “Edebiyat-ı Cedide” alarak adlandırılmış, daha sonra Servet-i Fünuncular için önceleri bir alay olarak kullanılmış daha sonra ise isim olarak yerleşmiştir. Yeniliğin üstüne yenilik yapmaya çalıştıkları için Servet-i Fünunculara da Edebiyat-ı Cedideciler denilmiştir.
Muallim Naci, Tanzimat sonrası Türk edebiyatında ılımlıların başında bulunmaktadır. Eskiyi savunanlarla ılımlılar geleneksel yaşama tarzını sürdürürken, yeniyi savunanlar Batılı yaşama biçimin uymak istemişlerdir.
Servet-i Fünun veya Edebiyat-ı Cedîde hareketi, Türk edebiyatının 1860′tan sonra başlayan batılılaşma hareketinin bir uzantısıdır. Tanzimat edebiyatının modernleşme çabalarını yürütmüşlerdir. 1896′dan 1901 ‘e kadar süren dönemi kapsar. Türk edebiyatının bu kesitine Servet-i Fünun devri denilmesi, bu edebî hareketin Servet-i Fünun dergisinde hayat bulmasıyla ilgilidir. Servet-i Fünun edebiyatına “Edebiyat-ı Cedîde” denilmesinin nedeni, Avrupai Türk edebiyatını temsil etmesinden dolayıdır. Bu ifade, Tanzimat devrinde Tanzimat’ın birinci ve ikinci nesilleri için kullanılmıştır. Daha sonra Servet-i Fünunculara “Yeni Edebiyatı Cedîdeciler” denilmiştir. 1930′dan sonraki edebiyat tarihlerinde “Servet-i Fünun” deyiminin kullanıldığı ve edebiyatımıza bu şekliyle mal olduğunu belirtelim.
Cenap Sahabettin, Servet-i Fünun Edebiyatı’nı Tanzimat Edebiyatı’nın bir devamı olarak görür ve bu edebiyata “Evsât Edebiyatı” adını verir. Servet-i Fünuncular’ın Nâmık Kemâl, Abdülhak Hâmit ve Samipaşazâde Sezâî’yi örnek aldıklarını belirtir. Servet-i Fünun Edebiyatı’nın kendinden önceki devrin doğal bir sonucu olduğunu vurgular. Kendi neslinin edebiyatı ile öncekiler arasındaki münâsebeti, baba ile oğul arasındaki ilişkiye benzetir. Servet-i Fünunculann Batı’yı özüyle değil, dış şekliyle taklid ettiğini söyler. Böylece Tanzimat ile Batı arasında yetişmiş olmalarından ötürü, bu döneme Evsât Edebiyatı denilmesini teklif eder.
Servet-i Fünun edebiyatı, Batı’yı tanıyan ve bilen bir edebiyattır. 1890′dan sonra Stendhal (Stendal), Flaubert (Flober), Balzac (Balzak), Goncourt (Gonkur)lar ve Bourget (Burje) gibi romancıları okudular ve etkilendiler. Edebiyatı, batılı anlamda algılamış ve bu modern anlayışı edebiyatımıza yerleştirmeye çalışmışlardır. Batı’nın bütün edebî türlerini, tekniğine uygun biçimde edebiyatımıza mal etmeyi başarmışlardır. Küçük hikâye, mensur şiir (mensure), roman ve tenkit gibi edebî türler, Servet-i Fünun edebiyatının kurduğu ve kullandığı türlerdir.
Servet-i Fünun edebiyatı, kendisinden sonraki dönemlerde de etkili olmuştur. Millî edebiyat, edebî zevkini bu dönemden almış, mahallî ve millî unsurlarla süsleyerek, ilkelerine uygun biçimde bir edebiyat dünyasına koşmuştur.
Servet-i Fünun edebiyatı, değişik türlerde eserler vermiş özellikle batılı anlamda şiir, hikâye, roman ve tenkit türlerinde yoğunlaşma göstermiştir. Servet-i Fünun edebiyatının başlıca kaynağı Fransız edebiyatıdır. Bu edebiyata Tevfik Fikret-Halit Ziya Mektebi de denilmiştir.
Şiir türünde görülen başlıca isimler şunlardır:
Tevfik Fikret (1867-1915),
Cenap Şahabettin (Raik Vecdî takma adıyla, 1870-1934),
Hüseyin Siret (Özsever, Ömer Senih takma adıyla, 1872-1959),
Hüseyin Suat (Yalçın, 1867-1942),
Ali Ekrem (Bolayır, 1867-1937, Ayın Nâdir takma adıyla. Nâmık Kemâl’in oğlu), Ahmet Reşit (Rey, H.Nazım takma adıyla, 1870-1955),
Mehmet Sami (Süleyman Nesib takma adıyla, 1866-1917),
Süleyman Nazif (İbrahim Cehdî takma adıyla, 1869-1927. Diyarbakırlı Sait Paşa’nın oğlu),
Faik Âli (Ozansoy, 1876-1950, Süleyman Nazifin kardeşi. Zahir takma adıyla), Celâl Sahir (Erozan, 1883-1935, Yemen Valisi ve kumandanı İsmail Hakkı Paşa’nın oğlu).
Servet-i Fünuncular, nesirle şiir söylemeyi denediler. Duygu yoğunluğunu ve heyecanlarını mensur şiir halinde ifade ettiler. Bertrand(Bertran), Baudelaire (Bodler), Mallarme (Malarme)ve Rimbeaud (Rembo) gibi şairlerin izinde yürüdüler. Mensur şiiri onlardan aldılar. Bu türü önce Halit Ziya sonra Mehmet Rauf denedi.
Hikâye ve romanda başarılı isim Halit Ziya’dır. Onu Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit, Ahmet Hikmet ve Safvetî Ziya izler. Küçük hikâye örnekleri bu dönemde görülür. Klâsik vaka hikâyelerinin temsilcisi Halit Ziya’dır.
Servet-i Fünuncular, ülkenin içinde bulunduğu durumdan dolayı, tiyatro türünde beklenen ölçüde eser veremediler. Tiyatro ile ancak 1908′den sonra uğraşma imkânı bulabildiler. Hüseyin Suat Yalçın, Mehmet Rauf, Cenap Sahabettin, Halit Ziya, Faik Ali Ozansoy, Ali Ekrem Bolayır ve Safvetî Ziya’mn tiyatro denemeleri vardır. Bunlar teknik bakımdan başarılı eserlerdir. Günlük konuşma diline yaklaşma çabası gösterirler. Tiyatro dili, bu dönemde normal bir çizgi takip eder. Konuları aile çevresinde geçer. Evlenme, boşanma, kadının medenî hakları gibi temaları işler.
Tiyatroda dikkat çeken isim Hüseyin Suat’tır. Yazdığı ve uyarladığı yirmi kadar piyesi vardır. Manzum piyesler de yazan yazar, komedi ve dram türünde eserler vermiştir.
Hüseyin Suat’tan sonra tiyatroyla ilgilenen Mehmet Rauf olmuştur. Aşk, evlenme şekilleri, evlilikte ihanet ve bağlılık temalarını işlediği oyunlar, edebiyatımıza fazla birşey kazandırmamakla beraber, anılmaya değer eserlerdir.
Cenap Sahabettin de Yalan (1911) ve Körebe (1917) piyesleriyle teknik bakımdan yeterli görülmemektedir.
Adını, bir dergiden alan bu dönem edebiyatı, dergi ve gazete alanında da başarılıdır.
Bu dönemde çıkan dergiler şunlardır: Mektep (1895), Mütâlâa (1896), Musavver Ma’lûmât (1895-1903), Hazîne-i Fünun (1882-1897), Resimli Gazete (1881-1899), Musavver Fen ve Edeb (1899) ve tefrika (1898).
Dönemin gazetelerinden edebiyat, sanat ve düşünce yazılarına önem verenleri: Tercüman-ı Hakikat (1886-1908), Sabah (1886-1917), Tarîk (1886-1899), İkdâm (1894-1901), Terakki (1897-1898) vb…dir.
Abdülhamid’in sıkı yıllan, basın hayatına canlılık kazandırmaz. Buna rağmen, başarılı oldukları gözlenmektedir. Bu dönemde yazılan makaleler, genellikle Batı edebiyatını tanıtıcı niteliktedir. Edebî çalışmalarını yalnız edebî tenkit konusunda yoğunlaştıran tek yazar, Ahmet Şuayb (Şuayib)’dir. Tenkitte; kendilerine yöneltilen eleştirileri cevaplandırmak, kendi edebiyat anlayışlarını tanıtmak ve yorumlamak, Batı edebiyatı hakkında değerlendirmeler yapmak ve edebî akımları gündeme getirmek gibi konular görülmektedir. Tevfik Fikret, Cenap Sahabettin, Mehmet Rauf, Ali Ekrem, Hüseyin Cahit gibi sanatçıların yazılarında: estetik, edebiyat, edebî zevk, edebiyatta tenkit, edebiyat ve şiir, şiirde konu, vezin, kafiye, nazım şekilleri, hikâye, roman, edebiyat devreleri, eski-yeni edebiyat gibi konular, tenkidin özünü oluşturmaktadır.
1895 yılında Malûmat dergisinde Hasan Âsaf’ın “Burhan-ı Kudret” adlı şiirinin yayınlanması üzerine, kafiye konusunda ileri ölçülere varan bir tartışma başladı.
“Zerre-i nurundan iken muktebes
Mihr ü mâha etmek işaret abes”
beyiti, anlam ve kafiye bakımından eleştirilere uğradı. “Muktebes” ve “abes” kelimelerinin kafiye oluşturamayacağı yolunda tartışmalar başladı. Kafiyeyi göz için kabul edenlere göre, sondaki “sin” ve “peltek se”nin kafiye oluşturması mümkün değildir. Kafiyeyi kulak için kabul eden anlayışa göre, bu iki kelime kafiye teşkil edebilirdi. Böylece tartışmaların boyutları genişledi. Yankıları büyük oldu. Dönemin ilk akla gelen tartışma örneği niteliğini kazandı.
Tenkit alanında, Hüseyin Cahit Yalçın’ın “Kavgalarım” adlı eseri de anılmaya değer niteliktedir. Ahmet Şuayb, Servet-i Fünun dergisinde “Son Yazılar” başlıklı yazıcında, Servet-i Fünun edebiyatının ferdî duygulan ve özellikle aşk konusunu işlemesinden memnun olmadığını belirtir (7 Haziran 1900, s. 482). Deneme ve tenkitleriyle gücünü hissettirir. (Dönemin tenkit anlayışı hakkında geniş bilgi için, Dr. Bilge ERCİLASUN’un “Servet-i Fünun’da Edebî Tenkit”, Ank., 1981,400 s; adlı eserine bakınız).
Servet-i Fünun dergisinde “Musâhabe-i Edebiyye”leriyle ilgi toplayan ve sohbet türüne canlılık kazandıran Tevfik Fikret olur. (Fikret’in bu tür yazılarını, Doç. Dr. İsmail PARLATIR; Tevfik Fikret -Dil ve Edebiyat Yazılarında bir araya getirdi; Ank.,S7,283s).
Bu devrede, seyahat edebiyatının en güzel örneği Cenap Sahabettin’in “Hac Yolunda” adlı eseridir (1896′da tefrika olunan eser, 1909′da basıldı).
Edebiyat tarihi alanında çalışmalar durmuş gibidir. Süleyman Nazif’in Nâmık Kemâl (1912), Mehmet Akif (1924), îki Dost (Ziya Paşa-Namık Kemal, 1926) monografileriyle Ali Ekrem’in Nâmık Kemâl (1930) ve Lisânımız (1937) adlı incelemeleri dönemin uzantıları olarak görülen eserlerdir.
Servet-i Fünun edebiyatının, yukarıda dokunduğumuz türlerde eserler verirken, yüksek zümreye, aydın kesime hitap ettiğini hemen belirtelim. Bu dönem sanatçılarının ortak yanı, Abdülhamit düşmanlığında birleşmeleridir. Karamsar hayat görüşü, hepsinin belirgin yanıdır. Eserlerinde işledikleri temalar, realiteden kaçış, hayat-hakikat tezatı, karamsarlık, tabiat ve kadındır. Onların eserlerinde tabiat, resimden gelme bir tabiat olarak karsımıza çıkmaktadır. Bu tabiat yaşanılan tabiat değil, görülen seyredilen bir tabiattır. Konuların dar bir perspektif içinde ele alınmış olması, onların sanat ve edebiyat güçlerini gölgede bırakmış değildir. Şiirde, tenkitte ve romanda teknik sağlamlığıyla başarılı eserler vermişlerdir.
Servet-i Fünun Edebiyatının Genel Özellikleri
Servet-i Fünun, 1891 yılında Ahmet İhsan tarafından çıkarılmaya başlanmış, 1896 yılında da derginin başına Tevfik Fikret getirilmiştir.
Servet-i Fünun dergisi, bu dergi etrafında toplanan edebiyatçıların, savundukları edebî görüşlerini açıklamada, savundukları görüşler doğrultusunda kaleme aldıkları eserlerini yayınlamada bir araç görevi yüklenmiş, hatta bu dönem edebiyatçılarına bir edebî topluluk olarak adını vermiştir.
Tanzimat Dönemi Edebiyatı bir yenilik getirdiği için “Edebiyat-ı Cedide” alarak adlandırılmış, daha sonra Servet-i Fünuncular için önceleri bir alay olarak kullanılmış daha sonra ise isim olarak yerleşmiştir. Yeniliğin üstüne yenilik yapmaya çalıştıkları için Servet-i Fünunculara da Edebiyat-ı Cedideciler denilmiştir.
Muallim Naci, Tanzimat sonrası Türk edebiyatında ılımlıların başında bulunmaktadır. Eskiyi savunanlarla ılımlılar geleneksel yaşama tarzını sürdürürken, yeniyi savunanlar Batılı yaşama biçimin uymak istemişlerdir.
Servet-i Fünun veya Edebiyat-ı Cedîde hareketi, Türk edebiyatının 1860′tan sonra başlayan batılılaşma hareketinin bir uzantısıdır. Tanzimat edebiyatının modernleşme çabalarını yürütmüşlerdir. 1896′dan 1901 ‘e kadar süren dönemi kapsar. Türk edebiyatının bu kesitine Servet-i Fünun devri denilmesi, bu edebî hareketin Servet-i Fünun dergisinde hayat bulmasıyla ilgilidir. Servet-i Fünun edebiyatına “Edebiyat-ı Cedîde” denilmesinin nedeni, Avrupai Türk edebiyatını temsil etmesinden dolayıdır. Bu ifade, Tanzimat devrinde Tanzimat’ın birinci ve ikinci nesilleri için kullanılmıştır. Daha sonra Servet-i Fünunculara “Yeni Edebiyatı Cedîdeciler” denilmiştir. 1930′dan sonraki edebiyat tarihlerinde “Servet-i Fünun” deyiminin kullanıldığı ve edebiyatımıza bu şekliyle mal olduğunu belirtelim.
Cenap Sahabettin, Servet-i Fünun Edebiyatı’nı Tanzimat Edebiyatı’nın bir devamı olarak görür ve bu edebiyata “Evsât Edebiyatı” adını verir. Servet-i Fünuncular’ın Nâmık Kemâl, Abdülhak Hâmit ve Samipaşazâde Sezâî’yi örnek aldıklarını belirtir. Servet-i Fünun Edebiyatı’nın kendinden önceki devrin doğal bir sonucu olduğunu vurgular. Kendi neslinin edebiyatı ile öncekiler arasındaki münâsebeti, baba ile oğul arasındaki ilişkiye benzetir. Servet-i Fünunculann Batı’yı özüyle değil, dış şekliyle taklid ettiğini söyler. Böylece Tanzimat ile Batı arasında yetişmiş olmalarından ötürü, bu döneme Evsât Edebiyatı denilmesini teklif eder.
Servet-i Fünun edebiyatı, Batı’yı tanıyan ve bilen bir edebiyattır. 1890′dan sonra Stendhal (Stendal), Flaubert (Flober), Balzac (Balzak), Goncourt (Gonkur)lar ve Bourget (Burje) gibi romancıları okudular ve etkilendiler. Edebiyatı, batılı anlamda algılamış ve bu modern anlayışı edebiyatımıza yerleştirmeye çalışmışlardır. Batı’nın bütün edebî türlerini, tekniğine uygun biçimde edebiyatımıza mal etmeyi başarmışlardır. Küçük hikâye, mensur şiir (mensure), roman ve tenkit gibi edebî türler, Servet-i Fünun edebiyatının kurduğu ve kullandığı türlerdir.
Servet-i Fünun edebiyatı, kendisinden sonraki dönemlerde de etkili olmuştur. Millî edebiyat, edebî zevkini bu dönemden almış, mahallî ve millî unsurlarla süsleyerek, ilkelerine uygun biçimde bir edebiyat dünyasına koşmuştur.
Servet-i Fünun edebiyatı, değişik türlerde eserler vermiş özellikle batılı anlamda şiir, hikâye, roman ve tenkit türlerinde yoğunlaşma göstermiştir. Servet-i Fünun edebiyatının başlıca kaynağı Fransız edebiyatıdır. Bu edebiyata Tevfik Fikret-Halit Ziya Mektebi de denilmiştir.
Şiir türünde görülen başlıca isimler şunlardır:
Tevfik Fikret (1867-1915),
Cenap Şahabettin (Raik Vecdî takma adıyla, 1870-1934),
Hüseyin Siret (Özsever, Ömer Senih takma adıyla, 1872-1959),
Hüseyin Suat (Yalçın, 1867-1942),
Ali Ekrem (Bolayır, 1867-1937, Ayın Nâdir takma adıyla. Nâmık Kemâl’in oğlu), Ahmet Reşit (Rey, H.Nazım takma adıyla, 1870-1955),
Mehmet Sami (Süleyman Nesib takma adıyla, 1866-1917),
Süleyman Nazif (İbrahim Cehdî takma adıyla, 1869-1927. Diyarbakırlı Sait Paşa’nın oğlu),
Faik Âli (Ozansoy, 1876-1950, Süleyman Nazifin kardeşi. Zahir takma adıyla), Celâl Sahir (Erozan, 1883-1935, Yemen Valisi ve kumandanı İsmail Hakkı Paşa’nın oğlu).
Servet-i Fünuncular, nesirle şiir söylemeyi denediler. Duygu yoğunluğunu ve heyecanlarını mensur şiir halinde ifade ettiler. Bertrand(Bertran), Baudelaire (Bodler), Mallarme (Malarme)ve Rimbeaud (Rembo) gibi şairlerin izinde yürüdüler. Mensur şiiri onlardan aldılar. Bu türü önce Halit Ziya sonra Mehmet Rauf denedi.
Hikâye ve romanda başarılı isim Halit Ziya’dır. Onu Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit, Ahmet Hikmet ve Safvetî Ziya izler. Küçük hikâye örnekleri bu dönemde görülür. Klâsik vaka hikâyelerinin temsilcisi Halit Ziya’dır.
Servet-i Fünuncular, ülkenin içinde bulunduğu durumdan dolayı, tiyatro türünde beklenen ölçüde eser veremediler. Tiyatro ile ancak 1908′den sonra uğraşma imkânı bulabildiler. Hüseyin Suat Yalçın, Mehmet Rauf, Cenap Sahabettin, Halit Ziya, Faik Ali Ozansoy, Ali Ekrem Bolayır ve Safvetî Ziya’mn tiyatro denemeleri vardır. Bunlar teknik bakımdan başarılı eserlerdir. Günlük konuşma diline yaklaşma çabası gösterirler. Tiyatro dili, bu dönemde normal bir çizgi takip eder. Konuları aile çevresinde geçer. Evlenme, boşanma, kadının medenî hakları gibi temaları işler.
Tiyatroda dikkat çeken isim Hüseyin Suat’tır. Yazdığı ve uyarladığı yirmi kadar piyesi vardır. Manzum piyesler de yazan yazar, komedi ve dram türünde eserler vermiştir.
Hüseyin Suat’tan sonra tiyatroyla ilgilenen Mehmet Rauf olmuştur. Aşk, evlenme şekilleri, evlilikte ihanet ve bağlılık temalarını işlediği oyunlar, edebiyatımıza fazla birşey kazandırmamakla beraber, anılmaya değer eserlerdir.
Cenap Sahabettin de Yalan (1911) ve Körebe (1917) piyesleriyle teknik bakımdan yeterli görülmemektedir.
Adını, bir dergiden alan bu dönem edebiyatı, dergi ve gazete alanında da başarılıdır.
Bu dönemde çıkan dergiler şunlardır: Mektep (1895), Mütâlâa (1896), Musavver Ma’lûmât (1895-1903), Hazîne-i Fünun (1882-1897), Resimli Gazete (1881-1899), Musavver Fen ve Edeb (1899) ve tefrika (1898).
Dönemin gazetelerinden edebiyat, sanat ve düşünce yazılarına önem verenleri: Tercüman-ı Hakikat (1886-1908), Sabah (1886-1917), Tarîk (1886-1899), İkdâm (1894-1901), Terakki (1897-1898) vb…dir.
Abdülhamid’in sıkı yıllan, basın hayatına canlılık kazandırmaz. Buna rağmen, başarılı oldukları gözlenmektedir. Bu dönemde yazılan makaleler, genellikle Batı edebiyatını tanıtıcı niteliktedir. Edebî çalışmalarını yalnız edebî tenkit konusunda yoğunlaştıran tek yazar, Ahmet Şuayb (Şuayib)’dir. Tenkitte; kendilerine yöneltilen eleştirileri cevaplandırmak, kendi edebiyat anlayışlarını tanıtmak ve yorumlamak, Batı edebiyatı hakkında değerlendirmeler yapmak ve edebî akımları gündeme getirmek gibi konular görülmektedir. Tevfik Fikret, Cenap Sahabettin, Mehmet Rauf, Ali Ekrem, Hüseyin Cahit gibi sanatçıların yazılarında: estetik, edebiyat, edebî zevk, edebiyatta tenkit, edebiyat ve şiir, şiirde konu, vezin, kafiye, nazım şekilleri, hikâye, roman, edebiyat devreleri, eski-yeni edebiyat gibi konular, tenkidin özünü oluşturmaktadır.
1895 yılında Malûmat dergisinde Hasan Âsaf’ın “Burhan-ı Kudret” adlı şiirinin yayınlanması üzerine, kafiye konusunda ileri ölçülere varan bir tartışma başladı.
“Zerre-i nurundan iken muktebes
Mihr ü mâha etmek işaret abes”
beyiti, anlam ve kafiye bakımından eleştirilere uğradı. “Muktebes” ve “abes” kelimelerinin kafiye oluşturamayacağı yolunda tartışmalar başladı. Kafiyeyi göz için kabul edenlere göre, sondaki “sin” ve “peltek se”nin kafiye oluşturması mümkün değildir. Kafiyeyi kulak için kabul eden anlayışa göre, bu iki kelime kafiye teşkil edebilirdi. Böylece tartışmaların boyutları genişledi. Yankıları büyük oldu. Dönemin ilk akla gelen tartışma örneği niteliğini kazandı.
Tenkit alanında, Hüseyin Cahit Yalçın’ın “Kavgalarım” adlı eseri de anılmaya değer niteliktedir. Ahmet Şuayb, Servet-i Fünun dergisinde “Son Yazılar” başlıklı yazıcında, Servet-i Fünun edebiyatının ferdî duygulan ve özellikle aşk konusunu işlemesinden memnun olmadığını belirtir (7 Haziran 1900, s. 482). Deneme ve tenkitleriyle gücünü hissettirir. (Dönemin tenkit anlayışı hakkında geniş bilgi için, Dr. Bilge ERCİLASUN’un “Servet-i Fünun’da Edebî Tenkit”, Ank., 1981,400 s; adlı eserine bakınız).
Servet-i Fünun dergisinde “Musâhabe-i Edebiyye”leriyle ilgi toplayan ve sohbet türüne canlılık kazandıran Tevfik Fikret olur. (Fikret’in bu tür yazılarını, Doç. Dr. İsmail PARLATIR; Tevfik Fikret -Dil ve Edebiyat Yazılarında bir araya getirdi; Ank.,S7,283s).
Bu devrede, seyahat edebiyatının en güzel örneği Cenap Sahabettin’in “Hac Yolunda” adlı eseridir (1896′da tefrika olunan eser, 1909′da basıldı).
Edebiyat tarihi alanında çalışmalar durmuş gibidir. Süleyman Nazif’in Nâmık Kemâl (1912), Mehmet Akif (1924), îki Dost (Ziya Paşa-Namık Kemal, 1926) monografileriyle Ali Ekrem’in Nâmık Kemâl (1930) ve Lisânımız (1937) adlı incelemeleri dönemin uzantıları olarak görülen eserlerdir.
Servet-i Fünun edebiyatının, yukarıda dokunduğumuz türlerde eserler verirken, yüksek zümreye, aydın kesime hitap ettiğini hemen belirtelim. Bu dönem sanatçılarının ortak yanı, Abdülhamit düşmanlığında birleşmeleridir. Karamsar hayat görüşü, hepsinin belirgin yanıdır. Eserlerinde işledikleri temalar, realiteden kaçış, hayat-hakikat tezatı, karamsarlık, tabiat ve kadındır. Onların eserlerinde tabiat, resimden gelme bir tabiat olarak karsımıza çıkmaktadır. Bu tabiat yaşanılan tabiat değil, görülen seyredilen bir tabiattır. Konuların dar bir perspektif içinde ele alınmış olması, onların sanat ve edebiyat güçlerini gölgede bırakmış değildir. Şiirde, tenkitte ve romanda teknik sağlamlığıyla başarılı eserler vermişlerdir.