Son konular

Seyyid Seyfullah Kâsim Efendi

zeberus1234

Yeni Üye
Tepkime
10
Yaş
36
Coin
2
İstanbul’un büyük velîlerinden. İsmi, Seyfullah Kâsım bin Nizâmüddîn’dir. Doğum târihi belli değildir. 1601 (H.1010) senesinde İstanbul’da vefât etti. Kabri, Silivrikapı’ya giden caddenin sağ tarafındaki sed üzerindedir. Kabrin üzeri açık olup, etrâfı parmaklıkla çevrilidir.

Babası, Seyfullah Kâsım Efendi’yi, iyi edeb ve terbiye olması için Ümm-i Sinân hazretlerine teslim etti. Seyyid Kâsım Efendi, onun yanında zâhirî ve bâtınî ilimleri öğrendi. Ümm-i Sinân hazretlerinden icâzet aldı. Yüksek mânevî mertebelere ve kemâle kavuştu. Babası da evliyânın büyüklerinden idi.

Seyyid Seyfullah Efendi birçok eser yazdı. Yazdığı eserlerden bâzıları şunlardır: 1) Mi'râc-ül-Mü’min, 2) Âdâb-ül-Menâzil, 3) Câmi-ul-Avârif ve Ma’den-ül-Me’ârif, 4) Silsile-i Tarîkat, 5) Miftâh-ı Vahdet-i Vücûd, 6) Esrâr-ul-Ârifiyye, 7) Silsile-i Nebeviyye, 8) Silsile-i Nesebiyye, 9) Etvâr-ı Seb’a, 10) Seyr-üs-Sülûk, 11) Dîvân. Ayrıca Resûlullah efendimizin Ehl-i beytini medheden çok şiirleri vardır. Eserlerinin hepsi bir kitapta basılmıştır.

Bir beyti:

Nân için medh eyleme nâdânı, Nâdânlık budur.
Hayber-i nefsin helâk et,Şâh-ı merdânlık budur.

Açıklaması: Bir lokma ekmek için karşındaki câhil adamı methetmeye kalkma. Çünkü asıl câhillik budur. Elinden geliyorsa nefsini yen. İrâdene sâhip ol. İşte asıl mertlik de böyle olur.

Meşhûr bir ilâhîsi:

Bu aşk bahr-ı ummandır
Buna hadd ü kenâr olmaz
Delîlim sırr-ı Kur’ân'dır
Bunu bilende âr olmaz

Eğer âşık isen yâra
Sakın aldanma ağyâra,
Düş İbrâhim gibi nâra,
Bu gülşende yanar olmaz.

Kıyamazsan başa, câna,
Irak dur girme meydâna,
Bu meydânda nice başlar,
Kesilir hiç sorar olmaz.

Hak ile hak olanlara,
Kendi özün bilenlere,
Dost yolunda ölenlere,
Kan behâsı dînâr olmaz.

Bak şu Mansûr’un işine
Halkı üşürmüş başına
Ene'l-Hakk’ın firâşına
Düşenlere tîmâr olmaz.

Seyfullah sözünde mestdür.
Şeyhinden aldığı destdür
Dîvâne râ kalem nîstdür (yokluk)
Ne söylese kanar olmaz.

KİMSEYE SÖYLEME

Seyyid Seyfullah Efendi, Câmi-ul-Avârif adlı eserinde kendisi şöyle anlatır: “Merhûm babamla berâber hacca gitmiştim. Mahfelin (devenin üzerinde, insanların oturduğu yerin) bir tarafına babam, diğer tarafına da ben binmiştim. Uzun bir yolculuktan sonra Medîne-i münevvere ve Mekke-i mükerreme topraklarına yaklaşıyorduk. Bir ara babam bana; "Oğlum! Gözünü aç! Hak teâlâ Beytullah’ı bizi karşılamaya gönderdi. Hacılar arasında Allahü teâlânın ne makbûl kulları varmış." buyurunca, ben gökyüzüne doğru baktım. Bu sırada Beytullah’ın izzeti ile gökyüzünde durmakta olduğu-nu gördüm. Biz yürüdükçe, o da yürüyordu. Medîne-i münevvereye gelince çadırlarımızı kurduk. Gece yarısı olunca babam çadırdan dışarı çıktı. Ben de merâk edip, peşine düştüm. Babam abdest alıp, Ravda-i mutahharaya vardı. Resûlullah efendimizin Hücre-i seâdetlerinin kapısından içeri girdi. Yüzünü orada toprağa sürmek isterken, birden Hücre-i seâdetten Resûlullah efendimizin; "Bana gel oğlum." sözlerini duydu. Bu manzara karşısında çok heyecanlanmıştım. Bu sırada babam Hücre-i seâdetten çıkınca beni gördü. "Bana birşey söylemeden niçin peşimden geldin? Sakın, bu hâli kimseye söyleme." dedi."

1) Sefînet-ül-Evliyâ; c.4, s.170
2) Osmanlı Müellifleri; c.1, s.81
3) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.16, s.185
 
Üst Alt