Konuya geçmeden önce bazı kavramları tanımlamakta yarar var diye düşünüyorum.
Kaygı; kişinin korku veren ya da tehdit edici bir durum karşısında vermiş olduğu olağan tepkiyi tanımlar. Normal düzeyde yaşanan kaygı duygusu, yaşamımızın doğal bir parçasıdır. Hatta var olan tehlike karşısında önlem alabilmemiz, hayatta kalabilmemiz için gereklidir.
Peki, ‘’öğrenmek’’ ve ‘’performans göstermek’’’i nasıl tarif edebiliriz?
Öğrenmek; kişinin pek çok konuda bilgi ve beceriyle donanma sürecini tanımlar.
Performans ise; kişinin sahip olduğu, öğrenme yoluyla kazandığı tüm becerileri ihtiyaç duyduğu alanda sergileyebilme becerisini tanımlar.
Örneğin; kişinin kalabalık bir topluluğa hitap etmesi gerekebilir….Önce hitap etmesi gereken konuda gerekli pek çok bilgiyi edinmek zorundadır, sonra da edindiği bilgileri performans sahnesinde sunma zamanı geldiğinde, öğrenme yoluyla edindiği tüm kazanımını dinleyicilere aktarması gereklidir.
Veya yetişmesi gereken bir işle uğraşıyor olabilir, önemli bir sunum arefesinde olabilir, üniversite sınavına hazırlanıyordur…
Süreç hep aynı!!
Yanı sıra yaşamın daha pek çok alanında olağan bir kaygı yaşantımız olabilir. Trafikte aniden gelişen bir tehlikenin tam ortasında kalmak, ekonomik konular, stresli ilişki durumu gibi pek çok konu ılımlı yaşantılanan bir kaygının nedeni olabilir.
Normal sınırlarda yaşanan kaygı duygusu nasıl bir işlev görür?
Öncelikle öğrenme ve performans sergileme süreçlerinde işlerin çok daha yolunda gitmesi için gerekli katkıyı sağlar. Kişi başarılı olma kaygısıyla daha iyi motive olabilir, yaptığı işi çok daha özenli yapma ihtiyacı duyar. Karşılaşabileceği olumsuz sonuçları önlemek adına çok daha titiz çalışır. Öğrenme yoluyla edindiği kazanımlarının mümkünse tamamını performans sahnesine taşımaya çalışır. Ilımlı düzeyde yaşanan kaygı duygusu tüm bu süreçlere olumlu katkı sağlar.
Hatta işimizi yaparken yaşadığımız ‘’KAYGI’’, itici bir güç işlevi görerek, başarılı olma yolunda olmazsa olmazımız olarak işlev görür, diyebilmek mümkündür.
Kaygıyı dozunda yaşadığımızda bu süreçleri gayet sağlıklı yönetebiliriz.
Peki ılımlı bir kaygımız olmadığında ne olur?
Bu durumun karşıtı ‘’umursamazlıktır’’ denilebilir. Ilımlı düzeyde bir kaygı yaşantımız yoksa zaten karşı karşıya kaldığımız sorunu yönetme konusunda sorumluluk almamız ve başarılı olmamız pek de beklenemez.
Peki, aslında bu kadar işlevsel olan bir duygu yaşamımızda nasıl olup da bir sorun haline gelmeye başlıyor?
Gerçek bir tehlike yaşadığımızda veya bir tehditle karşı karşıya kaldığımızda beynimiz tüm iç organlarımıza seslenir, savaşmamız veya kaçmamız gerektiğini söyler ve hızlıca bunları yapabilmemiz için gerekli hazırlıkları yapmaya başlar. İskelet kaslarını daha çok beslemek için kan akımını düzenler, kalp enerji ihtiyacımızı karşılayabilmek için daha hızlı ve çokça kanı vücuda pompalamaya çalışır. Bu hazırlıklar yapıldığı esnada hissettiğimiz bedensel duyumlar huzursuzluk, endişe, iç sıkıntısı, mide bulantısı, çarpıntı, titreme, ağız kuruluğu, terleme, uyku düzeninde bozukluklar, karın ağrıları, bedensel yakınmalar, dikkat ve konsantrasyonda bozulma gibi belirtilerdir.
Bu belirtiler gerçek bir tehlike anında kendimizi savunmamızı kolaylaştırmak adına aslında bedenimizin yanıtlarını tarif eder. Gerçek bir tehlike veya tehditle karşı karşıya kaldığımızda bu mekanizma devreye girer ve kendimizi korumamıza aracılık eden işlevsel bir duygu olarak işlev görür.
Ancak bu sistem aşırı çalışmaya başladığında, gerçek bir tehlike, gerçek bir tehdit yokken, beynimiz, sanki bir tehlike karşısında kalmışızcasına bizi alarma geçirir ve bize zarar veren bir duyguya dönüşür.
Gelgelelim Sınav Kaygısı’nı nasıl tanımlarız?
Sınav kaygısı; öncesinde öğrenilen bilginin sınav sırasında etkili bir biçimde kullanılmasına engel olan ve başarının düşmesine yol açan yoğun kaygı olarak tanımlanır. Sınav öncesi başlayan, fiziksel ve psikolojik değişimlerle devam eden, kişinin sınav esnasında performansını ve akademik başarısını olumsuz yönde etkileyen, dolayısıyla kişinin potansiyelini tam anlamıyla ortaya koymasını engelleyen ciddi bir sorundur.
Peki zihnimizde sınava ilişkin ve bu konuda kaygılarımızı arttıran düşünceler neler olabilir?
Bireyin sınava yüklediği anlamlar, sınavla ilgili zihinde oluşturulan imaj, sınav sonrası duruma ilişkin atıflar, ailenin çocuğun başarısına yüklediği anlam ve bu konudaki beklenti düzeyleri, sınav dair gerçekçi olmayan tüm tutum, davranışlar ve sınav sonrası elde edilecek kazanımlara verilen önem sınav kaygısı oluşumu üzerinde etkilidir.
Örneğin; ‘ Zaman çok sınırlı ve notları yetiştirmem imkansız’’, ‘sınavı kazanamazsam hayatım biter’’, ‘’başarılı olamazsam bu benim bir hiç olduğumu gösterir’’, ‘’kesin kazanamayacağım, herkes benimle alay edecek, ailem etrafa rezil olacak’’ gibi.
Gerçek bir tehlike anında beyin kendimizi korumamız, savaşmamız ya da kaçabilmemiz için gerekli hazırlıkları yapar, demiştik.
Sınavda başarılı olma kaygısı yaşayan bireyin sınava yüklediği bu anlamlar, beyinde tehlike anında harekete geçen mekanizmaların çalışmasına neden olur. Sınav konusuna dair zihnimizde beliren hatalı inanışlar, başarısız olmaya ilişkin ürettiğimiz felaket senaryoları nedeniyle bu duyumları yaşarız.
Demek ki; sorun sınav kavramının kendisi değildir aslında, sınava dair olası bir başarısızlığı GERÇEK BİR TEHLİKE, GERÇEK BİR TEHDİT olarak zihnimizde tasarladığımızda bunları yaşıyoruz.
Sonuç olarak da; beyin tehlike alarmı verdiğinde gelişen dikkat, konsantrasyon kusurları, mide bulantısı, kusma,çarpıntı, terleme… çorap söküğü gibi yaşadığımız pek çok olumsuz belirti, gerçek performansımızı gölgeleyerek gerçekten başarısız bir sınav deneyimine zemin hazırlayabiliyor.
Sonuç olarak; Sınav kaygısı aşırı dozda yaşandığında, öğrendiğimiz bilgileri performansa dönüştürmemize engel olan bir ayak bağı işlevi kazanır.
Bu durumun nedenleri neler olabilir?
İlki; Ülkemizde öğrencilerin aldıkları eğitim sistemi sınav merkezli olduğundan, öğrencinin üniversiteye girmesi hayatının en önemli hedefi haline gelmektedir. Özellikle nitelikli, iş garantisi olan bölümlere girebilmek için yüksek puan alma ihtiyacı olması öğrencilerin kaygılarındaki artışın nedeni olabilmektedir ve yaşanılan kaygı günlük yaşamı etkileyerek yeme alışkanlıklarını, uyku kalitesini bozabilmektedir.
Öyle ki; üniversite sınavını kazanma kavramı, aile içinde ve bireyin sosyal çevresinde, kazanan bireyin onurlu, güçlü, saygın bir birey olduğunu gösteren bir anlam içerebilmektedir. Dolayısıyla kişinin sınavda başarısız olduğu takdirde kendisini onursuz, değersiz, başarısız hissetmesiyle hayatına son vermesine kadar uzanan bir trajediyle sonuçlanabilmektedir.
Bir diğeri; Öğrencinin sınav kavramında başarılı olmaya ilişkin kontrolün kendisinde olmadığı duygusunun ağır basması durumu ve sahip olduğu sayısız yeteneği yok saymasından kaynaklanır.
Oysa ki öğrencinin sınava dair pek çok faktörü ( ders çalışma programı yapabilme, kaynakları doğru kullanabilme, zamanı planlayabilme) yönetebilmekle ilgili sayısız yetenekleri vardır. Kişi verimli bir çalışma programı yaparak, çalışma konularını doğru stratejiyle çalışarak başarılı olma yolunda emin adımlarla ilerleyebilir. Ancak birey, aşırı kaygı yaşantısı içerisinde, bu yeteneklerinin olmadığına dair hatalı bir inanışa kapılır ve ne yaparsa yapsın sınava dair olumsuz bir sonucun önüne geçebileceği gerçeğini yok sayma eğiliminde olur.
BAŞARI ÖNÜNDEKİ TEK ENGEL KENDİMİZİZDİR ASLINDA!!
Öyleyse yaşadığımız kaygıyı fark eder etmez, zihnimizde kendimize söylediğimiz felaket içerikli sözleri, bizi gereksiz yere alarma geçiren gerçek dışı düşünceleri belirleyip, bu sağlıksız düşünceleri sağlıklı ve gerçekçi düşüncelerle yer değiştirebilmemiz gereklidir, bunu yapabildiğimizde kaygımızı doğru yönetmiş oluruz ve bizi başarıya götüren yolda önemli bir engeli alt etmiş oluruz aslında.
İçsel konuşmalarımızı sağlıklı yaptığımızda kaygılarımızın aşırı olmasına engel olmamız işten bile değildir.
Eğer bunu gerçekleştirmekte zorlanıyor isek, profesyonel yardım almaktan kaçınmamamız gerekir. Bu süreci deneyimli bir psikoterapist eşliğinde kolaylıkla aşabiliriz.
Sonuç olarak; psikoterapide hedef kaygıyı sıfırlamak mi? Hayır!! Hedef kaygıyı doğru yönetmek.
Başarılı olmaya ilişkin kaygı yokluğu umursamazlığı beraberinde getirecektir ancak iyi yönetilen bir kaygı duygusu, öğrenilen bilginin performans saati gelip çattığında verimli kullanılmasının yolunu açacaktır.
Peki sınav kaygısı yaşayan bireye yönelik aile bireylerinin tutumları nasıl olmalıdır?Aileler bu süreci nasıl yönetmelidir?
Aile için sınavın ne anlam ifade ettiği, ailenin sınava yönelik tutum ve yaklaşımları önemlidir. Sıklıkla aileler kendi kaygılarını çocuklarına yansıtmaktadırlar. Çocuklar ailelerin yüksek beklentilerinin altında ezilebilmektedir.
Doğru davranışlar neler olabilir?
Aileler sınırlarının farkında olmalıdırlar. Sınava hazırlanan çocuklarına güven ve sorumluluk vermeli, önemsemeli, olumlu geri bildirimde bulunmalıdırlar. Sınava ilişkin konuşmalarda özenli davranmalı, gerçekçi olmalı, akranlarıyla karşılaştırmaktan kaçınmalıdırlar. Duygu ve düşünce paylaşımı, empati önemlidir. Sınavı yüceltmeme, ölüm kalım sorunu yapmama, yüreklendirici davranma önemlidir.
Aileye yönelik girişimler nelerdir?
Ailenin bakış açısında değişim yaratmak ve beklenti düzeyini gerçekçi sınırlara indirmek temel girişimleri oluşturur.
Çocuklar koşulsuz sevilmelidir. Aile bireyleri uygun rol modeli olmalı, aile bireyleri arasında sağlıklı problem çözme davranışları geliştirilmelidir.
Eğer uzun vadeli başarılı olmak üniversite sınavında en yüksek puanlar almakla doğru orantılı olsa idi, okulu dereceyle bitiren öğrencilerin ülkenin en gözde iş pozisyonlarını işgal ediyor olmaları gerekirdi. Oysaki, ülkemizin çok başarılı iş adamları, saygın insanları içerisinde üniversite eğitimi dahi almayan sayısız insan var.
Başarı çok yönlü bir konu.
Cesaretli olma, etkin iletişim becerisi, ikna etme yeteneği, bir gruba hitap edebilme, liderlik vasıflarına sahip olma gibi sayısız özellik başarılı olmamızda çok önemli ve etkili.
Sınavlar bu yapbozun önemli bir parçası sadece.
Ne çocuklarımızın hayatından onlara keyif veren haz kaynaklarını alıp, onların dikkatini sadece akademik başarıya yönlendirerek, onları iletişim becerisinden yoksun yetişkinlere dönüştürmek DOĞRU olabilir, ne de ülkenin eğitim sisteminin sınava dair kurallarını hiçe sayarak başarıya giden yolda yürümeyi bırakmak DOĞRU olabilir…
İkisi de doğru değil!!!
ASLOLAN DENGE.
Ebeveynlerin çocuklarını başka çocuklarla kıyaslamadan, kendi hayallerini onların hayatına bir misyon olarak yüklemekten kaçınarak, çocuklarının mesleki beklentilerini, yeteneklerini dikkate alarak onları yönlendirmeleri en doğrusu.
Elbette hiçbir başarı eller cepte gezinerek kazanılamaz ama sınav kavramını doğru tanımladığımızda sorumluluk sahibi bir çocuğun zaten başarılı olacağı gerçeği unutulmamalıdır.
Kendi hayatını planlayabilen, özgüvenli, hayattan keyif alan, mutlu, yaşamındaki tüm sınavlara dair sorumluluklarının üstesinden gelebilme becerilerini kazanmış bir birey için başarı zaten kaçınılmazdır.
Kaygı; kişinin korku veren ya da tehdit edici bir durum karşısında vermiş olduğu olağan tepkiyi tanımlar. Normal düzeyde yaşanan kaygı duygusu, yaşamımızın doğal bir parçasıdır. Hatta var olan tehlike karşısında önlem alabilmemiz, hayatta kalabilmemiz için gereklidir.
Peki, ‘’öğrenmek’’ ve ‘’performans göstermek’’’i nasıl tarif edebiliriz?
Öğrenmek; kişinin pek çok konuda bilgi ve beceriyle donanma sürecini tanımlar.
Performans ise; kişinin sahip olduğu, öğrenme yoluyla kazandığı tüm becerileri ihtiyaç duyduğu alanda sergileyebilme becerisini tanımlar.
Örneğin; kişinin kalabalık bir topluluğa hitap etmesi gerekebilir….Önce hitap etmesi gereken konuda gerekli pek çok bilgiyi edinmek zorundadır, sonra da edindiği bilgileri performans sahnesinde sunma zamanı geldiğinde, öğrenme yoluyla edindiği tüm kazanımını dinleyicilere aktarması gereklidir.
Veya yetişmesi gereken bir işle uğraşıyor olabilir, önemli bir sunum arefesinde olabilir, üniversite sınavına hazırlanıyordur…
Süreç hep aynı!!
Yanı sıra yaşamın daha pek çok alanında olağan bir kaygı yaşantımız olabilir. Trafikte aniden gelişen bir tehlikenin tam ortasında kalmak, ekonomik konular, stresli ilişki durumu gibi pek çok konu ılımlı yaşantılanan bir kaygının nedeni olabilir.
Normal sınırlarda yaşanan kaygı duygusu nasıl bir işlev görür?
Öncelikle öğrenme ve performans sergileme süreçlerinde işlerin çok daha yolunda gitmesi için gerekli katkıyı sağlar. Kişi başarılı olma kaygısıyla daha iyi motive olabilir, yaptığı işi çok daha özenli yapma ihtiyacı duyar. Karşılaşabileceği olumsuz sonuçları önlemek adına çok daha titiz çalışır. Öğrenme yoluyla edindiği kazanımlarının mümkünse tamamını performans sahnesine taşımaya çalışır. Ilımlı düzeyde yaşanan kaygı duygusu tüm bu süreçlere olumlu katkı sağlar.
Hatta işimizi yaparken yaşadığımız ‘’KAYGI’’, itici bir güç işlevi görerek, başarılı olma yolunda olmazsa olmazımız olarak işlev görür, diyebilmek mümkündür.
Kaygıyı dozunda yaşadığımızda bu süreçleri gayet sağlıklı yönetebiliriz.
Peki ılımlı bir kaygımız olmadığında ne olur?
Bu durumun karşıtı ‘’umursamazlıktır’’ denilebilir. Ilımlı düzeyde bir kaygı yaşantımız yoksa zaten karşı karşıya kaldığımız sorunu yönetme konusunda sorumluluk almamız ve başarılı olmamız pek de beklenemez.
Peki, aslında bu kadar işlevsel olan bir duygu yaşamımızda nasıl olup da bir sorun haline gelmeye başlıyor?
Gerçek bir tehlike yaşadığımızda veya bir tehditle karşı karşıya kaldığımızda beynimiz tüm iç organlarımıza seslenir, savaşmamız veya kaçmamız gerektiğini söyler ve hızlıca bunları yapabilmemiz için gerekli hazırlıkları yapmaya başlar. İskelet kaslarını daha çok beslemek için kan akımını düzenler, kalp enerji ihtiyacımızı karşılayabilmek için daha hızlı ve çokça kanı vücuda pompalamaya çalışır. Bu hazırlıklar yapıldığı esnada hissettiğimiz bedensel duyumlar huzursuzluk, endişe, iç sıkıntısı, mide bulantısı, çarpıntı, titreme, ağız kuruluğu, terleme, uyku düzeninde bozukluklar, karın ağrıları, bedensel yakınmalar, dikkat ve konsantrasyonda bozulma gibi belirtilerdir.
Bu belirtiler gerçek bir tehlike anında kendimizi savunmamızı kolaylaştırmak adına aslında bedenimizin yanıtlarını tarif eder. Gerçek bir tehlike veya tehditle karşı karşıya kaldığımızda bu mekanizma devreye girer ve kendimizi korumamıza aracılık eden işlevsel bir duygu olarak işlev görür.
Ancak bu sistem aşırı çalışmaya başladığında, gerçek bir tehlike, gerçek bir tehdit yokken, beynimiz, sanki bir tehlike karşısında kalmışızcasına bizi alarma geçirir ve bize zarar veren bir duyguya dönüşür.
Gelgelelim Sınav Kaygısı’nı nasıl tanımlarız?
Sınav kaygısı; öncesinde öğrenilen bilginin sınav sırasında etkili bir biçimde kullanılmasına engel olan ve başarının düşmesine yol açan yoğun kaygı olarak tanımlanır. Sınav öncesi başlayan, fiziksel ve psikolojik değişimlerle devam eden, kişinin sınav esnasında performansını ve akademik başarısını olumsuz yönde etkileyen, dolayısıyla kişinin potansiyelini tam anlamıyla ortaya koymasını engelleyen ciddi bir sorundur.
Peki zihnimizde sınava ilişkin ve bu konuda kaygılarımızı arttıran düşünceler neler olabilir?
Bireyin sınava yüklediği anlamlar, sınavla ilgili zihinde oluşturulan imaj, sınav sonrası duruma ilişkin atıflar, ailenin çocuğun başarısına yüklediği anlam ve bu konudaki beklenti düzeyleri, sınav dair gerçekçi olmayan tüm tutum, davranışlar ve sınav sonrası elde edilecek kazanımlara verilen önem sınav kaygısı oluşumu üzerinde etkilidir.
Örneğin; ‘ Zaman çok sınırlı ve notları yetiştirmem imkansız’’, ‘sınavı kazanamazsam hayatım biter’’, ‘’başarılı olamazsam bu benim bir hiç olduğumu gösterir’’, ‘’kesin kazanamayacağım, herkes benimle alay edecek, ailem etrafa rezil olacak’’ gibi.
Gerçek bir tehlike anında beyin kendimizi korumamız, savaşmamız ya da kaçabilmemiz için gerekli hazırlıkları yapar, demiştik.
Sınavda başarılı olma kaygısı yaşayan bireyin sınava yüklediği bu anlamlar, beyinde tehlike anında harekete geçen mekanizmaların çalışmasına neden olur. Sınav konusuna dair zihnimizde beliren hatalı inanışlar, başarısız olmaya ilişkin ürettiğimiz felaket senaryoları nedeniyle bu duyumları yaşarız.
Demek ki; sorun sınav kavramının kendisi değildir aslında, sınava dair olası bir başarısızlığı GERÇEK BİR TEHLİKE, GERÇEK BİR TEHDİT olarak zihnimizde tasarladığımızda bunları yaşıyoruz.
Sonuç olarak da; beyin tehlike alarmı verdiğinde gelişen dikkat, konsantrasyon kusurları, mide bulantısı, kusma,çarpıntı, terleme… çorap söküğü gibi yaşadığımız pek çok olumsuz belirti, gerçek performansımızı gölgeleyerek gerçekten başarısız bir sınav deneyimine zemin hazırlayabiliyor.
Sonuç olarak; Sınav kaygısı aşırı dozda yaşandığında, öğrendiğimiz bilgileri performansa dönüştürmemize engel olan bir ayak bağı işlevi kazanır.
Bu durumun nedenleri neler olabilir?
İlki; Ülkemizde öğrencilerin aldıkları eğitim sistemi sınav merkezli olduğundan, öğrencinin üniversiteye girmesi hayatının en önemli hedefi haline gelmektedir. Özellikle nitelikli, iş garantisi olan bölümlere girebilmek için yüksek puan alma ihtiyacı olması öğrencilerin kaygılarındaki artışın nedeni olabilmektedir ve yaşanılan kaygı günlük yaşamı etkileyerek yeme alışkanlıklarını, uyku kalitesini bozabilmektedir.
Öyle ki; üniversite sınavını kazanma kavramı, aile içinde ve bireyin sosyal çevresinde, kazanan bireyin onurlu, güçlü, saygın bir birey olduğunu gösteren bir anlam içerebilmektedir. Dolayısıyla kişinin sınavda başarısız olduğu takdirde kendisini onursuz, değersiz, başarısız hissetmesiyle hayatına son vermesine kadar uzanan bir trajediyle sonuçlanabilmektedir.
Bir diğeri; Öğrencinin sınav kavramında başarılı olmaya ilişkin kontrolün kendisinde olmadığı duygusunun ağır basması durumu ve sahip olduğu sayısız yeteneği yok saymasından kaynaklanır.
Oysa ki öğrencinin sınava dair pek çok faktörü ( ders çalışma programı yapabilme, kaynakları doğru kullanabilme, zamanı planlayabilme) yönetebilmekle ilgili sayısız yetenekleri vardır. Kişi verimli bir çalışma programı yaparak, çalışma konularını doğru stratejiyle çalışarak başarılı olma yolunda emin adımlarla ilerleyebilir. Ancak birey, aşırı kaygı yaşantısı içerisinde, bu yeteneklerinin olmadığına dair hatalı bir inanışa kapılır ve ne yaparsa yapsın sınava dair olumsuz bir sonucun önüne geçebileceği gerçeğini yok sayma eğiliminde olur.
BAŞARI ÖNÜNDEKİ TEK ENGEL KENDİMİZİZDİR ASLINDA!!
Öyleyse yaşadığımız kaygıyı fark eder etmez, zihnimizde kendimize söylediğimiz felaket içerikli sözleri, bizi gereksiz yere alarma geçiren gerçek dışı düşünceleri belirleyip, bu sağlıksız düşünceleri sağlıklı ve gerçekçi düşüncelerle yer değiştirebilmemiz gereklidir, bunu yapabildiğimizde kaygımızı doğru yönetmiş oluruz ve bizi başarıya götüren yolda önemli bir engeli alt etmiş oluruz aslında.
İçsel konuşmalarımızı sağlıklı yaptığımızda kaygılarımızın aşırı olmasına engel olmamız işten bile değildir.
Eğer bunu gerçekleştirmekte zorlanıyor isek, profesyonel yardım almaktan kaçınmamamız gerekir. Bu süreci deneyimli bir psikoterapist eşliğinde kolaylıkla aşabiliriz.
Sonuç olarak; psikoterapide hedef kaygıyı sıfırlamak mi? Hayır!! Hedef kaygıyı doğru yönetmek.
Başarılı olmaya ilişkin kaygı yokluğu umursamazlığı beraberinde getirecektir ancak iyi yönetilen bir kaygı duygusu, öğrenilen bilginin performans saati gelip çattığında verimli kullanılmasının yolunu açacaktır.
Peki sınav kaygısı yaşayan bireye yönelik aile bireylerinin tutumları nasıl olmalıdır?Aileler bu süreci nasıl yönetmelidir?
Aile için sınavın ne anlam ifade ettiği, ailenin sınava yönelik tutum ve yaklaşımları önemlidir. Sıklıkla aileler kendi kaygılarını çocuklarına yansıtmaktadırlar. Çocuklar ailelerin yüksek beklentilerinin altında ezilebilmektedir.
Doğru davranışlar neler olabilir?
Aileler sınırlarının farkında olmalıdırlar. Sınava hazırlanan çocuklarına güven ve sorumluluk vermeli, önemsemeli, olumlu geri bildirimde bulunmalıdırlar. Sınava ilişkin konuşmalarda özenli davranmalı, gerçekçi olmalı, akranlarıyla karşılaştırmaktan kaçınmalıdırlar. Duygu ve düşünce paylaşımı, empati önemlidir. Sınavı yüceltmeme, ölüm kalım sorunu yapmama, yüreklendirici davranma önemlidir.
Aileye yönelik girişimler nelerdir?
Ailenin bakış açısında değişim yaratmak ve beklenti düzeyini gerçekçi sınırlara indirmek temel girişimleri oluşturur.
Çocuklar koşulsuz sevilmelidir. Aile bireyleri uygun rol modeli olmalı, aile bireyleri arasında sağlıklı problem çözme davranışları geliştirilmelidir.
Eğer uzun vadeli başarılı olmak üniversite sınavında en yüksek puanlar almakla doğru orantılı olsa idi, okulu dereceyle bitiren öğrencilerin ülkenin en gözde iş pozisyonlarını işgal ediyor olmaları gerekirdi. Oysaki, ülkemizin çok başarılı iş adamları, saygın insanları içerisinde üniversite eğitimi dahi almayan sayısız insan var.
Başarı çok yönlü bir konu.
Cesaretli olma, etkin iletişim becerisi, ikna etme yeteneği, bir gruba hitap edebilme, liderlik vasıflarına sahip olma gibi sayısız özellik başarılı olmamızda çok önemli ve etkili.
Sınavlar bu yapbozun önemli bir parçası sadece.
Ne çocuklarımızın hayatından onlara keyif veren haz kaynaklarını alıp, onların dikkatini sadece akademik başarıya yönlendirerek, onları iletişim becerisinden yoksun yetişkinlere dönüştürmek DOĞRU olabilir, ne de ülkenin eğitim sisteminin sınava dair kurallarını hiçe sayarak başarıya giden yolda yürümeyi bırakmak DOĞRU olabilir…
İkisi de doğru değil!!!
ASLOLAN DENGE.
Ebeveynlerin çocuklarını başka çocuklarla kıyaslamadan, kendi hayallerini onların hayatına bir misyon olarak yüklemekten kaçınarak, çocuklarının mesleki beklentilerini, yeteneklerini dikkate alarak onları yönlendirmeleri en doğrusu.
Elbette hiçbir başarı eller cepte gezinerek kazanılamaz ama sınav kavramını doğru tanımladığımızda sorumluluk sahibi bir çocuğun zaten başarılı olacağı gerçeği unutulmamalıdır.
Kendi hayatını planlayabilen, özgüvenli, hayattan keyif alan, mutlu, yaşamındaki tüm sınavlara dair sorumluluklarının üstesinden gelebilme becerilerini kazanmış bir birey için başarı zaten kaçınılmazdır.