Sivas Kongresi ne zaman yapılmıştır - Sivas Kongresinin nedenleri - Amerikan mandası nedir - Sivas Kongresi kararları
Damat Ferit bir yandan seçim oyalamacası içinde durdurmaya çalıştığı kongre faaliyetlerini, diğer yandan Ali Galip olayındaki başarısızlıktan aldığı dersten de yararlanarak, Anadolu’ya “Tahkik Heyetleri” göndermekle engellemeye çalışıyordu. Harbiye Nazın Nazım ve Dahiliye Nazın Adil Beyler’in imzasını taşıyan ve Tahkik Heyetleri’ne verilen talimat ile; Demirci Mehmet Efe ve Şükrü isimli kimselerin halkı çetelere katılmaya çağırdıkları ve karşı koyardan idam edeceklerini ilan ettiklerinin ve M. Kemal ile Rauf Bey’in askerlikten istifa ile Kongre toplamak, halkı isyana tahrik edecek bildiri yayınlamak, çete kurulmasına sebep oldukları ve Yunan işgalinin bu sebeple yapıldığı hatırlatıldıktan sonra, heyetlere verilen görevler belirtiliyordu.
Bir yandan nasihat verecek olan bu heyetler, İstanbul Hükümeti’nin emirlerinin geçmesini sağlayacak, uyma-yanları azledecekler, Saraya ve İngiliz politikasına uysal bir kadro oluşmasını sağlayacaklar ve silahlı direnişin yanlış olduğunu anlatacaklardı. Heyetler 16 Ağustos günü İstanbul’dan hareket ettiler. Ankara yöresine gelen heyeti Ali Fuat Paşa kaçırttı. Öteki heyet 26 Ağustos’ta Erzurum’a vardı. Yapılan görüşmelerden Saray’ın İngiliz Mandası için çalıştığı, heyetin Doğu’da İngiliz Muhipler Cemiyeti’nin bir şubesini kurmak istediği ve Padişah’a karşı muhabbet, Milli Mücadele’ye ve Kazım Karabekir Paşa’ya karşı husumet uyandırmaya çalıştığı anlaşıldı.
Damat Ferit Batı Anadolu Kongreleri’nin Doğu Anadolu Kongreleri ile birleşmesini engellemek için Batı Anadolu Kongrelerini hoşgörüyle karşılayıcı bir tutum izledi. Kaldı ki Batı Anadolu Kongreleri’nin prensipleri Saray’ın mutlakiyetine karşı değildi ve Amasya, Erzurum’da ortaya konan “Milli Egemenlik” prensibi Batı Anadolu Kongreleri’nde ortaya konmamıştı. Umum Jandarma Komutanı Kemal Paşa İstanbul Hükümeti’nin teftiş göreviyle 8 Ağustos’ta Balıkesir’e gelmiş Kuva-yı Milliye’yi dağıtmak ve ileri gelenlerini tutuklamak için çalışmaya başlamıştı. Fakat Paşa Nazilli’de Kuva-yı Milliye tarafından gözaltına alınmıştı. 31 Ağustos’ta Hacim Muhittin Bey kendisiyle görüştü ve ikna edilerek İstanbul’a gönderildi. Jandarma Komutanı Kemal Paşa basında (Alemdar) yaptığı 6 Eylül tarihli mülakatta “… Milli teşkilat denilen şey köylülerin, kasabalıların vatanlarını, evlerini, barklarını, namus ve iffetlerini Yunanlılara karşı muhafaza için ahalinin birleşmesidir” diyerek Kuva-yı Milliye lehinde konuştu.
Amasya Genelgesi’nden hemen sonra Sivas’ta toplanacak kongre için çalışmalar başlamış, fakat Erzurum Kongresi dolayısıyla bir süre ertelenmişti. Erzurum Kongresi bittiğinden Sivas Kongresi için yoğun bir çaba başladı. Bir yandan İstanbul Hükümeti’nin baskısı diğer yandan İşgal kuvvetlerinin tehditleri dolayısıyla bazı kimselerde endişe ve çekingenlik belirmişti. Bu sebeple gecikme oluyordu. M. Kemal Paşa daha Erzurum’da iken, Sivas Valisi Reşit Paşa’dan 20 Ağustos 1919 tarihinde gelen telgrafta, Fransız binbaşı Bruno’nun, eğer M. Kemal Paşa burada bir kongre toplarsa Sivas’ı askeri işgal altına alacaklarını bildirdiğini belirterek, eğer ikinci kongre toplamak çok gerekli değilse vazgeçilmesini istiyordu. M. Kemal Paşa derhal yanıt vererek, endişeye yer olmadığını, kongrenin toplanmasının aylardan beri bilinen konu olduğunu, Fransızların blöf yaptığını belirtti. Ne Fransızların, ne de başka bir yabancı devletin yardımına ihtiyacı bulunmadığını söyledikten sonra, “benim için en büyük barınma yeri ve yardım kaynağı milletimin kucağıdır” yanıtını verdi.
Sivas Kongresi öncesi yeni bir fikir daha oluşuyordu. “Amerikan Mandası”. Milli Mücadele’yi kendi içinden yozlaştıracak çok tehlikeli bir gelişmeydi. Ayrıca Sivas-Erzurum yolu bir çok tehlikelerle doluydu. İşte M. Kemal böylesine baskılar ve tehlikeler altında Erzurum’dan ayrıldı. 30 Ağustos’ta Erzincan’a vardı. Yollarda büyük tehlikeler ve sıkıntılar göze alınarak yola devam edildi ve Sivas’a 2 Eylül günü halkın coşkun gösterileri arasında ulaşıldı.
En yakın arkadaşları ve aydınların büyük bir kısmı mandacılığa kapılmışlar ve O’na mandayı kabul edelim diye baskı yapıyorlardı. İstanbul’dan Halide Edip ve Kara Vasıf dan gelen mektup Ali Fuat Paşa tarafından özetlenerek 28 Ağustos’ta Erzurum’a yollanmıştı. Üç mektupta da Amerikan Manda’sından söz ediliyordu.
Telgraftan alan Atatürk çok sinirlenmişti. Manda isteyenlerin telgraftan okunduktan sonra, yanındakilere şöyle diyordu: “Biz muvaffak olacağız. Buna şüphem yok. Acaba zafere kavuştuğumuz ve memleketi kurtardığımız zaman Osmanlı ricalinin ileri gelenleri utanmak hissini duyabilecekler mi? … Öyle bir manda istenecek veya verilecekmiş ki, hakimiyet hakkına, hariçte temsil hakkımıza, kültür istiklalimize, vatan bütünlüğümüze dokunulmayacakmış. Buna ve böylesine, Amerikalılar değil, çocuklar bile güler. Herşeyin başında, Amerikalılar, kendilerine hiçbir menfaat temin etmeyen böyle bir mandayı niçin kabul etsinler? Amerikalılar bizim kara gözlerimize mi aşık olacaklar? Bu ne hayal ve gaflettir. Amerikan mandası diye çırpınanlar, düşman işgali altında bulunan sinirleri ve zaafları ile millete ve bize inanmayanlardır. Bizim hayal ve macera peşinde koştuğumuzu sananlardır. Eğer bunlar, Anadolu’nun ve Türk milletinin gerçek duygularını bilseler; bizim çalışmalarımızın hedefini kavrayabilseler, Erzurum Kongresi’nin kararlarının nasıl bir milli vicdan mahsulü olduğunu takdir edebilseler, bu yanlış fikirlerinden dolayı utanç duyarlar. Bunlar, ümitsizlik ve bozgunluk içinde realitelerden uzak olarak yaşayan ve ne yapacaklarını, ne yapılmakta olduğunu bilmeyen insanlardır. Kongre duygularını açıkça belirtmiştir. Heyet-i Temsiliye kararını vermiştir. Milli irade, şuur ve istikametini bulmuştur. Davamız yürümektedir ve yürüyecektir Başarmamak için hiçbir sebep yoktur. Hiçbir menfi kararı tanımayacağız, t- illi hakimiyet esasını ve Milli Meclis kararını dile getirmeyen hiçbir anlaşmayı, hiçbir taahhüdü kabul etmeyecek ve tanımayacağız. Hayır Paşalar, hayır beyefendiler, hayır hanımefendiler hayır manda yok, ya istiklal ya ölüm var!… “.
Sivas Kongresi’nin toplanması için lise binası, okul müdüründen adeta zorla alınmıştı ve toplantıya hazırlanabilmişti. Sivas’a gelmeye başlayan üyeler, Şekeroğlu İsmail Bey tarafından misafir ediliyorlardı.
Kongre 4 Eylül 1919′da toplandı. Kongre’nin açılış saati olan 14′e beş kala M. Kemal Paşa geldi. Binaya gelirlerken Rauf Bey’in sözlerine Mustafa Kemal Paşa şu kısa ve sert yanıtı veriyordu: “Bekir Sami Bey’ in evinde verdiğiniz kararı bana tebliğ ediyorsunuz öyle mi?” Konu sonra anlaşıldı. Bekir Sami Bey’in kaldığı evde Rauf, Kara Vasıf, İsmail Hami Beyler ve bazı kimseler toplanarak M. Kemal Paşa’nın kongrede başkan olmaması için karar almışlar ve Rauf Bey bu karan kendi düşüncesi imiş gibi M. Kemal Paşa’ya açıklamıştı. Fakat bu toplantıdan haberi olan Mustafa Kemal Paşa Rauf Bey’e o sert yanıtı vermişti. İşin ilginç yanı Bekir Sami Bey’in evinde toplanan bu kimseler manda yanlısı idiler ve M. Kemal Paşa başkan seçilmezse, manda için istedikleri bir karan kolay kabul ettirebilirlerdi.
Kongre, M. Kemal Paşa’nın açış konuşmasıyla başladı. Başkanlığa M. Kemal seçildi. 8 Eylül günü, İsmail Hami (Danişmend) tarafından hazırlanmış ve 25 delegenin imzasını taşıyan “Amerikan Mandası” isteyen önerge gündeme alındı. Manda konusu şimdi, hem de büyük bir taraftar bularak, Sivas Kongresi’nin gündemine giriyordu. Bu kadar geniş bir taraftar bulması M. Kemal Paşa’yı çok üzdü. Rauf Bey ve Refet Bey gibi, Amasya Genelgesi’ni imzalamış kişiler bile şimdi bu önergeyi destekliyorlardı. İstanbul’dan gelen Kara Vasıf Bey bu konuda oldukça etkili idi. Sivas’a bir Amerikalı gazeteci getirmişlerdi. Brawn adındaki bu gazeteciye “Manda” yanlıları çok büyük ilgi ve saygı gösteriyorlardı.
Mandacılar diye bilinen kişilerin bu görüşlerini mektuplarından ve kongre tutanaklarından yararlanarak şöyle özetleyebiliriz: “Yirminci yüzyılda 50 milyon lira borcu, harap bir memleketi, pek münbit olmayan bir toprağı ve ancak 10-15 milyon lira geliri olan bir kavim için bir dış himaye olmaksızın yaşamak imkanı olamaz. Bağımsız yaşamaya mali durumumuz elverişli değildir. Parasız ör duşuz ne yapabiliriz? Onlar uçak ile havada uçuyorlar, biz henüz kağnı arabasından kurtulamıyor uz… Bugün bağımsızlığımızı kurtarsak bile yine günün birinde bizi paylaşırlar. Eğer İzmir Yunanistan’da kalsa ve aramızda bir savaş açılsa, düşmanımız Yunanistan’dan gemi ile asker getireceği halde, acaba biz Erzurum’dan hangi trenle taşımacılığımızı yapabiliriz? Bir de diyelim ki, biz dış ve iç tam bir bağımsızlık isteriz. Fakat, acaba kendi başımıza yapabilecek miyiz? Ondan önce, acaba bizi kendi başımıza bırakacaklar mı, bırakmayacaklar mı?”
Bu arada Trabzon’dan gelen bir telgrafta, Sivas Kongresi’nin genel bir kongre olmasına ve bir temsil heyeti seçmesine karşı olduklarını bildirdiler. Erzurum ve Trabzon’dan buna benzer haberler geliyordu. Hatta Kazım Karabekir Paşa bile Trabzon delegelerinin görüşünü paylaşmaktadır. Diğer yandan Elazığ Valisi Ali Galip’in, İngilizlerin de yardımını sağlayıp kongreyi basacağı duyuldu. Bütün bunlar hiç kuşkusuz çok büyük sorunlardı. Bir yanda dış baskı ve tehlike, diğer yanda “Mandacıların çalışmaları ve Trabzon delegelerinin, Kongreyi çok ileri gitmekle suçlayan ithamları vardı. Mandacıların isteği ve ısrarı üzerine ABD Kongresi’ne bir mektup yazıldı. Aynı tarihlerde ABD Monreo Doktrini’ne dönerek Avrupa sorunlarından uzaklaştı. Versay’ı tanımadığı gibi, “Manda” konusu ile de ilgilenmedi. Bütün bu engellere rağmen Kongre 11 Eylül’de çalışmalarını başarıyla tamamladı. Bu çalışmaları sonunda bir beyanname yayınladı. Yurt içine ve yurt dışına gönderilen bu beyanname çok etkili oldu.
Birinci Dünya Savaşı sonuna doğru, A.B.D. Orta Doğu’da söz sahibi olmayı düşünüyordu. Amerikalı uzmanlar tarafından hazırlanan rapora göre A.B.D’nin Türkiye politikası, Türkiye’nin Avrupalı Devletler tarafından paylaşılması, Ermenilere azınlıkta olmalarına rağmen devlet kurma hakkının tanınmasının Amerika’nın demokrasi anlayışına uymayacağı ve Türkiye kendi demokratik yönetimini kuruncaya kadar bir süre A.B.D. vesayetine verilmesi esaslarını kapsıyordu. Fakat Başkan Wilson Paris Barış Konferansı’nda bunları dikkate almamıştı. İngiltere ve Fransa’nın da politikasıyla Orta Doğu’yu yağmalayınca A.B.D. de Ermeni sorunu ve Türkiye Mandası ile ilgilendi.
Milletler Cemiyeti Misakının “Manda” ile ilgili maddesine bağlı olarak Osmanlı Devleti’nden ayrılabilecek yerlerin ve buraları yönetecek “mandater” devletin seçimi için Paris Barış konferansı bir komisyon gönderilmesi karan almıştı. Ancak bu komisyona Fransa ve İngiltere katılmadığı için bu komisyon A.B.D. tarafından kuruldu. King Crane Komisyonu adını alan bu komisyon hem Arap, hem de Türk bölgelerini gezerek bir rapor hazırlayacaktı. 4 Haziran’da İstanbul’da bulunan bu komisyon Amerikan mandası yandaşlarını çok umutlandırmıştı.
1 Haziran’da Arap ülkelerine giden komisyon 21 Temmuz’da İstanbul’a gelerek çalışmalarını sürdürdü. Amiral Bristol de A.B.D’nin Türkiye dahil Arap ülkelerini de kapsayan bir manda isteğinde idi. Bu sebeple İstanbul’daki Amerikan mandası yandaşları bu komisyonla ilişki kurmaya çalıştı. Komisyon, hazırladığı bu raporda Türkiye’yi İstanbul, Ermenistan ve Anadolu olarak üçe ayırıyor ve her üçünün de Amerikan mandasına verilmesini öneriyordu. Mandacılık konusunda Wilson ayrıca General Harbord’u, A.B.D. mandasının uygulanabilme imkanlarını incelemek ve daha ayrıntılı bir rapor vermesi için görevlendirdi.
Geniş bir kadro ile Türkiye’ye gelen Harbord, uzun çalışmalardan sonra bir rapor hazırladı. Ermeni konusunda ileri sürülenlerin asılsız olduğunu belirtti. Türkiye mandası konusunda da, milliyetçilerin kanlarının son damlasına kadar bağımsızlık için savaşmaya kararlı olduklarını ve bu sebeple bu ülkeye egemen olmak için mutlaka milliyetçilerle savaşmak gerektiğini, bunun için de 400-500 bin kişilik bir orduya gereksinme bulunduğunu, bu ordunun masraflarının A.B.D. için ağır olacağını, yerli kaynakların ise buna yetmeyeceğini, Türkiye’nin çok fakir olduğunu, mandanın kabulü halinde bunun A.B.D. için ekonomik bir yük olacağını petrolün Türklerde değil İngiliz bölgesinde kaldığını belirtiyordu.
Dıştan ve içten gelen bütün zorluklara karşın Sivas Kongresi, Türk tarihinde başlı başına bir dönüm noktası oldu. Ulusal ihtilal, savaş, kurtuluş, inkılap, cumhuriyet devrini getiren hamlenin vatan bütünlüğü adına temelim Sivas Kongresi attı. İhtilalin ilk gazetesi “İrade-i Milliye” Sivas’ta çıktı. Yabancı bir devletin güdümünde yaşama önerisi olan “Manda” konusu bir daha gündeme gelmedi. Atatürk’ün “Ya İstiklal, ya ölüm” parolası bundan sonra temel ilke olarak yaygınlaştı ve benimsendi. “Türk ulusunun onurlu ve şerefli bir ulus olarak yaşaması ve bunun ancak tam bağımsızlıkla sağlanabileceği burada kesinleşti. Ulusal sınırımızın esasları burada saptandı”. “Ya başaramazsanız!” diye soran Amerikalı gazeteciye ve inceleme yapan General Harbord’a M. Kemal şu yanıtı verdi. “Bir ulus varlığını ve bağımsızlığını sağlamak için, düşünce sınırlarını aşan girişimler ve fedakarlıklarda bulunduktan sonra başarılı olur. Ya başarılı olmazsa demek, o ulusun ölmüş olacağına karar vermek demektir. ”
Sivas Kongresi kararlarıyla Erzurum’da alman kararlar onaylandı. Bütün Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” adı altında birleştirildi ve Temsil Heyeti bütün ülke için geçerli oldu. Bütün sivil ve askeri güçler bir otorite altına alınmaya başlandı ve İstanbul Hükümeti’nin otoritesine üstünlük sağlandı. Batı Anadolu da bu otoriteye bağlandı. Ali Fuat Paşa, Batı Anadolu’daki bütün Kuva-yı Milliyeyi kapsamak üzere “Umum Kuva-yı Milliye Kumandanlığına atandı. Sivas kongresiyle M. Kemal’in, bütün ulus bireylerini ve düşüncesini ulusal idareye ortak etmek ve bağlamak konusunda gösterdiği başarı sayesinde, Padişah iradesi yıkılıyor ve ulusal egemenlik ilkesi geliyordu. Böylece ulusal bağımsızlık yanında ulusal egemenlik de aşama aşama kaçınılmaz bir şekilde gerçekleşiyordu. Bu tarihten itibaren M. Kemal Paşa’yı kurulmakta olan yeni Türk Devleti’nin hukuki ve fiili iktidarım temsil ettiği için de, milli hükümetin başkanı olarak kabul etmek gerekir.
Sivas Kongresi’nin toplanması ve tüm ülkeyi ilgilendiren kararlar alması içte ve dışta büyük yankılar yapmakta gecikmedi. Kuva-yı Milliye ruhu tüm ülkede hızla yayılmaya başladı. Batılı devletler bu olayı, devlete başkaldırma olarak nitelemelerine rağmen, kendi kamu oylarında, bu hareketin ulusal bir dava olduğu anlaşılmaya başlandı. Fakat İstanbul Hükümeti, bu Kongreyi meşru olmayan bir isyan olarak değerlendirdi. Damat Ferit “Anadolu hareketleri, Birinci Dünya Savaşı’nda terfi etmiş bir kaç subayın işidir. Bu hareketler, alevleri sönmüş bir saman ateşinden başka birşey değildir” diyordu.
Anadolu’da İttihatçılık ve Bolşeviklik yapıldığı ileri sürülüyordu. İstanbul basınında çıkan aleyhtar yazılar, Ulusal Savaşı yapanları, hayalci olarak nitelerken, ülkenin başına gelen bütün felaketlerin de sorumlusu gösteriyordu. Ülkenin gerçek kurtuluşunun ancak siyaset ile başarılabileceğini ileri sürüyordu. İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Robeck, Mustafa Kemal Paşa’nın başlattığı hareketin “Bağımsız bir Cumhuriyet” kurulmasına yöneldiğini 17 Eylül’de Lord Curzon’a bildirdi. Times 22 Eylül tarihli nüshasında “Anadolu Cumhuriyeti” başlıklı yazıda, M. Kemal’in cumhuriyet kuracağını ileri sürüyor ve bu haberleri Sivas Kongresi sırasında orada bulunan General Harbord ve gazeteci Mr. Brown’ın yazılarına bağlıyordu.
alıntı
Damat Ferit bir yandan seçim oyalamacası içinde durdurmaya çalıştığı kongre faaliyetlerini, diğer yandan Ali Galip olayındaki başarısızlıktan aldığı dersten de yararlanarak, Anadolu’ya “Tahkik Heyetleri” göndermekle engellemeye çalışıyordu. Harbiye Nazın Nazım ve Dahiliye Nazın Adil Beyler’in imzasını taşıyan ve Tahkik Heyetleri’ne verilen talimat ile; Demirci Mehmet Efe ve Şükrü isimli kimselerin halkı çetelere katılmaya çağırdıkları ve karşı koyardan idam edeceklerini ilan ettiklerinin ve M. Kemal ile Rauf Bey’in askerlikten istifa ile Kongre toplamak, halkı isyana tahrik edecek bildiri yayınlamak, çete kurulmasına sebep oldukları ve Yunan işgalinin bu sebeple yapıldığı hatırlatıldıktan sonra, heyetlere verilen görevler belirtiliyordu.
Bir yandan nasihat verecek olan bu heyetler, İstanbul Hükümeti’nin emirlerinin geçmesini sağlayacak, uyma-yanları azledecekler, Saraya ve İngiliz politikasına uysal bir kadro oluşmasını sağlayacaklar ve silahlı direnişin yanlış olduğunu anlatacaklardı. Heyetler 16 Ağustos günü İstanbul’dan hareket ettiler. Ankara yöresine gelen heyeti Ali Fuat Paşa kaçırttı. Öteki heyet 26 Ağustos’ta Erzurum’a vardı. Yapılan görüşmelerden Saray’ın İngiliz Mandası için çalıştığı, heyetin Doğu’da İngiliz Muhipler Cemiyeti’nin bir şubesini kurmak istediği ve Padişah’a karşı muhabbet, Milli Mücadele’ye ve Kazım Karabekir Paşa’ya karşı husumet uyandırmaya çalıştığı anlaşıldı.
Damat Ferit Batı Anadolu Kongreleri’nin Doğu Anadolu Kongreleri ile birleşmesini engellemek için Batı Anadolu Kongrelerini hoşgörüyle karşılayıcı bir tutum izledi. Kaldı ki Batı Anadolu Kongreleri’nin prensipleri Saray’ın mutlakiyetine karşı değildi ve Amasya, Erzurum’da ortaya konan “Milli Egemenlik” prensibi Batı Anadolu Kongreleri’nde ortaya konmamıştı. Umum Jandarma Komutanı Kemal Paşa İstanbul Hükümeti’nin teftiş göreviyle 8 Ağustos’ta Balıkesir’e gelmiş Kuva-yı Milliye’yi dağıtmak ve ileri gelenlerini tutuklamak için çalışmaya başlamıştı. Fakat Paşa Nazilli’de Kuva-yı Milliye tarafından gözaltına alınmıştı. 31 Ağustos’ta Hacim Muhittin Bey kendisiyle görüştü ve ikna edilerek İstanbul’a gönderildi. Jandarma Komutanı Kemal Paşa basında (Alemdar) yaptığı 6 Eylül tarihli mülakatta “… Milli teşkilat denilen şey köylülerin, kasabalıların vatanlarını, evlerini, barklarını, namus ve iffetlerini Yunanlılara karşı muhafaza için ahalinin birleşmesidir” diyerek Kuva-yı Milliye lehinde konuştu.
Amasya Genelgesi’nden hemen sonra Sivas’ta toplanacak kongre için çalışmalar başlamış, fakat Erzurum Kongresi dolayısıyla bir süre ertelenmişti. Erzurum Kongresi bittiğinden Sivas Kongresi için yoğun bir çaba başladı. Bir yandan İstanbul Hükümeti’nin baskısı diğer yandan İşgal kuvvetlerinin tehditleri dolayısıyla bazı kimselerde endişe ve çekingenlik belirmişti. Bu sebeple gecikme oluyordu. M. Kemal Paşa daha Erzurum’da iken, Sivas Valisi Reşit Paşa’dan 20 Ağustos 1919 tarihinde gelen telgrafta, Fransız binbaşı Bruno’nun, eğer M. Kemal Paşa burada bir kongre toplarsa Sivas’ı askeri işgal altına alacaklarını bildirdiğini belirterek, eğer ikinci kongre toplamak çok gerekli değilse vazgeçilmesini istiyordu. M. Kemal Paşa derhal yanıt vererek, endişeye yer olmadığını, kongrenin toplanmasının aylardan beri bilinen konu olduğunu, Fransızların blöf yaptığını belirtti. Ne Fransızların, ne de başka bir yabancı devletin yardımına ihtiyacı bulunmadığını söyledikten sonra, “benim için en büyük barınma yeri ve yardım kaynağı milletimin kucağıdır” yanıtını verdi.
Sivas Kongresi öncesi yeni bir fikir daha oluşuyordu. “Amerikan Mandası”. Milli Mücadele’yi kendi içinden yozlaştıracak çok tehlikeli bir gelişmeydi. Ayrıca Sivas-Erzurum yolu bir çok tehlikelerle doluydu. İşte M. Kemal böylesine baskılar ve tehlikeler altında Erzurum’dan ayrıldı. 30 Ağustos’ta Erzincan’a vardı. Yollarda büyük tehlikeler ve sıkıntılar göze alınarak yola devam edildi ve Sivas’a 2 Eylül günü halkın coşkun gösterileri arasında ulaşıldı.
En yakın arkadaşları ve aydınların büyük bir kısmı mandacılığa kapılmışlar ve O’na mandayı kabul edelim diye baskı yapıyorlardı. İstanbul’dan Halide Edip ve Kara Vasıf dan gelen mektup Ali Fuat Paşa tarafından özetlenerek 28 Ağustos’ta Erzurum’a yollanmıştı. Üç mektupta da Amerikan Manda’sından söz ediliyordu.
Telgraftan alan Atatürk çok sinirlenmişti. Manda isteyenlerin telgraftan okunduktan sonra, yanındakilere şöyle diyordu: “Biz muvaffak olacağız. Buna şüphem yok. Acaba zafere kavuştuğumuz ve memleketi kurtardığımız zaman Osmanlı ricalinin ileri gelenleri utanmak hissini duyabilecekler mi? … Öyle bir manda istenecek veya verilecekmiş ki, hakimiyet hakkına, hariçte temsil hakkımıza, kültür istiklalimize, vatan bütünlüğümüze dokunulmayacakmış. Buna ve böylesine, Amerikalılar değil, çocuklar bile güler. Herşeyin başında, Amerikalılar, kendilerine hiçbir menfaat temin etmeyen böyle bir mandayı niçin kabul etsinler? Amerikalılar bizim kara gözlerimize mi aşık olacaklar? Bu ne hayal ve gaflettir. Amerikan mandası diye çırpınanlar, düşman işgali altında bulunan sinirleri ve zaafları ile millete ve bize inanmayanlardır. Bizim hayal ve macera peşinde koştuğumuzu sananlardır. Eğer bunlar, Anadolu’nun ve Türk milletinin gerçek duygularını bilseler; bizim çalışmalarımızın hedefini kavrayabilseler, Erzurum Kongresi’nin kararlarının nasıl bir milli vicdan mahsulü olduğunu takdir edebilseler, bu yanlış fikirlerinden dolayı utanç duyarlar. Bunlar, ümitsizlik ve bozgunluk içinde realitelerden uzak olarak yaşayan ve ne yapacaklarını, ne yapılmakta olduğunu bilmeyen insanlardır. Kongre duygularını açıkça belirtmiştir. Heyet-i Temsiliye kararını vermiştir. Milli irade, şuur ve istikametini bulmuştur. Davamız yürümektedir ve yürüyecektir Başarmamak için hiçbir sebep yoktur. Hiçbir menfi kararı tanımayacağız, t- illi hakimiyet esasını ve Milli Meclis kararını dile getirmeyen hiçbir anlaşmayı, hiçbir taahhüdü kabul etmeyecek ve tanımayacağız. Hayır Paşalar, hayır beyefendiler, hayır hanımefendiler hayır manda yok, ya istiklal ya ölüm var!… “.
Sivas Kongresi’nin toplanması için lise binası, okul müdüründen adeta zorla alınmıştı ve toplantıya hazırlanabilmişti. Sivas’a gelmeye başlayan üyeler, Şekeroğlu İsmail Bey tarafından misafir ediliyorlardı.
Kongre 4 Eylül 1919′da toplandı. Kongre’nin açılış saati olan 14′e beş kala M. Kemal Paşa geldi. Binaya gelirlerken Rauf Bey’in sözlerine Mustafa Kemal Paşa şu kısa ve sert yanıtı veriyordu: “Bekir Sami Bey’ in evinde verdiğiniz kararı bana tebliğ ediyorsunuz öyle mi?” Konu sonra anlaşıldı. Bekir Sami Bey’in kaldığı evde Rauf, Kara Vasıf, İsmail Hami Beyler ve bazı kimseler toplanarak M. Kemal Paşa’nın kongrede başkan olmaması için karar almışlar ve Rauf Bey bu karan kendi düşüncesi imiş gibi M. Kemal Paşa’ya açıklamıştı. Fakat bu toplantıdan haberi olan Mustafa Kemal Paşa Rauf Bey’e o sert yanıtı vermişti. İşin ilginç yanı Bekir Sami Bey’in evinde toplanan bu kimseler manda yanlısı idiler ve M. Kemal Paşa başkan seçilmezse, manda için istedikleri bir karan kolay kabul ettirebilirlerdi.
Kongre, M. Kemal Paşa’nın açış konuşmasıyla başladı. Başkanlığa M. Kemal seçildi. 8 Eylül günü, İsmail Hami (Danişmend) tarafından hazırlanmış ve 25 delegenin imzasını taşıyan “Amerikan Mandası” isteyen önerge gündeme alındı. Manda konusu şimdi, hem de büyük bir taraftar bularak, Sivas Kongresi’nin gündemine giriyordu. Bu kadar geniş bir taraftar bulması M. Kemal Paşa’yı çok üzdü. Rauf Bey ve Refet Bey gibi, Amasya Genelgesi’ni imzalamış kişiler bile şimdi bu önergeyi destekliyorlardı. İstanbul’dan gelen Kara Vasıf Bey bu konuda oldukça etkili idi. Sivas’a bir Amerikalı gazeteci getirmişlerdi. Brawn adındaki bu gazeteciye “Manda” yanlıları çok büyük ilgi ve saygı gösteriyorlardı.
Mandacılar diye bilinen kişilerin bu görüşlerini mektuplarından ve kongre tutanaklarından yararlanarak şöyle özetleyebiliriz: “Yirminci yüzyılda 50 milyon lira borcu, harap bir memleketi, pek münbit olmayan bir toprağı ve ancak 10-15 milyon lira geliri olan bir kavim için bir dış himaye olmaksızın yaşamak imkanı olamaz. Bağımsız yaşamaya mali durumumuz elverişli değildir. Parasız ör duşuz ne yapabiliriz? Onlar uçak ile havada uçuyorlar, biz henüz kağnı arabasından kurtulamıyor uz… Bugün bağımsızlığımızı kurtarsak bile yine günün birinde bizi paylaşırlar. Eğer İzmir Yunanistan’da kalsa ve aramızda bir savaş açılsa, düşmanımız Yunanistan’dan gemi ile asker getireceği halde, acaba biz Erzurum’dan hangi trenle taşımacılığımızı yapabiliriz? Bir de diyelim ki, biz dış ve iç tam bir bağımsızlık isteriz. Fakat, acaba kendi başımıza yapabilecek miyiz? Ondan önce, acaba bizi kendi başımıza bırakacaklar mı, bırakmayacaklar mı?”
Bu arada Trabzon’dan gelen bir telgrafta, Sivas Kongresi’nin genel bir kongre olmasına ve bir temsil heyeti seçmesine karşı olduklarını bildirdiler. Erzurum ve Trabzon’dan buna benzer haberler geliyordu. Hatta Kazım Karabekir Paşa bile Trabzon delegelerinin görüşünü paylaşmaktadır. Diğer yandan Elazığ Valisi Ali Galip’in, İngilizlerin de yardımını sağlayıp kongreyi basacağı duyuldu. Bütün bunlar hiç kuşkusuz çok büyük sorunlardı. Bir yanda dış baskı ve tehlike, diğer yanda “Mandacıların çalışmaları ve Trabzon delegelerinin, Kongreyi çok ileri gitmekle suçlayan ithamları vardı. Mandacıların isteği ve ısrarı üzerine ABD Kongresi’ne bir mektup yazıldı. Aynı tarihlerde ABD Monreo Doktrini’ne dönerek Avrupa sorunlarından uzaklaştı. Versay’ı tanımadığı gibi, “Manda” konusu ile de ilgilenmedi. Bütün bu engellere rağmen Kongre 11 Eylül’de çalışmalarını başarıyla tamamladı. Bu çalışmaları sonunda bir beyanname yayınladı. Yurt içine ve yurt dışına gönderilen bu beyanname çok etkili oldu.
Birinci Dünya Savaşı sonuna doğru, A.B.D. Orta Doğu’da söz sahibi olmayı düşünüyordu. Amerikalı uzmanlar tarafından hazırlanan rapora göre A.B.D’nin Türkiye politikası, Türkiye’nin Avrupalı Devletler tarafından paylaşılması, Ermenilere azınlıkta olmalarına rağmen devlet kurma hakkının tanınmasının Amerika’nın demokrasi anlayışına uymayacağı ve Türkiye kendi demokratik yönetimini kuruncaya kadar bir süre A.B.D. vesayetine verilmesi esaslarını kapsıyordu. Fakat Başkan Wilson Paris Barış Konferansı’nda bunları dikkate almamıştı. İngiltere ve Fransa’nın da politikasıyla Orta Doğu’yu yağmalayınca A.B.D. de Ermeni sorunu ve Türkiye Mandası ile ilgilendi.
Milletler Cemiyeti Misakının “Manda” ile ilgili maddesine bağlı olarak Osmanlı Devleti’nden ayrılabilecek yerlerin ve buraları yönetecek “mandater” devletin seçimi için Paris Barış konferansı bir komisyon gönderilmesi karan almıştı. Ancak bu komisyona Fransa ve İngiltere katılmadığı için bu komisyon A.B.D. tarafından kuruldu. King Crane Komisyonu adını alan bu komisyon hem Arap, hem de Türk bölgelerini gezerek bir rapor hazırlayacaktı. 4 Haziran’da İstanbul’da bulunan bu komisyon Amerikan mandası yandaşlarını çok umutlandırmıştı.
1 Haziran’da Arap ülkelerine giden komisyon 21 Temmuz’da İstanbul’a gelerek çalışmalarını sürdürdü. Amiral Bristol de A.B.D’nin Türkiye dahil Arap ülkelerini de kapsayan bir manda isteğinde idi. Bu sebeple İstanbul’daki Amerikan mandası yandaşları bu komisyonla ilişki kurmaya çalıştı. Komisyon, hazırladığı bu raporda Türkiye’yi İstanbul, Ermenistan ve Anadolu olarak üçe ayırıyor ve her üçünün de Amerikan mandasına verilmesini öneriyordu. Mandacılık konusunda Wilson ayrıca General Harbord’u, A.B.D. mandasının uygulanabilme imkanlarını incelemek ve daha ayrıntılı bir rapor vermesi için görevlendirdi.
Geniş bir kadro ile Türkiye’ye gelen Harbord, uzun çalışmalardan sonra bir rapor hazırladı. Ermeni konusunda ileri sürülenlerin asılsız olduğunu belirtti. Türkiye mandası konusunda da, milliyetçilerin kanlarının son damlasına kadar bağımsızlık için savaşmaya kararlı olduklarını ve bu sebeple bu ülkeye egemen olmak için mutlaka milliyetçilerle savaşmak gerektiğini, bunun için de 400-500 bin kişilik bir orduya gereksinme bulunduğunu, bu ordunun masraflarının A.B.D. için ağır olacağını, yerli kaynakların ise buna yetmeyeceğini, Türkiye’nin çok fakir olduğunu, mandanın kabulü halinde bunun A.B.D. için ekonomik bir yük olacağını petrolün Türklerde değil İngiliz bölgesinde kaldığını belirtiyordu.
Dıştan ve içten gelen bütün zorluklara karşın Sivas Kongresi, Türk tarihinde başlı başına bir dönüm noktası oldu. Ulusal ihtilal, savaş, kurtuluş, inkılap, cumhuriyet devrini getiren hamlenin vatan bütünlüğü adına temelim Sivas Kongresi attı. İhtilalin ilk gazetesi “İrade-i Milliye” Sivas’ta çıktı. Yabancı bir devletin güdümünde yaşama önerisi olan “Manda” konusu bir daha gündeme gelmedi. Atatürk’ün “Ya İstiklal, ya ölüm” parolası bundan sonra temel ilke olarak yaygınlaştı ve benimsendi. “Türk ulusunun onurlu ve şerefli bir ulus olarak yaşaması ve bunun ancak tam bağımsızlıkla sağlanabileceği burada kesinleşti. Ulusal sınırımızın esasları burada saptandı”. “Ya başaramazsanız!” diye soran Amerikalı gazeteciye ve inceleme yapan General Harbord’a M. Kemal şu yanıtı verdi. “Bir ulus varlığını ve bağımsızlığını sağlamak için, düşünce sınırlarını aşan girişimler ve fedakarlıklarda bulunduktan sonra başarılı olur. Ya başarılı olmazsa demek, o ulusun ölmüş olacağına karar vermek demektir. ”
Sivas Kongresi kararlarıyla Erzurum’da alman kararlar onaylandı. Bütün Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” adı altında birleştirildi ve Temsil Heyeti bütün ülke için geçerli oldu. Bütün sivil ve askeri güçler bir otorite altına alınmaya başlandı ve İstanbul Hükümeti’nin otoritesine üstünlük sağlandı. Batı Anadolu da bu otoriteye bağlandı. Ali Fuat Paşa, Batı Anadolu’daki bütün Kuva-yı Milliyeyi kapsamak üzere “Umum Kuva-yı Milliye Kumandanlığına atandı. Sivas kongresiyle M. Kemal’in, bütün ulus bireylerini ve düşüncesini ulusal idareye ortak etmek ve bağlamak konusunda gösterdiği başarı sayesinde, Padişah iradesi yıkılıyor ve ulusal egemenlik ilkesi geliyordu. Böylece ulusal bağımsızlık yanında ulusal egemenlik de aşama aşama kaçınılmaz bir şekilde gerçekleşiyordu. Bu tarihten itibaren M. Kemal Paşa’yı kurulmakta olan yeni Türk Devleti’nin hukuki ve fiili iktidarım temsil ettiği için de, milli hükümetin başkanı olarak kabul etmek gerekir.
Sivas Kongresi’nin toplanması ve tüm ülkeyi ilgilendiren kararlar alması içte ve dışta büyük yankılar yapmakta gecikmedi. Kuva-yı Milliye ruhu tüm ülkede hızla yayılmaya başladı. Batılı devletler bu olayı, devlete başkaldırma olarak nitelemelerine rağmen, kendi kamu oylarında, bu hareketin ulusal bir dava olduğu anlaşılmaya başlandı. Fakat İstanbul Hükümeti, bu Kongreyi meşru olmayan bir isyan olarak değerlendirdi. Damat Ferit “Anadolu hareketleri, Birinci Dünya Savaşı’nda terfi etmiş bir kaç subayın işidir. Bu hareketler, alevleri sönmüş bir saman ateşinden başka birşey değildir” diyordu.
Anadolu’da İttihatçılık ve Bolşeviklik yapıldığı ileri sürülüyordu. İstanbul basınında çıkan aleyhtar yazılar, Ulusal Savaşı yapanları, hayalci olarak nitelerken, ülkenin başına gelen bütün felaketlerin de sorumlusu gösteriyordu. Ülkenin gerçek kurtuluşunun ancak siyaset ile başarılabileceğini ileri sürüyordu. İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Robeck, Mustafa Kemal Paşa’nın başlattığı hareketin “Bağımsız bir Cumhuriyet” kurulmasına yöneldiğini 17 Eylül’de Lord Curzon’a bildirdi. Times 22 Eylül tarihli nüshasında “Anadolu Cumhuriyeti” başlıklı yazıda, M. Kemal’in cumhuriyet kuracağını ileri sürüyor ve bu haberleri Sivas Kongresi sırasında orada bulunan General Harbord ve gazeteci Mr. Brown’ın yazılarına bağlıyordu.
alıntı