zeberus1234
Yeni Üye
Anadolu’da yetişen velîlerden. 1855 (H.1272) senesinde Bingöl’ün Karlıova ilçesine bağlı Hacılar köyünde doğdu. Babası Molla Muhyiddîn Efendidir. Küçük yaşta tahsil hayatına başlayan İbrâhim Efendi, çeşitli medreselerde eğitim gördü. Amcasının oğlu Şeyh Ahmed Efendinin sohbetlerinde kemâle geldi. Hocası Ahmed Efendi ile Erzurum’a gidip, Taşkesen köyüne yerleşti.
İbrâhim Efendi 1914 Rus harbinde Kafkas cephesinde talebeleriyle birlikte savaştı. Sarıkamış yakınlarında harp esnâsında bir şarapnel parçası ile ayağından yaralanarak gâzi oldu. Bu yaradan dolayı topal kaldı ve Topal Şeyh olarak da anıldı. Birinci Dünyâ Harbi, Erzurum’un işgâli, Ermeni zulmü ve Cumhuriyetin ilk yıllarında meşakkatli bir hayat sürmesine rağmen, talebe yetiştirmekten vazgeçmedi.
Bâzı gereksiz sebeplerden dolayı 1926 senesinde tutuklanarak Hınıs mahkemesince, Harput (Elazığ) İstiklâl Mahkemesine sevkedildi. Yaralı ayağına ve Şubat ayının çetin kış şartlarına rağmen yaya olarak Elazığ’a gönderildi. Elazığ İstiklâl Mahkemesi tarafından, İzmir’de mecbûrî ikâmete tâbi tutuldu. Bu arada köydeki evi, eşyâsı, hayvanları ve kütüphânesine, devlet tarafından el konuldu. Hanımı ve çocukları parasız ve açıkta kaldı. Erzurum ve Pasinler'de akrabâ ve dostlarının yanına sığınmak mecbûriyetinde kaldılar.
İzmir’de iken, bölge halkı tarafından sevilmeye başlayan İbrâhim Efendi, bir süre sonra Demirci ilçesine sürgün edildi.
Talebelerinden Şeyh Muhammed şöyle anlatır: “İzmir’de iken bir gün Bitlis’ten bir telgraf aldım. Şeyh Abdurrahman Tâgî’nin âilesinin İzmir’e sürgün edildiği bildiriliyor, ikâmetleri için büyükçe bir ev tutulması isteniyordu. İzmir’in yabancısı olduğumuz için şaşırıp kaldım. Sıkıntı ve moral bozukluğu içinde hocam İbrâhim Efendinin huzuruna gittim. Durumu anlattım. Hocam biraz düşündükten sonra bana dönerek; “Rahat ol! Ev arama! Şeyh hazretlerinin âilesi İzmir’e gelmeyecek.” dedi. Ben rahatladım ve ev aramaktan vazgeçtim. Aradan birkaç gün geçtikten sonra bir telgraf daha aldım. Bu defa; “Şeyhin âilesinin yola çıktığı bildiriliyordu. Büyük bir telaşla evden çıktım. Yolda İbrâhim Efendiye rastladım. Ona bakmadan yanından geçmek istedim. O kolumdan tutarak; “Hayrola Muhammed bu ne telaş!” dedi. Ben de sinirli bir şekilde; “Siz şeyhin âilesi gelmeyecek dediniz. Bugün bir telgraf aldım. Şeyhin âilesi yola çıkmış buraya geliyormuş.” dedim. İbrâhim Efendi tebessüm ederek gâyet ciddî; “Ben Allahü teâlâya yemin ederim ki Şeyhin âilesi İzmir’e gelmeyecek. Bunun için telaşlanma ve ev arama!” dedi. Artık Şeyhin âilesinin kesinlikle İzmir’e gelmiyeceğine inandım. Ama beni bu sefer yolda başlarına bir şey gelebileceği düşüncesi kapladı. Birkaç gün sonra aldığım telgrafta şeyhin âilesinin mecbûrî ikâmetinden vazgeçildiği, bu yüzden Nurşin’e geri döndüğü bildirildi.
Sevenlerinden Agıt Bey şöyle anlatır: “Bir akşam bâzı sürgün arkadaşlarla birlikte İbrâhim Efendiyi ziyârete gittik. Hepimiz sıkıntılı ve geleceğimizin ne olacağı merâkı ve endişesi içinde sohbeti dinliyorduk. Bir süre sonra bizlere; “Hiç üzülmeyin, yakında hepiniz evlerinize gideceksiniz. Çoluk çocuğunuzla refah içinde yaşıyacaksınız. Ben de geleceğim, ancak ne zaman ve nasıl geleceğimi söyleyemem” dedi. Birkaç gün sonra vefât etti ve Demirci'de defnedildi. "Ben de gelirim." deyip burada kalışına, hepimiz hayret ettik. Bir süre sonra biz evlerimize gönderildik. "Ben de gelirim." sözünün mânâsını ancak yirmi yedi sene sonra naaşının nakli sırasında anladık.”
İbrâhim Efendi 3 Kasım 1927 (H.1346) senesinde Demirci’de vefât etti ve buraya defnedildi. Sevenleri tarafından üzerine bir türbe yaptırıldı. 1954 senesinde türbenin bulunduğu yerden yol geçeceği için, kabrin nakli gerekti. Durum oğlu Abdülkuddüs Efendiye bildirildi ve izin istendi. Abdülkuddüs Efendi, babasının naaşını Erzurum’a nakledeceğini bildirerek, yola çıktı. Kalabalık bir cemâat ile kabir açıldı. 27 sene toprak altında kalan İbrâhim Efendinin kefeninde en ufak bir leke yoktu. Durum Erzurum ve Demirci'de büyük yankı uyandırdı. Taşkesenli Şeyh Ahmed Efendinin oğlu Şeyh Mehmed Sırrı Efendinin nezâretinde ve büyük bir cemâatle Taşkesen köyüne defnedildi. Kabri ziyâretgâh mahallidir.
İbrâhim Efendi 1914 Rus harbinde Kafkas cephesinde talebeleriyle birlikte savaştı. Sarıkamış yakınlarında harp esnâsında bir şarapnel parçası ile ayağından yaralanarak gâzi oldu. Bu yaradan dolayı topal kaldı ve Topal Şeyh olarak da anıldı. Birinci Dünyâ Harbi, Erzurum’un işgâli, Ermeni zulmü ve Cumhuriyetin ilk yıllarında meşakkatli bir hayat sürmesine rağmen, talebe yetiştirmekten vazgeçmedi.
Bâzı gereksiz sebeplerden dolayı 1926 senesinde tutuklanarak Hınıs mahkemesince, Harput (Elazığ) İstiklâl Mahkemesine sevkedildi. Yaralı ayağına ve Şubat ayının çetin kış şartlarına rağmen yaya olarak Elazığ’a gönderildi. Elazığ İstiklâl Mahkemesi tarafından, İzmir’de mecbûrî ikâmete tâbi tutuldu. Bu arada köydeki evi, eşyâsı, hayvanları ve kütüphânesine, devlet tarafından el konuldu. Hanımı ve çocukları parasız ve açıkta kaldı. Erzurum ve Pasinler'de akrabâ ve dostlarının yanına sığınmak mecbûriyetinde kaldılar.
İzmir’de iken, bölge halkı tarafından sevilmeye başlayan İbrâhim Efendi, bir süre sonra Demirci ilçesine sürgün edildi.
Talebelerinden Şeyh Muhammed şöyle anlatır: “İzmir’de iken bir gün Bitlis’ten bir telgraf aldım. Şeyh Abdurrahman Tâgî’nin âilesinin İzmir’e sürgün edildiği bildiriliyor, ikâmetleri için büyükçe bir ev tutulması isteniyordu. İzmir’in yabancısı olduğumuz için şaşırıp kaldım. Sıkıntı ve moral bozukluğu içinde hocam İbrâhim Efendinin huzuruna gittim. Durumu anlattım. Hocam biraz düşündükten sonra bana dönerek; “Rahat ol! Ev arama! Şeyh hazretlerinin âilesi İzmir’e gelmeyecek.” dedi. Ben rahatladım ve ev aramaktan vazgeçtim. Aradan birkaç gün geçtikten sonra bir telgraf daha aldım. Bu defa; “Şeyhin âilesinin yola çıktığı bildiriliyordu. Büyük bir telaşla evden çıktım. Yolda İbrâhim Efendiye rastladım. Ona bakmadan yanından geçmek istedim. O kolumdan tutarak; “Hayrola Muhammed bu ne telaş!” dedi. Ben de sinirli bir şekilde; “Siz şeyhin âilesi gelmeyecek dediniz. Bugün bir telgraf aldım. Şeyhin âilesi yola çıkmış buraya geliyormuş.” dedim. İbrâhim Efendi tebessüm ederek gâyet ciddî; “Ben Allahü teâlâya yemin ederim ki Şeyhin âilesi İzmir’e gelmeyecek. Bunun için telaşlanma ve ev arama!” dedi. Artık Şeyhin âilesinin kesinlikle İzmir’e gelmiyeceğine inandım. Ama beni bu sefer yolda başlarına bir şey gelebileceği düşüncesi kapladı. Birkaç gün sonra aldığım telgrafta şeyhin âilesinin mecbûrî ikâmetinden vazgeçildiği, bu yüzden Nurşin’e geri döndüğü bildirildi.
Sevenlerinden Agıt Bey şöyle anlatır: “Bir akşam bâzı sürgün arkadaşlarla birlikte İbrâhim Efendiyi ziyârete gittik. Hepimiz sıkıntılı ve geleceğimizin ne olacağı merâkı ve endişesi içinde sohbeti dinliyorduk. Bir süre sonra bizlere; “Hiç üzülmeyin, yakında hepiniz evlerinize gideceksiniz. Çoluk çocuğunuzla refah içinde yaşıyacaksınız. Ben de geleceğim, ancak ne zaman ve nasıl geleceğimi söyleyemem” dedi. Birkaç gün sonra vefât etti ve Demirci'de defnedildi. "Ben de gelirim." deyip burada kalışına, hepimiz hayret ettik. Bir süre sonra biz evlerimize gönderildik. "Ben de gelirim." sözünün mânâsını ancak yirmi yedi sene sonra naaşının nakli sırasında anladık.”
İbrâhim Efendi 3 Kasım 1927 (H.1346) senesinde Demirci’de vefât etti ve buraya defnedildi. Sevenleri tarafından üzerine bir türbe yaptırıldı. 1954 senesinde türbenin bulunduğu yerden yol geçeceği için, kabrin nakli gerekti. Durum oğlu Abdülkuddüs Efendiye bildirildi ve izin istendi. Abdülkuddüs Efendi, babasının naaşını Erzurum’a nakledeceğini bildirerek, yola çıktı. Kalabalık bir cemâat ile kabir açıldı. 27 sene toprak altında kalan İbrâhim Efendinin kefeninde en ufak bir leke yoktu. Durum Erzurum ve Demirci'de büyük yankı uyandırdı. Taşkesenli Şeyh Ahmed Efendinin oğlu Şeyh Mehmed Sırrı Efendinin nezâretinde ve büyük bir cemâatle Taşkesen köyüne defnedildi. Kabri ziyâretgâh mahallidir.