POLONYA TATARLARI
Marzena Godziñska
Polonyalılar, tarihlerinde Tatarlarla ilk defa 13. yüzyılda karşılaşmışlardı. O zamanlarda, Çengiz Hanın ölümünden sonra doğudaki Moğol ulusları, Doğu ve Orta Avrupa'ya ve Anadolu'ya (Köse Dağ 1243) hareket etti. Rus Prensliği'ni fethettikten sonra Moğol orduları Macaristan ile müttefiki olan Polonya'ya aynı zamanda hücum ettiler,. O zamanda Polonya prenslerinden en kuvvetlisi Henryk Pobo¿ny, Legnica meydan muharebesinde Moğollara karşı direnmeye çalışmış fakat büyük bozguna uğramıştı (1241). Fakat Moğol ordusunun hedefi Polonya değil, Macaristan idi, çünkü Moğol komutanları Polonya prensinin olabilecek yardımını engellemek istediler. Legnica meydan muharebesinden hemen sonra Moğol ordusu geri çekilerek Macaristan'a doğru yürüdü. Tatarlar, Çengiz Han'ın ordusuna katılan kavimlerden biriydi, fakat Avrupa'da o zamanlarda bu ad Moğol İmparatorluğu, yâni "Tatar" sözcüğü "Moğol" anlamına gelirdi (Jan Pian di Carpini, Historia Mongo³ów (Moğollar Tarihi", Benedykt Polak, Sprawozdanie (Rapor), C. de Bridia, Historia Tatarów (Tatarlar Tarihi), Jerzy Strzelczyk (editör), Spotkanie dwóch œwiatów. Stolica Apostolska a œwiat mongolski w po³owie XIII wieku (İki Dünyanın Karşılaşması: 13. yüzyıldaki Vatikan ve Moğollar, Poznañ 1993). Tatar sözcüğü Ortaçağ Avrupa'sında olumsuz çağrışımlar doğuruyor, antik mitolojide geçen "Tartar" kelimesine (ölmüş insanların göçtükleri yeraltı dünya) benzetiliyordu. Yabancı, şaşırtıcı, yabancı dille konuşan, bilinmeyen yöntemlerle savaşan ve - işin en kötüsü - devamlı olarak galip çıkan ordunun bilinmeyen dünya ucundan ansızın gelmesi o zamanın insanları paniğe uğratıp korkutuyordu. Rus Prensliği'nde olduğu gibi değil, Moğollar (Tatarlar) Polonya prenslerini kendilerine tabi kılmaya gayret etmediler. Siyasi (Polonya'nın Macaristan ve Rus Prensliği ile akdettiği ittifak) ve ekonomik (bol ganimet ile esirler) nedenlerle yapılan akınları 13. yy. boyunca devam etti. Bu tür saldırıların ilk hücum kadar korkutucu olmamasına rağmen bir yandan Polonya, Lituanya ve Batı Rus Prensliği'nin arazileri harabelere dönüştürerek bu ülkelerin ekonomisini yıkıyordu, öte yandan Polonya ile Lituanya'nın gelecekte yakınlaşmasını etkileyen faktörlerden biriydi. Bu bölgeye, yâni Lituanya'ya Tatarlar ilk olarak yerleştirilmişlerdi.
Tatar kavimlerinin Lituanya'ya yerleşmesi 14. yy.ın sonunda ve 15. yy.ın başında başladı. O zamanda, Polonya kralı W³adys³aw Jagie³³o'nun baba tarafından kuzeni olan Witold Lituanya'nın prensiydi. 14. yy.ın yarısından itibaren, Coçi Ulusu'ndan ayrılmış olan Altın Ordu'da iktidar savaşları başlamıştı. Han tahtına adaylar sık sık Lituanya'dan destek istiyorlardı. Lituanya sınırlarına sığınanlar ile Altın Ordu'ya karşı düzenlenen savaşlar sırasında esir düşenler ilk göçmen grubu oluşturuyordu. Ko³oczary (Koloçarı), Kazak³ary (Kazakları), Mareszlary (Mareşları), Prudziany (Prucanı) ve Vilnyus yakınlarında bulunan ve bugünlere kadar varolan Sorok Tatary (Kırk Tatarlar) adlı köyler Tatarların Lituanya'daki ilk yerleşimleriydi. Tatarlar 17. yy.a kadar Lituanya'ya kesintisiz olarak yerleşirlerdi. Başlangıçta Tatar köyleri, büyük siyasal ve sanayi merkezlerinin etrafında bulundu, sonra da birçok küçük köy ile yerleşim yeri kurulmaya başlandı. Tatar köy ile kasabalarını, bugünkü Batı Beyaz Rusya, değişik dönemlerde Lituanya ve Polonya'ya ait olan Beyaz Rusya, Batı Ukrayna ve bugünkü Lituanya'da (Sorok Tatara) bulmak mümkün. İlk göçmen grupları (14. ve 15, yy.) üç kuşağın hayatı boyunca hemen hemen tamamen özümlenip yerli dili ile Hıristiyanlığı kabûl etmişti. Yerli kadınlarla evlendiklerinden yerli halkla kaynaştılar. 16. yy.dan itibaren, Büyük Moskova Prensliği'nin yayılması nedeniyle Lituanya'ya gelen veya Lituanya - Tatar savaşları sırasında esir düşenler göçmenlerin ikinci dalgasını teşkil ediyorlardı.
14. yy. sonundan itibaren Polonya ile Lituanya arasında yakınlaşma süreci kaydedilmektedir. Jagellon hanedanının temsilcileri: gerek kardeşler gerekse de aynı kişi Büyük Lituanya Prensi'nin kalpağını ve Polonya Kraliyeti'nin tacını giyerek iki ülkenin tahtlarına çıkardı. 1569 yılında, Lublin şehrinde, birlik anlaşması iki ülke arasında imzalandı. Bu anlaşmanın neticesinde İki Millet Cumhuriyeti kuruldu. Ülkenin başında aynı kişi tarafından temsil edilen Kral ve Büyük Prens bulunuyor, yasama organı müşterek parlamento, bütün makamlar ise ikiliydi. O dönemde de Jagellon hanedanından son Kral ve Büyük Prens Sigismundus Augustus Tatarların 17. yy.da yerleştirildikleri Ukrayna'nın bir kısmını Polonya Kraliyeti ile birleştirdi.
Lipka Tatarları eski Polonya'ya yerleşen Tatar göçmenlerinin son kalabalık grubudur. Lipka sözcüğünün kökeni bilinmemektedir. Lipka Tatarları çeşitli boy ile gruplardan olup Polonya ordusunda hizmet yapan askerlerdi. Savaşlarda elde ettikleri başarılar nedeniyle 1659 yılında güney doğu Polonya'daki topraklar (Podolya ile Wo³yñ bölgeleri) kendilerine tahsis edildi. Devlet Hazinesi'nin maaşlarını devamlı olarak geciktirdiğinden 1672'de birkaç Lipka müfrezesi isyan edip Osmanlı sultanına hizmet vermeğe başladı. Jan Sobieski'nin (1674 yılında Polonya Kralı seçildi) çabaları sayesinde başkaldıranların bir kısmı kral için yeniden hizmet vermeğe başlayıp 1679 yılında, halen Bia³ystok ilinde bulunan kral mülkiyeti olan Ma³aszewicze, Studzianka, Drahle, Bohoniki ve Kruszyniany köylerine yerleştirilmişlerdi.
Polonya ile Lituanya'ya göçen Tatarlar birkaç toplumsal kesimden oluşmaktaydı. Doğrudan doğruya prense bağlı olan "Prens Tatarları" ile "Prens Tatarlarına" tabi tutulan ve er olarak askerî hizmet yapan "Kazak" Tatarları adlı gruplar kolayca ayrılabilir. Ayrıca, esir düşen Tatarla, prensin emri üzerine şehirlere ve kalelerin yakınlarına yerleştirilirlerdi. Bu tür kesimler Tatarların geleneksel toplum yapısını kısmen yansıtıyor, Lituanya'da ise bu toplumsal yapı arazi tahsisi ve arazi mülkiyetiyle ilgili olup tanınan ayrıcalıklarla pekiştiriliyordu.
Geleneksel toplumsal yapı, kuşaktan kuşağa geçip yeni yere yerleşmiş olan kişiler tarafından kullanılan unvanlara yansımaktadır. Büyük Lituanya Prensliği'nin ªurası'nda danışman olarak yeri olan ve Büyük Lituanya Prensliği Tatarlarının başında bulunan han oğluna "So³tan" veya "Carewicz" (tsareviç) (han oğlu) unvanı veriliyordu. "Ulan" Çengiz Han'ın ahfadı anlamındaydı. "KniaŸ" (prens) unvanı "U³an" (Ulan) ve Murza unvanlarına koşut olarak kullanılır, ömrünün bir kısmını padişahın ordusunda geçirmiş seçkin adamlara ise "bey" veya "ağa" unvanı takılırdı. İmam veya mollaların Tatar gruplarında önemli rolü vardı. İmamlar müminler tarafından seçilerek cemaatin ruhanî liderleriydi. Aynı zamanda hakim, noter fonksiyonunu görüp vasiyetnâme ile senetler hazırlayarak imzalar, evlilik ölüm vs. olaylar gibi nüfûs işleriyle uğraşırlardı.
Bugünlerde, Polonya'da oturmakta olan Tatarların torunları eski Polonya Cumhuriyeti'nde asilzade unvanına sahip olan ailelerden çıktıklarını iddia etmektedir. Fakat asilzade kesimine üyesi olmak, aile kökenine, araziye sahip olma hakkına, tanınmış olan siyasî ayrıcalıklara ve bir kişinin Polonya'nın savunmasına katılıp katılmamasına bağlı olup kanunların ilgili hükümlerinde tanımlanmıştır.
Hükümdarın her çağrısı üzerine silaha sarılmaları kaydıyla Tatarların seçkinleri olan "Prens Tatarlarına" toprak verilirdi. Tahsis edilen toprak, üzerine bağlı görev ile yükümlülüklerle birlikte çocuklara intikal ettirilebilip de satılamadı. Başlangıçta Tatarlar, asilzadelere ait olan araziler satın alamadılar. Böylece Tatarlar, asker hizmeti yapmağa mecbur olan "kiracı-sahip" durumundaydılar. Asilzadeler ile Tatarların kendi mülkiyetlerini büyütmek eğiliminde olduklarından ve Tatarların, üzerine konulmuş olan askerî yükümlülüklerden kurtulmak istediklerinden ilgili kanunlar nihayet değiştirilmişti. 1699 yılında kral tarafından onaylanmış imtiyaza göre Tatarlar araziye mülkiyetine ve bunu tasarruf hakkına tamamen sahip oldular. Aynı zamanda asilzadeler için uygulanan ceza kanunu hükümlerinin Tatarlar için uygulanmasıyla ilgili süreç sona erdi. Asilzade veya ailesinin üyelerinden birinin öldürülmesi veya yaralanması nedeniyle ödenmesi gereken tazminatın 1528'de Tatarlara tanındığı zaman bu süreç başladı.
Tatar kökenli asilzade ile Hıristiyan asilzadeler arasındaki fark siyasal haklarla ilgiliydi. Tatarlar bu tür haklardan yoksundular. Tatarlar bölge parlamentolarına katılmıyor, kendi milletvekillerini seçmiyor, bölge kuruluşlarında görev yapmıyorlardı. Bu tür hakların tanınmasını engelleyen faktör mezhep idi (Ortodoks ile Doğu Katolikler de aynı haklardan mahrumdular). Din sorunu, 17. yy.da, Polonya ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki ilişkilerin gergin olduğu zaman, adı geçen hakların tanınmasına karşı çıkanların elinde siyasal bir koz oluyordu. Müslüman Tatarlar bu engeli aşma çabasında asla bulunmadılar. Tatarlar kendi din haklarını (örn. cami inşa hakkını) ve yaptıkları askerî hizmetlerden kaynaklanan haklarını savunmakta kararlıydılar.
15. yy.dan itibaren Tatar müfrezeleri Polonya-Lituanya devleti tarafından yapılan bütün savaşlara katıldı. Tatar müfrezeleri, 1409-1411 yılları arasında süren Tötön ªövalyeleriyle savaşa ilk defa iştirak etti. O zamandaki savaş Polonya ve Lituanya için ölüm kalım mücadelesiydi; Grunwald zaferi ise hâlen Tatar kökenli Polonyalılar dahil olmak üzere Polonya vatandaşlarının tarih bilincinin pekiştirilmesini etkileyen faktörlerden biridir. Kırımdan gelen yardımcı müfrezeler ve Büyük Lituanya Prensi Witold'un tebaası olan Tatarlar olmak üzere bu meydan muharebesine yaklaşık 1.000 Tatar askeri katılmış. Polonya-Lituanya ordusunun başkomutanı olan Polonya Kralı W³adys³aw Jagie³³o Tatarların savaş taktiğini uygulayarak düşmanın niyetlerini keşfedebildiğinden hücum inisiyatifini ele almayı başardı. Müteakip dönemlerde, Tatar müfrezeleri, Tötön ªövalyeleri (sonra laik Prusya Prensliği), Moskova Prensliği, Rusya, Macaristan, Avusturya, Kazaklar, İsveç, hatta da Kırım Hanlığı ile Osmanlı İmparatorluğu'na karşı yapılan savaşlara katıldı. "İsveç tufanı" adını taşıyan İsveç istilâsı sırasında, Polonya ile Lituanya'nın İsveç ordusu tarafından 1655 yılında tamamen işgal edildiği zaman Kırım Hanı Polonya Kralı 2. Jan Kasimir Vasa'ya yardım ederek Tatar süvarilerinden oluşan bir müfreze gönderdi. 1674 yılında Polonya Kralı ile Büyük Lituanya Prensi unvanıyla tahta çıkacak III. Jan Sobieski o zamanda Tatar süvarilerinin başkumandanıydı. Tatar alayı, Polonya Kraliyeti'ne karşı vefasızca davranan Prusya Prensliği'nin topraklarında çok etkileyici sabotaj taktiği uyguluyordu.
Ancak bir defa Tatar kökenli Polonya vatandaşları Polonya Cumhuriyeti'ne karşı başkaldırdılar. Yukarıda söz ettiğimiz gibi hakkettikleri maaşın Polonya tarafından geciktirildiği için Lipka Tatarları 1672'de isyan ettiler. Tatar askerlerini çok takdir eden Jan Sobieski'nin çabaları sayesinde Türk ordusunun safına geçmiş olan Lipkalar, Polonya'ya geri dönüp Karlofça barış anlaşması imzalanıncaya kadar (1699) Viyana kuşatması olmak üzere Türkiye ile sürdürülen savaşa katılıyorlardı.
Müteakip yüzyılda, Polonya'nın çökmek üzere olduğu zaman, asilzadelerin Katolik mezhebini savunma sloganları attıkları Bar ve Brest Konfederasyonu'nda (1768-1772) olmak üzere Tatarlar, Polonya sınırları ile bağımsızlığını amaçlayan bütün savunma savaşlarına da iştirak ettiler. O dönemin siyasi durumunda, Ortodoks Rusya'nın, ana düşman olarak algılandığında Katoliklik savunma sloganları Rusya'ya yönelik olup bu tür sloganlar Polonya'nın Müslüman ve Katolik vatandaşlarının, vatan savunması alanındaki birleşmesini engellemedi. Nowogródek kasabasının (bugünkü Batı Beyaz Rusya) yakınlarında doğmuş ve Lituanya ordusunda ilk Tatar kökenli general olan Jozef Bielak 1792 yılında, 3 Mayıs 1791 günü hem Avrupa'da hem de Polonya'da ilk olarak onaylanmış anayasanın uğruna Rusya'ya karşı yapılan savaşta mücadele verdi. İki yıl sonra, Tadeusz Koœciuszko'nun isyanında şehit oldu. 1792 yılında, elde ettiği askerî başarılar nedeniyle bugüne kadar Polonya'da tanınan ve en önemli askerî nişan olan Virtuti Militari hacıyla taltif edildi.
14. yy.ın sonundan itibaren Polonya ve Lituanya devletine göçüp yerleşegelen Tatarlar Sünni Müslüman olup Kıpçak Türkçe'sinin çeşitli diyalektleriyle konuşan değişik boy ile aşiretlerin üyeleridirler. Yerleşmeye başladıkları dönemde Polonya ve özellikle Lituanya, birkaç milletin yaşadığı ve birkaç dille konuşulduğu devletlerdi. Bu nedenle farklı kültür ve yüz çizgileri o zamanın insanlarında düşmanlık duyguları doğurmuyordu. İlk göçmen dalgası (14.-15. yy.lar) kısa süre içinde yerli halkla kaynaştı. Lituanya'da oturan Tatarlar, Rus kadınlarıyla evlendiklerinden dinini koruyarak hızlı ruslaşıyorlardı. Polonya'da ise savaş esirleri olarak yerleştirilen Tatarların din ve toplum liderleri olmadığı için Polonya halkıyla tamamen özümlenmişlerdi. Bu tür yerleşimin izi olarak ancak köy adları bugünlere kadar korunmuştur.
Tatarların kendi dinini muhafaza etmesinde Türkiye ile Kırım Hanlığı'nın rolü çok önemliydi. Diplomatik ve ticarî ilişkiler üç ülkeyi birbirine, Tatarları ise hac farizası ve üst merci Müslüman mahkemelerince verilen kararları gerektiren davalar kendi kültürüne bağlıyordu. Tatar halkının yoğun olduğu yerleşimlerde camiler inşa edilirdi. Hıristiyanlar arasında misyoner faaliyetleri hariç mezhep hoşgörüsü söz konusuydu. Kral Sigismundus Augustus'un ölümünden sonra (1572) Polonya kralları seçilmeye başlandı. 1573 yılındaki parlamento oturumunda, ilk kralın seçildiğinde bütün Polonya Cumhuriyeti'nin vatandaşlarına din ve vicdan hürriyeti garanti eden Varşova Konfederasyonu Anlaşması imzalandı. Sonraki dönemlerde, seçilen kralın, iki tacı kabûl etmeden önce cumhuriyet düzeni konusundaki hakların yanı sıra adı geçen anlaşmayı imzalaması gerekiyordu. Gerçi Varşova Konfederasyonu Anlaşması'nda Müslümanlardan söz edilmedi, fakat o dönemde siyasete etkisi olan toplum kesimi tarafından şekillendirilen, en üst yasama makamı tarafından onaylanan ve yürütme organlarınca garanti edilen anlaşma, tam din ve vicdan hürriyetinin çok mezhepli devlette gerekli olduğu görüşünün yaygın olduğunu açıkça kanıtlar.
Polonya ile Lituanya'nın birleştirilmesi konusundaki anlaşmanın hazırlandığı parlamento, camilerin inşa edilmesine ve imamların yurtiçinde eğitilmesine izin vermişti. Neticesinde din okulları açılmaya başlandı. 17. yy.da cereyan eden savaşlar bu süreci engelledi. O dönemde Polonya Cumhuriyeti'nde 40 Müslüman cemaati faaliyetlerde bulunuyordu. Aynı yüzyılda, etnik yapısı değişik, son kalabalık Müslüman göçmen dalgaları ülkemize yerleşti. Bu grupların dini aynı olduğundan onlar Tatar veya Lipka olarak adlandırıldı. 17. yy.da Tatar toplumunun üst kesimleri dil bakımından polonyalılaştırıldı, ayrıca evlilikler kendi toplumsal gruplar içinde yapılmaya, yâni ayrı dinlere inanan çiftlerin evlilikleri önceki dönemlere göre daha seyrek olmaya başladı. Öte yandan, Tatar komutan ile subaylarının Polonyalı çevrelerle daha sık temasları neticesinde, Polonya kültürü ile dilini benimsiyorlardı. Polonyalılaştırma süreci daha yoksul grupları tedricen kapsıyordu. Bu kesimlerin ruslaştırıldığı dönemden sonra polonyalılaştırma zamanı geldi. Bu sürecin, ne Polonya ne de Lituanya'nın ilgili makamları tarafından baskı yapılmadan din hürriyeti havası içinde devam ettiğini vurgulamak gerek. Tatarların çoğu kendi inançlarını koruyor, din değiştirme olayları çok nadir oluyordu. 18. yy.da, ancak din ve gelenek ile görenekler, Polonya'da oturan Tatarları diğer toplumsal gruplardan ayıran faktörlerdi. Dil, mimarlık, giyim kuşam, ev düzeni, dindışı adetler ile günlük yaşam kültürü, Hıristiyan kesimlerine göre Tatarları farklı kılmıyordu. Kırım ve Türk esnafları tarafından üretilen silah, kumaş, eyer ve kıymetli eşya merakı Polonyalı asilzadeler arasında da çok yaygındı.
18. yy.ın sonunda (1795), Polonya ve Lituanya Cumhuriyeti, Rusya, Avusturya ve Prusya tarafından parçalanarak bağımsızlığını yitirdi. Tatar süvarileri, Polonya'nın can çekiştiği zaman ve Napolyon döneminde Polonya silahlı kuvvetleri içinde mücadele ediyorlardı. Polonya'nın, Napolyon savaşlarının son olarak tamamlandığı Viyana Kongresi'nde (1815) kesin olarak parçalanmasından ve sınır düzeltmelerinden sonra Tatarların oturdukları Polonya ile Lituanya bölgelerinin tümü Rusya'ya dahil edildi.
Marzena Godziñska
Polonyalılar, tarihlerinde Tatarlarla ilk defa 13. yüzyılda karşılaşmışlardı. O zamanlarda, Çengiz Hanın ölümünden sonra doğudaki Moğol ulusları, Doğu ve Orta Avrupa'ya ve Anadolu'ya (Köse Dağ 1243) hareket etti. Rus Prensliği'ni fethettikten sonra Moğol orduları Macaristan ile müttefiki olan Polonya'ya aynı zamanda hücum ettiler,. O zamanda Polonya prenslerinden en kuvvetlisi Henryk Pobo¿ny, Legnica meydan muharebesinde Moğollara karşı direnmeye çalışmış fakat büyük bozguna uğramıştı (1241). Fakat Moğol ordusunun hedefi Polonya değil, Macaristan idi, çünkü Moğol komutanları Polonya prensinin olabilecek yardımını engellemek istediler. Legnica meydan muharebesinden hemen sonra Moğol ordusu geri çekilerek Macaristan'a doğru yürüdü. Tatarlar, Çengiz Han'ın ordusuna katılan kavimlerden biriydi, fakat Avrupa'da o zamanlarda bu ad Moğol İmparatorluğu, yâni "Tatar" sözcüğü "Moğol" anlamına gelirdi (Jan Pian di Carpini, Historia Mongo³ów (Moğollar Tarihi", Benedykt Polak, Sprawozdanie (Rapor), C. de Bridia, Historia Tatarów (Tatarlar Tarihi), Jerzy Strzelczyk (editör), Spotkanie dwóch œwiatów. Stolica Apostolska a œwiat mongolski w po³owie XIII wieku (İki Dünyanın Karşılaşması: 13. yüzyıldaki Vatikan ve Moğollar, Poznañ 1993). Tatar sözcüğü Ortaçağ Avrupa'sında olumsuz çağrışımlar doğuruyor, antik mitolojide geçen "Tartar" kelimesine (ölmüş insanların göçtükleri yeraltı dünya) benzetiliyordu. Yabancı, şaşırtıcı, yabancı dille konuşan, bilinmeyen yöntemlerle savaşan ve - işin en kötüsü - devamlı olarak galip çıkan ordunun bilinmeyen dünya ucundan ansızın gelmesi o zamanın insanları paniğe uğratıp korkutuyordu. Rus Prensliği'nde olduğu gibi değil, Moğollar (Tatarlar) Polonya prenslerini kendilerine tabi kılmaya gayret etmediler. Siyasi (Polonya'nın Macaristan ve Rus Prensliği ile akdettiği ittifak) ve ekonomik (bol ganimet ile esirler) nedenlerle yapılan akınları 13. yy. boyunca devam etti. Bu tür saldırıların ilk hücum kadar korkutucu olmamasına rağmen bir yandan Polonya, Lituanya ve Batı Rus Prensliği'nin arazileri harabelere dönüştürerek bu ülkelerin ekonomisini yıkıyordu, öte yandan Polonya ile Lituanya'nın gelecekte yakınlaşmasını etkileyen faktörlerden biriydi. Bu bölgeye, yâni Lituanya'ya Tatarlar ilk olarak yerleştirilmişlerdi.
Tatar kavimlerinin Lituanya'ya yerleşmesi 14. yy.ın sonunda ve 15. yy.ın başında başladı. O zamanda, Polonya kralı W³adys³aw Jagie³³o'nun baba tarafından kuzeni olan Witold Lituanya'nın prensiydi. 14. yy.ın yarısından itibaren, Coçi Ulusu'ndan ayrılmış olan Altın Ordu'da iktidar savaşları başlamıştı. Han tahtına adaylar sık sık Lituanya'dan destek istiyorlardı. Lituanya sınırlarına sığınanlar ile Altın Ordu'ya karşı düzenlenen savaşlar sırasında esir düşenler ilk göçmen grubu oluşturuyordu. Ko³oczary (Koloçarı), Kazak³ary (Kazakları), Mareszlary (Mareşları), Prudziany (Prucanı) ve Vilnyus yakınlarında bulunan ve bugünlere kadar varolan Sorok Tatary (Kırk Tatarlar) adlı köyler Tatarların Lituanya'daki ilk yerleşimleriydi. Tatarlar 17. yy.a kadar Lituanya'ya kesintisiz olarak yerleşirlerdi. Başlangıçta Tatar köyleri, büyük siyasal ve sanayi merkezlerinin etrafında bulundu, sonra da birçok küçük köy ile yerleşim yeri kurulmaya başlandı. Tatar köy ile kasabalarını, bugünkü Batı Beyaz Rusya, değişik dönemlerde Lituanya ve Polonya'ya ait olan Beyaz Rusya, Batı Ukrayna ve bugünkü Lituanya'da (Sorok Tatara) bulmak mümkün. İlk göçmen grupları (14. ve 15, yy.) üç kuşağın hayatı boyunca hemen hemen tamamen özümlenip yerli dili ile Hıristiyanlığı kabûl etmişti. Yerli kadınlarla evlendiklerinden yerli halkla kaynaştılar. 16. yy.dan itibaren, Büyük Moskova Prensliği'nin yayılması nedeniyle Lituanya'ya gelen veya Lituanya - Tatar savaşları sırasında esir düşenler göçmenlerin ikinci dalgasını teşkil ediyorlardı.
14. yy. sonundan itibaren Polonya ile Lituanya arasında yakınlaşma süreci kaydedilmektedir. Jagellon hanedanının temsilcileri: gerek kardeşler gerekse de aynı kişi Büyük Lituanya Prensi'nin kalpağını ve Polonya Kraliyeti'nin tacını giyerek iki ülkenin tahtlarına çıkardı. 1569 yılında, Lublin şehrinde, birlik anlaşması iki ülke arasında imzalandı. Bu anlaşmanın neticesinde İki Millet Cumhuriyeti kuruldu. Ülkenin başında aynı kişi tarafından temsil edilen Kral ve Büyük Prens bulunuyor, yasama organı müşterek parlamento, bütün makamlar ise ikiliydi. O dönemde de Jagellon hanedanından son Kral ve Büyük Prens Sigismundus Augustus Tatarların 17. yy.da yerleştirildikleri Ukrayna'nın bir kısmını Polonya Kraliyeti ile birleştirdi.
Lipka Tatarları eski Polonya'ya yerleşen Tatar göçmenlerinin son kalabalık grubudur. Lipka sözcüğünün kökeni bilinmemektedir. Lipka Tatarları çeşitli boy ile gruplardan olup Polonya ordusunda hizmet yapan askerlerdi. Savaşlarda elde ettikleri başarılar nedeniyle 1659 yılında güney doğu Polonya'daki topraklar (Podolya ile Wo³yñ bölgeleri) kendilerine tahsis edildi. Devlet Hazinesi'nin maaşlarını devamlı olarak geciktirdiğinden 1672'de birkaç Lipka müfrezesi isyan edip Osmanlı sultanına hizmet vermeğe başladı. Jan Sobieski'nin (1674 yılında Polonya Kralı seçildi) çabaları sayesinde başkaldıranların bir kısmı kral için yeniden hizmet vermeğe başlayıp 1679 yılında, halen Bia³ystok ilinde bulunan kral mülkiyeti olan Ma³aszewicze, Studzianka, Drahle, Bohoniki ve Kruszyniany köylerine yerleştirilmişlerdi.
Polonya ile Lituanya'ya göçen Tatarlar birkaç toplumsal kesimden oluşmaktaydı. Doğrudan doğruya prense bağlı olan "Prens Tatarları" ile "Prens Tatarlarına" tabi tutulan ve er olarak askerî hizmet yapan "Kazak" Tatarları adlı gruplar kolayca ayrılabilir. Ayrıca, esir düşen Tatarla, prensin emri üzerine şehirlere ve kalelerin yakınlarına yerleştirilirlerdi. Bu tür kesimler Tatarların geleneksel toplum yapısını kısmen yansıtıyor, Lituanya'da ise bu toplumsal yapı arazi tahsisi ve arazi mülkiyetiyle ilgili olup tanınan ayrıcalıklarla pekiştiriliyordu.
Geleneksel toplumsal yapı, kuşaktan kuşağa geçip yeni yere yerleşmiş olan kişiler tarafından kullanılan unvanlara yansımaktadır. Büyük Lituanya Prensliği'nin ªurası'nda danışman olarak yeri olan ve Büyük Lituanya Prensliği Tatarlarının başında bulunan han oğluna "So³tan" veya "Carewicz" (tsareviç) (han oğlu) unvanı veriliyordu. "Ulan" Çengiz Han'ın ahfadı anlamındaydı. "KniaŸ" (prens) unvanı "U³an" (Ulan) ve Murza unvanlarına koşut olarak kullanılır, ömrünün bir kısmını padişahın ordusunda geçirmiş seçkin adamlara ise "bey" veya "ağa" unvanı takılırdı. İmam veya mollaların Tatar gruplarında önemli rolü vardı. İmamlar müminler tarafından seçilerek cemaatin ruhanî liderleriydi. Aynı zamanda hakim, noter fonksiyonunu görüp vasiyetnâme ile senetler hazırlayarak imzalar, evlilik ölüm vs. olaylar gibi nüfûs işleriyle uğraşırlardı.
Bugünlerde, Polonya'da oturmakta olan Tatarların torunları eski Polonya Cumhuriyeti'nde asilzade unvanına sahip olan ailelerden çıktıklarını iddia etmektedir. Fakat asilzade kesimine üyesi olmak, aile kökenine, araziye sahip olma hakkına, tanınmış olan siyasî ayrıcalıklara ve bir kişinin Polonya'nın savunmasına katılıp katılmamasına bağlı olup kanunların ilgili hükümlerinde tanımlanmıştır.
Hükümdarın her çağrısı üzerine silaha sarılmaları kaydıyla Tatarların seçkinleri olan "Prens Tatarlarına" toprak verilirdi. Tahsis edilen toprak, üzerine bağlı görev ile yükümlülüklerle birlikte çocuklara intikal ettirilebilip de satılamadı. Başlangıçta Tatarlar, asilzadelere ait olan araziler satın alamadılar. Böylece Tatarlar, asker hizmeti yapmağa mecbur olan "kiracı-sahip" durumundaydılar. Asilzadeler ile Tatarların kendi mülkiyetlerini büyütmek eğiliminde olduklarından ve Tatarların, üzerine konulmuş olan askerî yükümlülüklerden kurtulmak istediklerinden ilgili kanunlar nihayet değiştirilmişti. 1699 yılında kral tarafından onaylanmış imtiyaza göre Tatarlar araziye mülkiyetine ve bunu tasarruf hakkına tamamen sahip oldular. Aynı zamanda asilzadeler için uygulanan ceza kanunu hükümlerinin Tatarlar için uygulanmasıyla ilgili süreç sona erdi. Asilzade veya ailesinin üyelerinden birinin öldürülmesi veya yaralanması nedeniyle ödenmesi gereken tazminatın 1528'de Tatarlara tanındığı zaman bu süreç başladı.
Tatar kökenli asilzade ile Hıristiyan asilzadeler arasındaki fark siyasal haklarla ilgiliydi. Tatarlar bu tür haklardan yoksundular. Tatarlar bölge parlamentolarına katılmıyor, kendi milletvekillerini seçmiyor, bölge kuruluşlarında görev yapmıyorlardı. Bu tür hakların tanınmasını engelleyen faktör mezhep idi (Ortodoks ile Doğu Katolikler de aynı haklardan mahrumdular). Din sorunu, 17. yy.da, Polonya ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki ilişkilerin gergin olduğu zaman, adı geçen hakların tanınmasına karşı çıkanların elinde siyasal bir koz oluyordu. Müslüman Tatarlar bu engeli aşma çabasında asla bulunmadılar. Tatarlar kendi din haklarını (örn. cami inşa hakkını) ve yaptıkları askerî hizmetlerden kaynaklanan haklarını savunmakta kararlıydılar.
15. yy.dan itibaren Tatar müfrezeleri Polonya-Lituanya devleti tarafından yapılan bütün savaşlara katıldı. Tatar müfrezeleri, 1409-1411 yılları arasında süren Tötön ªövalyeleriyle savaşa ilk defa iştirak etti. O zamandaki savaş Polonya ve Lituanya için ölüm kalım mücadelesiydi; Grunwald zaferi ise hâlen Tatar kökenli Polonyalılar dahil olmak üzere Polonya vatandaşlarının tarih bilincinin pekiştirilmesini etkileyen faktörlerden biridir. Kırımdan gelen yardımcı müfrezeler ve Büyük Lituanya Prensi Witold'un tebaası olan Tatarlar olmak üzere bu meydan muharebesine yaklaşık 1.000 Tatar askeri katılmış. Polonya-Lituanya ordusunun başkomutanı olan Polonya Kralı W³adys³aw Jagie³³o Tatarların savaş taktiğini uygulayarak düşmanın niyetlerini keşfedebildiğinden hücum inisiyatifini ele almayı başardı. Müteakip dönemlerde, Tatar müfrezeleri, Tötön ªövalyeleri (sonra laik Prusya Prensliği), Moskova Prensliği, Rusya, Macaristan, Avusturya, Kazaklar, İsveç, hatta da Kırım Hanlığı ile Osmanlı İmparatorluğu'na karşı yapılan savaşlara katıldı. "İsveç tufanı" adını taşıyan İsveç istilâsı sırasında, Polonya ile Lituanya'nın İsveç ordusu tarafından 1655 yılında tamamen işgal edildiği zaman Kırım Hanı Polonya Kralı 2. Jan Kasimir Vasa'ya yardım ederek Tatar süvarilerinden oluşan bir müfreze gönderdi. 1674 yılında Polonya Kralı ile Büyük Lituanya Prensi unvanıyla tahta çıkacak III. Jan Sobieski o zamanda Tatar süvarilerinin başkumandanıydı. Tatar alayı, Polonya Kraliyeti'ne karşı vefasızca davranan Prusya Prensliği'nin topraklarında çok etkileyici sabotaj taktiği uyguluyordu.
Ancak bir defa Tatar kökenli Polonya vatandaşları Polonya Cumhuriyeti'ne karşı başkaldırdılar. Yukarıda söz ettiğimiz gibi hakkettikleri maaşın Polonya tarafından geciktirildiği için Lipka Tatarları 1672'de isyan ettiler. Tatar askerlerini çok takdir eden Jan Sobieski'nin çabaları sayesinde Türk ordusunun safına geçmiş olan Lipkalar, Polonya'ya geri dönüp Karlofça barış anlaşması imzalanıncaya kadar (1699) Viyana kuşatması olmak üzere Türkiye ile sürdürülen savaşa katılıyorlardı.
Müteakip yüzyılda, Polonya'nın çökmek üzere olduğu zaman, asilzadelerin Katolik mezhebini savunma sloganları attıkları Bar ve Brest Konfederasyonu'nda (1768-1772) olmak üzere Tatarlar, Polonya sınırları ile bağımsızlığını amaçlayan bütün savunma savaşlarına da iştirak ettiler. O dönemin siyasi durumunda, Ortodoks Rusya'nın, ana düşman olarak algılandığında Katoliklik savunma sloganları Rusya'ya yönelik olup bu tür sloganlar Polonya'nın Müslüman ve Katolik vatandaşlarının, vatan savunması alanındaki birleşmesini engellemedi. Nowogródek kasabasının (bugünkü Batı Beyaz Rusya) yakınlarında doğmuş ve Lituanya ordusunda ilk Tatar kökenli general olan Jozef Bielak 1792 yılında, 3 Mayıs 1791 günü hem Avrupa'da hem de Polonya'da ilk olarak onaylanmış anayasanın uğruna Rusya'ya karşı yapılan savaşta mücadele verdi. İki yıl sonra, Tadeusz Koœciuszko'nun isyanında şehit oldu. 1792 yılında, elde ettiği askerî başarılar nedeniyle bugüne kadar Polonya'da tanınan ve en önemli askerî nişan olan Virtuti Militari hacıyla taltif edildi.
14. yy.ın sonundan itibaren Polonya ve Lituanya devletine göçüp yerleşegelen Tatarlar Sünni Müslüman olup Kıpçak Türkçe'sinin çeşitli diyalektleriyle konuşan değişik boy ile aşiretlerin üyeleridirler. Yerleşmeye başladıkları dönemde Polonya ve özellikle Lituanya, birkaç milletin yaşadığı ve birkaç dille konuşulduğu devletlerdi. Bu nedenle farklı kültür ve yüz çizgileri o zamanın insanlarında düşmanlık duyguları doğurmuyordu. İlk göçmen dalgası (14.-15. yy.lar) kısa süre içinde yerli halkla kaynaştı. Lituanya'da oturan Tatarlar, Rus kadınlarıyla evlendiklerinden dinini koruyarak hızlı ruslaşıyorlardı. Polonya'da ise savaş esirleri olarak yerleştirilen Tatarların din ve toplum liderleri olmadığı için Polonya halkıyla tamamen özümlenmişlerdi. Bu tür yerleşimin izi olarak ancak köy adları bugünlere kadar korunmuştur.
Tatarların kendi dinini muhafaza etmesinde Türkiye ile Kırım Hanlığı'nın rolü çok önemliydi. Diplomatik ve ticarî ilişkiler üç ülkeyi birbirine, Tatarları ise hac farizası ve üst merci Müslüman mahkemelerince verilen kararları gerektiren davalar kendi kültürüne bağlıyordu. Tatar halkının yoğun olduğu yerleşimlerde camiler inşa edilirdi. Hıristiyanlar arasında misyoner faaliyetleri hariç mezhep hoşgörüsü söz konusuydu. Kral Sigismundus Augustus'un ölümünden sonra (1572) Polonya kralları seçilmeye başlandı. 1573 yılındaki parlamento oturumunda, ilk kralın seçildiğinde bütün Polonya Cumhuriyeti'nin vatandaşlarına din ve vicdan hürriyeti garanti eden Varşova Konfederasyonu Anlaşması imzalandı. Sonraki dönemlerde, seçilen kralın, iki tacı kabûl etmeden önce cumhuriyet düzeni konusundaki hakların yanı sıra adı geçen anlaşmayı imzalaması gerekiyordu. Gerçi Varşova Konfederasyonu Anlaşması'nda Müslümanlardan söz edilmedi, fakat o dönemde siyasete etkisi olan toplum kesimi tarafından şekillendirilen, en üst yasama makamı tarafından onaylanan ve yürütme organlarınca garanti edilen anlaşma, tam din ve vicdan hürriyetinin çok mezhepli devlette gerekli olduğu görüşünün yaygın olduğunu açıkça kanıtlar.
Polonya ile Lituanya'nın birleştirilmesi konusundaki anlaşmanın hazırlandığı parlamento, camilerin inşa edilmesine ve imamların yurtiçinde eğitilmesine izin vermişti. Neticesinde din okulları açılmaya başlandı. 17. yy.da cereyan eden savaşlar bu süreci engelledi. O dönemde Polonya Cumhuriyeti'nde 40 Müslüman cemaati faaliyetlerde bulunuyordu. Aynı yüzyılda, etnik yapısı değişik, son kalabalık Müslüman göçmen dalgaları ülkemize yerleşti. Bu grupların dini aynı olduğundan onlar Tatar veya Lipka olarak adlandırıldı. 17. yy.da Tatar toplumunun üst kesimleri dil bakımından polonyalılaştırıldı, ayrıca evlilikler kendi toplumsal gruplar içinde yapılmaya, yâni ayrı dinlere inanan çiftlerin evlilikleri önceki dönemlere göre daha seyrek olmaya başladı. Öte yandan, Tatar komutan ile subaylarının Polonyalı çevrelerle daha sık temasları neticesinde, Polonya kültürü ile dilini benimsiyorlardı. Polonyalılaştırma süreci daha yoksul grupları tedricen kapsıyordu. Bu kesimlerin ruslaştırıldığı dönemden sonra polonyalılaştırma zamanı geldi. Bu sürecin, ne Polonya ne de Lituanya'nın ilgili makamları tarafından baskı yapılmadan din hürriyeti havası içinde devam ettiğini vurgulamak gerek. Tatarların çoğu kendi inançlarını koruyor, din değiştirme olayları çok nadir oluyordu. 18. yy.da, ancak din ve gelenek ile görenekler, Polonya'da oturan Tatarları diğer toplumsal gruplardan ayıran faktörlerdi. Dil, mimarlık, giyim kuşam, ev düzeni, dindışı adetler ile günlük yaşam kültürü, Hıristiyan kesimlerine göre Tatarları farklı kılmıyordu. Kırım ve Türk esnafları tarafından üretilen silah, kumaş, eyer ve kıymetli eşya merakı Polonyalı asilzadeler arasında da çok yaygındı.
18. yy.ın sonunda (1795), Polonya ve Lituanya Cumhuriyeti, Rusya, Avusturya ve Prusya tarafından parçalanarak bağımsızlığını yitirdi. Tatar süvarileri, Polonya'nın can çekiştiği zaman ve Napolyon döneminde Polonya silahlı kuvvetleri içinde mücadele ediyorlardı. Polonya'nın, Napolyon savaşlarının son olarak tamamlandığı Viyana Kongresi'nde (1815) kesin olarak parçalanmasından ve sınır düzeltmelerinden sonra Tatarların oturdukları Polonya ile Lituanya bölgelerinin tümü Rusya'ya dahil edildi.