Aşk ve cam... Tek heceli iki küçük sözcük…Oysa anlamları ne kadar büyük… İkisi de öylesine hassas öylesine kırılgan… İkisinin de çekiciliği ve büyüleyiciliği gözlerinizi kamaştırıyor...
Ateşin cama can vermesi gibi, aşk da insana can vermiyor mu?... Özelliğini varlığının benzersiz biçiminde taşıyan cam, maddenin halleri içinde zarafetle tango yaparak özverili insanların ellerinde sanat eserine dönüşüyor… Aşk da insanoğlunun en girift duygularıyla yoğrulmuş bir hamur gibi kendini ispatlamaya ve var olmaya çalışıyor... Ona şekil vermek, onu korumak da elbette onu yüreğinde taşıyanlara kalıyor…
Bembeyaz pamuklara sarıp sarmalayıp yüreğinizin başköşesine oturtursunuz onu… Görünce mutluluktan uçacak gibi olursunuz…Onu görebilmek, sesini duyabilmek için türlü bahaneler bulursunuz… Anlaşılmasın diye de “Şey, ben şunu söylemek için aradım” dersiniz… Uyuyup uyanır o gelir aklınıza… Yüzünüzde bir gülümseme de oluşur o uykulu halinizde… Gözünüzden bile sakınırsınız… Yaşınız kaç olursa olsun çocuksu heyecanlar yaşamaya başlarsınız yıllara meydan okuyarak... Sanki kocaman bir uçurtmanın ipine takılıp deli divane döner durursunuz... Esen rüzgâr eşlik eder size çaldığı ıslıkla… Bulutlar perde olup korur sizi mor ötesi ışınlardan… Hayat size, siz de hayata sevinç içinde göz kırpmaya başlarsınız… Yatağına sığmayan nehirler gibi çağlayıp durursunuz… Gözleriniz görmez, kulaklarınız duymaz olur. ..Dünya ayağınızın altından kayıp gitse haberiniz olmaz… O’nun dışındaki her şey anlamsızdır…
Önceleri gönül limanınıza demir atan sevda gemisi, aklınızın alamayacağı kadar masumdur… Şiirlere konu olacak kadar duygu yüklüsünüzdür… Hatta şiirlere konu olmayı bırakın, siz şiir olursunuz… Günlerin takvim yapraklarından bir bir düştüğünü anlayamazsınız bile… Sonra kalbinizi yerle bir eden olaylar yaşamaya başlarsınız….
Hayallerinizin gerçeğe dönüşmesinin zor olduğunu hissedersiniz ve işte o anlar hayatın en hüzünlü anlarıdır... Böyle zamanlarda tuzla buz olan karmaşık duygularınız cam kırıkları misali yüreğinize saplanır… Aşk ve cam… Tek heceli iki küçük sözcük bu anlamda birbirine ne kadar da çok benzer… Ayrılık ve hüzünler kapınızı çalmaya, gözyaşlarınız sel olup akmaya başlar... İlginçtir ki güldüğünüzden daha çok ağlarsınız… Yüreğinizdeki cam kırıkları ne tarafa dönseniz o tarafa batar, orayı acıtır, orayı kanatır… Çift başlı bir hançerle arkadan vurulmuş gibi hissedersiniz kendinizi. Gözyaşlarınızı derdinize katık edip mutluluk oyunları oynarsınız... Bir volkan misali içiniz yandıkça yanar. Geriye kalan hatıraları ise pervasızca ortalığa savurursunuz... Vücudunuzun dört bir yanına paramparça incecik cam kırıkları batar… Gözle görünmez, hasarı bilinmez. Kimi yüzeyden kayıp düşse de, teninizin altında daha derin bir acı yaşarsınız. En çok da yüreği yüreğinize değmişlerin hikâyeleri yakar canınızı…
Kıymeti bilinmezse eğer, aşk da ne yazık ki cam gibi her an kırılmaya hazır… Kırık bir kalpteki duygular cam parçacıkları gibi dünyanın dört bir yanına yayılıveriyor bir anda... Onları teker teker toplayıp bir araya getirmek de, o gönlü kırana düşüyor… Kırılan bir kalbi tekrar geri kazanmak hiç de kolay değil elbette... Ama en azından imkânsız da değil…
Dostlukla….
Ateşin cama can vermesi gibi, aşk da insana can vermiyor mu?... Özelliğini varlığının benzersiz biçiminde taşıyan cam, maddenin halleri içinde zarafetle tango yaparak özverili insanların ellerinde sanat eserine dönüşüyor… Aşk da insanoğlunun en girift duygularıyla yoğrulmuş bir hamur gibi kendini ispatlamaya ve var olmaya çalışıyor... Ona şekil vermek, onu korumak da elbette onu yüreğinde taşıyanlara kalıyor…
Bembeyaz pamuklara sarıp sarmalayıp yüreğinizin başköşesine oturtursunuz onu… Görünce mutluluktan uçacak gibi olursunuz…Onu görebilmek, sesini duyabilmek için türlü bahaneler bulursunuz… Anlaşılmasın diye de “Şey, ben şunu söylemek için aradım” dersiniz… Uyuyup uyanır o gelir aklınıza… Yüzünüzde bir gülümseme de oluşur o uykulu halinizde… Gözünüzden bile sakınırsınız… Yaşınız kaç olursa olsun çocuksu heyecanlar yaşamaya başlarsınız yıllara meydan okuyarak... Sanki kocaman bir uçurtmanın ipine takılıp deli divane döner durursunuz... Esen rüzgâr eşlik eder size çaldığı ıslıkla… Bulutlar perde olup korur sizi mor ötesi ışınlardan… Hayat size, siz de hayata sevinç içinde göz kırpmaya başlarsınız… Yatağına sığmayan nehirler gibi çağlayıp durursunuz… Gözleriniz görmez, kulaklarınız duymaz olur. ..Dünya ayağınızın altından kayıp gitse haberiniz olmaz… O’nun dışındaki her şey anlamsızdır…
Önceleri gönül limanınıza demir atan sevda gemisi, aklınızın alamayacağı kadar masumdur… Şiirlere konu olacak kadar duygu yüklüsünüzdür… Hatta şiirlere konu olmayı bırakın, siz şiir olursunuz… Günlerin takvim yapraklarından bir bir düştüğünü anlayamazsınız bile… Sonra kalbinizi yerle bir eden olaylar yaşamaya başlarsınız….
Hayallerinizin gerçeğe dönüşmesinin zor olduğunu hissedersiniz ve işte o anlar hayatın en hüzünlü anlarıdır... Böyle zamanlarda tuzla buz olan karmaşık duygularınız cam kırıkları misali yüreğinize saplanır… Aşk ve cam… Tek heceli iki küçük sözcük bu anlamda birbirine ne kadar da çok benzer… Ayrılık ve hüzünler kapınızı çalmaya, gözyaşlarınız sel olup akmaya başlar... İlginçtir ki güldüğünüzden daha çok ağlarsınız… Yüreğinizdeki cam kırıkları ne tarafa dönseniz o tarafa batar, orayı acıtır, orayı kanatır… Çift başlı bir hançerle arkadan vurulmuş gibi hissedersiniz kendinizi. Gözyaşlarınızı derdinize katık edip mutluluk oyunları oynarsınız... Bir volkan misali içiniz yandıkça yanar. Geriye kalan hatıraları ise pervasızca ortalığa savurursunuz... Vücudunuzun dört bir yanına paramparça incecik cam kırıkları batar… Gözle görünmez, hasarı bilinmez. Kimi yüzeyden kayıp düşse de, teninizin altında daha derin bir acı yaşarsınız. En çok da yüreği yüreğinize değmişlerin hikâyeleri yakar canınızı…
Kıymeti bilinmezse eğer, aşk da ne yazık ki cam gibi her an kırılmaya hazır… Kırık bir kalpteki duygular cam parçacıkları gibi dünyanın dört bir yanına yayılıveriyor bir anda... Onları teker teker toplayıp bir araya getirmek de, o gönlü kırana düşüyor… Kırılan bir kalbi tekrar geri kazanmak hiç de kolay değil elbette... Ama en azından imkânsız da değil…
Dostlukla….