Türk Edebiyatında Mensur Eserler
Türkçenin bilinen ilk yazılı örnekleri olan Göktürk Yazıtları, mensur (düzyazı halinde) yazılmıştır. Uygur lehçesiyle de mensur eserler yazıldığını biliyoruz. Uygurlardan sonra 13. yüzyıla kadar mensur yazılmış Türkçe eser ya yoktur, ya da henüz ilim dünyasınca bilinmemektedir.
Türkçede nesir, dört döneme ayrılarak incelenebilir:
1. Klasik Nesir:
13. yüzyıldan başlayarak 19. yüzyıl ortalarına kadar gelen nesirdir. Klasik nesir iki koldan yürümüştür: Biri, halk hikâyelerinin, cenk kitaplarının, Battal Gazi destanlarının, Ahmediye, Muhammediye gibi dinî eserlerin, tarih kitaplarının yazıldığı sade nesir; diğeri ise, edebiyat eserlerinin yazıldığı sanatlı nesirdir. Sinan Paşa'nın Tazarru'-nâme'si, 15. yüzyılda yazılmıştır ve bu türün ilk önemli eseri sayılmaktadır. Mektuplar, hamse'ler (beş hikâyeden oluşan kitaplar), seyahatnâmeler vs. sanatlı nesirle yazılmış mensur eserlerdir. Sanatlı nesre inşâ, inşâ yazana münşî, inşâ'ların yer aldığı kitaplara münşeât denilmektedir.
2. Tanzimat Nesri:
1839'da başlayan Tanzimat, aslında bir siyasî harekettir. Ancak edebiyata da etki etmiştir. Tanzimat'la birlikte Batı'dan alınan ve edebiyatımızda da örnekleri verilen yeni türler, genellikle mensur türlerdir. Bunlar makale, fıkra, roman, hikâye, tiyatro, deneme vs.dir. Dolayısıyla yeni bir anlatım şekli, farklı özellikleri olan bir nesir şekli gelişti. Kısaca özetlemek gerekirse, bu dönem nesrinin özellikleri şunlardır: Dil, biraz daha sadedir. Cümleler kısa, açık ve anlaşılır özelliktedir. Esas olan fikri, düşünceyi vermek, okuyucuya birşeyler öğretmektir. Onun için üslûpta esas; sade, yalın ve doğrudan olmasıdır. Seci denilen ve klasik nesrimizde sıkça kullanılan iç kafiye terkedilmiştir.
3. Servet-i Fünûn Nesri:
1895-1901 yılları arasında yayımlanan Servet-i Fünûn dergisi çevresinde bir araya gelen edebiyatçılar, yeni edebî zevk ve tercihlerle yola koyuldular. Nesirde, birbirine benzeyen, ortak özellikleri olan bir tarz benimsediler. Bu tarzın başlıca özelliği; Tanzimatçılara göre daha ağır, süslü ve sanatlı bir dil kullanmalarıdır.
4. Yeni Nesir:
1911'de Selanik'te çıkan Genç Kalemler dergisiyle başlayan, Türkçede tasviyecilik, sadeleşme, özleşme ve arılaşma gibi uygulamalarla bugüne kadar gelen nesirdir.
Bu bölümde, edebiyatımızın Batı etkisinde gelişen türlerinden olan hikâye, roman, tiyatro, gezi (seyahat) ve deneme'yi, birer örnekle tanıtmaya çalışacağız:
l) HİKAYE
(Hikâyenin Tanımı, Unsurları; Plân, Konu, Zaman, Mekân, Kişi/Kişiler, Dil ve İfade Çeşitleri)
Hikâye; olmuş veya olabileceği düşünülmüş olayları, zamana ve mekâna bağlı olarak, sanatlı bir dille ve kısa bir biçimde anlatan edebî yazılara denir. Bu türe öykü de denilmektedir. Sözlü anlatım türü olarak da hikâye vardır. Bu, daha çok halk hikâyesi denilen hikâye türüdür.
Hikâyede temel öge, olay'dır. Bazen birkaç olay da olabilir. Hikâyede kişiler vardır. Kahraman dediğimiz bu kişilerin sayıları romana göre azdır. Bir ya da birkaç kişiden oluşur. Çevre tasvirleri kısa ve ayrıntısızdır. Ruhî tasvirlere de yer verilir. Anlatım sadedir. Olayın geçtiği belli bir zaman ve mekân vardır. Olay ya da olaylar genellikle kısa bir zaman biriminde geçer. Hikâyelerin konuları çoğunlukla gerçek hayattan alınır, ama sıradan değil ilginçtir. Hikâye, ya yazarın (üçüncü kişi) ya da kahramanın (birinci kişi) ağzından anlatılır.
Her hikâyenin bir konusu ve bir de anafikri vardır. Konusuz hikâye olmaz. Hikâyede anlatılan duygu, düşünce, olay, hayâl ya da durum, hikâyenin konusudur. Hikâyede konunun gerçeğe uygun olması aranan bir özelliktir.
İki tür hikâye vardır: Biri, olaya dayanan, bir ya da birkaç olayın anlatıldığı "olay hikâyesi"; diğeri ise, bir durumu, bir hâli, bir duyguyu anlatan "durum hikâyesi"dir.
Plânlı bir hikâyede üç bölüm bulunur:
1. Olayın ortaya konduğu, mekân ve kahramanların tanıtıldığı serim,
2. Olayın merak uyandıracak boyutlara ulaştığı, yan olaylarla örüldüğü düğüm,
3. Olayın bir sonuca ulaştığı, düğümün çözüldüğü, konunun anlaşıldığı çözüm bölümü.
Diğer bir deyişle bunlar; hikâyenin giriş, gelişme ve sonuç bölümleridir.
Günümüz hikâyeciliğinde bu plâna uymayan yazarlar da vardır. Durum hikâyelerinde yazardan, bu plâna bağlı kalması beklenemez.
Edebiyatımızın ünlü hikâye yazarlar
Ahmet Mithat Efendi, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Halit Ziya Uşaklıgil, Ömer Seyfettin, Reşat Nuri Güntekin, Refik Halit Karay, Memduh Şevket Esendal, Sait Faik Abasıyanık, Sabahattin Ali, Tarık Buğra, Ferit Edgü, Rasim Özdenören, Mustafa Kutlu, Sevinç Çokum, Yaşar Kaplan, Ali Haydar Haksal...
Türkçenin bilinen ilk yazılı örnekleri olan Göktürk Yazıtları, mensur (düzyazı halinde) yazılmıştır. Uygur lehçesiyle de mensur eserler yazıldığını biliyoruz. Uygurlardan sonra 13. yüzyıla kadar mensur yazılmış Türkçe eser ya yoktur, ya da henüz ilim dünyasınca bilinmemektedir.
Türkçede nesir, dört döneme ayrılarak incelenebilir:
1. Klasik Nesir:
13. yüzyıldan başlayarak 19. yüzyıl ortalarına kadar gelen nesirdir. Klasik nesir iki koldan yürümüştür: Biri, halk hikâyelerinin, cenk kitaplarının, Battal Gazi destanlarının, Ahmediye, Muhammediye gibi dinî eserlerin, tarih kitaplarının yazıldığı sade nesir; diğeri ise, edebiyat eserlerinin yazıldığı sanatlı nesirdir. Sinan Paşa'nın Tazarru'-nâme'si, 15. yüzyılda yazılmıştır ve bu türün ilk önemli eseri sayılmaktadır. Mektuplar, hamse'ler (beş hikâyeden oluşan kitaplar), seyahatnâmeler vs. sanatlı nesirle yazılmış mensur eserlerdir. Sanatlı nesre inşâ, inşâ yazana münşî, inşâ'ların yer aldığı kitaplara münşeât denilmektedir.
2. Tanzimat Nesri:
1839'da başlayan Tanzimat, aslında bir siyasî harekettir. Ancak edebiyata da etki etmiştir. Tanzimat'la birlikte Batı'dan alınan ve edebiyatımızda da örnekleri verilen yeni türler, genellikle mensur türlerdir. Bunlar makale, fıkra, roman, hikâye, tiyatro, deneme vs.dir. Dolayısıyla yeni bir anlatım şekli, farklı özellikleri olan bir nesir şekli gelişti. Kısaca özetlemek gerekirse, bu dönem nesrinin özellikleri şunlardır: Dil, biraz daha sadedir. Cümleler kısa, açık ve anlaşılır özelliktedir. Esas olan fikri, düşünceyi vermek, okuyucuya birşeyler öğretmektir. Onun için üslûpta esas; sade, yalın ve doğrudan olmasıdır. Seci denilen ve klasik nesrimizde sıkça kullanılan iç kafiye terkedilmiştir.
3. Servet-i Fünûn Nesri:
1895-1901 yılları arasında yayımlanan Servet-i Fünûn dergisi çevresinde bir araya gelen edebiyatçılar, yeni edebî zevk ve tercihlerle yola koyuldular. Nesirde, birbirine benzeyen, ortak özellikleri olan bir tarz benimsediler. Bu tarzın başlıca özelliği; Tanzimatçılara göre daha ağır, süslü ve sanatlı bir dil kullanmalarıdır.
4. Yeni Nesir:
1911'de Selanik'te çıkan Genç Kalemler dergisiyle başlayan, Türkçede tasviyecilik, sadeleşme, özleşme ve arılaşma gibi uygulamalarla bugüne kadar gelen nesirdir.
Bu bölümde, edebiyatımızın Batı etkisinde gelişen türlerinden olan hikâye, roman, tiyatro, gezi (seyahat) ve deneme'yi, birer örnekle tanıtmaya çalışacağız:
l) HİKAYE
(Hikâyenin Tanımı, Unsurları; Plân, Konu, Zaman, Mekân, Kişi/Kişiler, Dil ve İfade Çeşitleri)
Hikâye; olmuş veya olabileceği düşünülmüş olayları, zamana ve mekâna bağlı olarak, sanatlı bir dille ve kısa bir biçimde anlatan edebî yazılara denir. Bu türe öykü de denilmektedir. Sözlü anlatım türü olarak da hikâye vardır. Bu, daha çok halk hikâyesi denilen hikâye türüdür.
Hikâyede temel öge, olay'dır. Bazen birkaç olay da olabilir. Hikâyede kişiler vardır. Kahraman dediğimiz bu kişilerin sayıları romana göre azdır. Bir ya da birkaç kişiden oluşur. Çevre tasvirleri kısa ve ayrıntısızdır. Ruhî tasvirlere de yer verilir. Anlatım sadedir. Olayın geçtiği belli bir zaman ve mekân vardır. Olay ya da olaylar genellikle kısa bir zaman biriminde geçer. Hikâyelerin konuları çoğunlukla gerçek hayattan alınır, ama sıradan değil ilginçtir. Hikâye, ya yazarın (üçüncü kişi) ya da kahramanın (birinci kişi) ağzından anlatılır.
Her hikâyenin bir konusu ve bir de anafikri vardır. Konusuz hikâye olmaz. Hikâyede anlatılan duygu, düşünce, olay, hayâl ya da durum, hikâyenin konusudur. Hikâyede konunun gerçeğe uygun olması aranan bir özelliktir.
İki tür hikâye vardır: Biri, olaya dayanan, bir ya da birkaç olayın anlatıldığı "olay hikâyesi"; diğeri ise, bir durumu, bir hâli, bir duyguyu anlatan "durum hikâyesi"dir.
Plânlı bir hikâyede üç bölüm bulunur:
1. Olayın ortaya konduğu, mekân ve kahramanların tanıtıldığı serim,
2. Olayın merak uyandıracak boyutlara ulaştığı, yan olaylarla örüldüğü düğüm,
3. Olayın bir sonuca ulaştığı, düğümün çözüldüğü, konunun anlaşıldığı çözüm bölümü.
Diğer bir deyişle bunlar; hikâyenin giriş, gelişme ve sonuç bölümleridir.
Günümüz hikâyeciliğinde bu plâna uymayan yazarlar da vardır. Durum hikâyelerinde yazardan, bu plâna bağlı kalması beklenemez.
Edebiyatımızın ünlü hikâye yazarlar
Ahmet Mithat Efendi, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Halit Ziya Uşaklıgil, Ömer Seyfettin, Reşat Nuri Güntekin, Refik Halit Karay, Memduh Şevket Esendal, Sait Faik Abasıyanık, Sabahattin Ali, Tarık Buğra, Ferit Edgü, Rasim Özdenören, Mustafa Kutlu, Sevinç Çokum, Yaşar Kaplan, Ali Haydar Haksal...