Türkiye'de Anayasa Girişimleri ve Anayasal Hareketler
Türkiye'de Anayasa Girişimleri ve Anayasal Hareketler
Osmanlı İmparatorluğu Dönemi Anayasa Hareketleri
Osmanlı devletinin yönetim sistemine baktığımızda mutlak monarşi olduğunu görürüz bu sistemde ise padişahın yetkilerini sınırlandıra bilecek mekanizmalar yoktur. Padişah tüm görev v yetkileri kullanma ve paylaşma yetkisine sahipti mutlakıyetçi bir yapının anayasal sürece adım atması, bu açılardan ancak 19. yüzyılda mümkün olabilmiştir.[1]
Osmanlı devletinde anayasal gelişim süreci Batı’daki gibi halkın isteği ile mücadeleler sonuncunda ortaya çıkmamıştır. Tam tersi halkın isteği alınmadan tepeden inme şeklinde hem devlet içerisinde ki aydınların batılılaşma fikrini yayma çabaları hem de imparatorluk içindeki Hıristiyan kesimin Avrupa devlerinin ilgi odağı haline gelmesi bir takım düzenlemelerin yapılmasını zorunlu hale getirmiştir.
1808 yılında, Padişah ile Ayan temsilcileri arasında imzalanan ve siyasal bir anlaşma niteliği taşıyan sened-i ittifak’ın anayasal hareketler açısından büyük bir önemi vardır. Bu belgede padişah ilk defa egemenlik hakkını paylaşmış ve ayanların siyasal gücünü kabul etmiştir. Böylece mutlak iktidar ilk defa sınırlandırılmıştır. Yani, padişah artık eskiden olduğu gibi, dilediği şekilde hareket hakkına sahip değildir.
1808 yılında imzalanan sened-i ittifak merkezi hükümetin ne kadar zayıfladığını ortaya çıkaran bir belge olarak büyük önem taşır ve Türk anayasacılık hareketinin ilk basamağıdır. [2]
Yine anayasa hareketleri açısından Osmanlı döneminin ikinci önemli belgesi 1839 tarihli Tanzimat fermanı veya diğer adıyla Gülhane Hattı Hümayunu’dur. Gülhane’de yabancı devlet temsilcileri önünde okunan bu fermanla Osmanlı vatandaşlarına can ve mal güvenliği konusunda güvenceler verilmiş; askerlik ve vergi konularının daha adil bir şekilde düzenlenmesi ön görülmüştür. Sened-i ittifak’ın padişahla ayanlar arasında imzalanan iki taraflı bir anlaşma olmasına karşılık Tanzimat fermanı, padişahın tek taraflı iradesi ile halkına tanığı hakları içeren bir belgedir. Bu açıdan Tanzimat fermanı hukuk devletine geçisin ilk basamağıdır. Ancak bir anayasa niteliği taşımaz. [3]
Bu fermanın tek olumlu yönü ise ülkemizi meşrutiyet devrinin anayasasına ve bazı siyasi, hukuki ve kültürel müesseslerine götüren bir köprü olmasıdır. [4]
1856 yılında batılı devletlerin baskısı altında ilan edilen ıslahat fermanı ile Tanzimat fermanında vaat edilen haklar doğrulanmış; Müslüman ve Hıristiyan uyruklar arasındaki hak, askerlik, kamu hizmetlerine girme ve vergi toplama hususlarını tekrar düzenlemiş ve Hıristiyan halkın haklarını genişletmiştir. Tanzimat ve Islahat fermanı ile gelen bu gelişmeler Osmanlı devleti içinde bir anayasacılık akımı doğurmuştur. Genç Osmanlılar adı verilen bu grup Osmanlı imparatorluğunun çöküntüden kurtula bilmesi için, meşruti bir monarşiye geçilmesini, yani padişahın yetkilerinin kurulacak bir meclisle sınırlandırılmasını gerekli görüyordu. Bu akımın etkisi ile, 1876 yılında ilk Osmanlı anayasası (Kanun-i Esasi) ilan edilmiştir.
Kanun-i Esasi ile yasama yetkisi, Meclis-i Umumi adı verilen Heyet-i Ayan ile Heyet-i Mebusan adlarında iki meclisten oluşan bir organa verilmiştir. Yani 1961 anayasasında olduğu gibi iki meclis sistemi kabul edilmiştir. [5]
Heyet-i Ayan adını taşıyan meclisin bütün üyeleri padişah tarafından atanıyordu. Heyet-i Mebusan üyeleri ise, halk tarafından iki dereceli seçimle seçiliyordu. Anayasa parlamentonun yetkilerini dar tutmuştur. Örneğin bir parlamento üyesinin kanun teklif edebilmesi için, önce padişahtan izin alması gerekmektedir. Her iki meclis tarafından kabul edilen tasarılar, padişahın onayı olmadan yürürlüğe girememektedir. Hükümetin Heyet-i Mebusan’a karşı sorumluluğu anayasada açıkça belirtilmemiştir. Ayrıca padişah istediği zaman Heyet-i Mebusan’ı feshedebilmektedir. Nitekim ikinci Abdülhamit anayasanın bu niteliğinden yararlanarak 1878 yılında Mebusan meclisini dağıtmış ve ülkeyi tekrar mutlakıyetle yönetmeye başlamıştır. [6]
Bu anayasada padişaha çok önemli bir yetkide 113. madde ile tanınmıştır. Bu maddeye göre padişah, hükümetin güveliğini tehdit ettikleri anlaşılın kişileri ülkenin çok uzak yerlerine sürgüne gönderme hakkına sahiptir. Nitekim padişah bu yetkisine dayanarak bir çok kişiyi sürgüne göndermiştir. [7]
1876 Anayasası 1903 ve 1914 tarihlerinde iki kez değişikliğe uğramıştır. 1909 değişikliğinde meclisin feshi ile ilgili 35. madde değiştirilerek meclisin ağırlığı artırılmış ve feshi zorlaştırılmıştır. Bunu yanı sıra padişaha vatandaşları sürgün etme yetkisi veren 113. maddede yürürlükten kaldırılmıştır. Ayrıca kanun teklifinde bulunabilmek için padişahtan izin alma zorunluluğu da kaldırılmıştır. Böylece yapılan bu değişikliklerle padişahın yetkileri sınırlandırılmış ve parlamenter rejime geçiş için önemli bir adım atılmıştır.
Ulusal Kurtuluş Mücadelesi Dönemi ve 1921 Anayasası
Yapılan tüm değişikliklere ve meşruti bir anayasal sürece girildiği halde, Balkan savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Osmanlı Devleti'nin çöküş sürecini hızlandırmış ve anayasanın uygulanmasını engellemiştir. Birinci Dünya Savaşının ardından, Mondros mütarekesi ile toprakların işgal edilmesi, ülkede bir birine zıt iki görüşün doğmasına yol açmıştır. İstanbul hükümeti, işgalci devletlerin bir memuru gibi çalışmakta ve herhangi bir direnişi göze almamaktaydı. Buna karşılık Müdafaa-i Hukuk taraftarları ulusal kurtuluş mücadelecisini başlatmışlardır. Ancak bu hareketin karşısındaki en büyük güç işgalci devletlerle işbirliği yapan İstanbul hükümetidir.
Atatürk’ün Samsun’a çıktığı 19 Mayıs 1919 tarihi ulusal egemenliğe geçiş çabasının ilk basamağıdır. 23 Temmuz 1919 tarihinde Erzurum ve 4 Eylül 1919 tarihinde Sivas kongreleri bu çabayı destekleyen çalışmalardır. Yapılan tüm bu direniş hareketlerine engel olamayan İstanbul hükümeti Mebusan meclisi seçimlerinin yapılmasına izin vermek zorunda kaldı.
Müdafaa-i Hukuk taraftarlarının üstünlüğü ve kazandığı seçimle sonucunda, çalışamaz duruma gelen meclis 28 Ocak 1920 tarihinde Misak-ı Milli’yi kabul ederek dağılmıştır. Mustafa Kemal bunun üzerine tüm illere bir genelge göndererek, Ankara’da toplanacak olan “Olağan üstü yetkileri haiz” bir meclis için seçimlerin 15 gün içerisinde yapılmasını istemiştir. Böylece, 23 Nisan 1920 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldı. Bu meclis, hızlı karar alabilmek ve kararı uygulayabilmek için ilk iş olarak yürütme fonksiyonunu oluşturdu. Yürütme organını oluşturan icra vekilleri (bakanlar), meclis üyelerinden ve yine meclis tarafından seçiliyordu. Bir devlet başkanlığı makamının yaratılması da, siyasal nedenlerle uygun görülmemişti Osmanlı Türk anayasacılık tarihinde ilk kez, meclis hem yasama hem de yürütme yetkisini tek başına ele geçirmiştir. [8]
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin dayandığı ilkeler 20 Ocak 1921 Tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ile daha da açılığa kavuşturuldu. Kuruluş savaşı içindeki kuruluş yıllarının devlet yapısını belirleyen 1921 anayasası çok kısa bir belgedir. 23+1 ek madde olmak üzere 24 maddeden oluşur. Anayasaların geleneksel bölümlerinden yalnızca birini, devletin temel kuruluşunu gösterir. Hak ve özgürlükler bölümü, ön sözü, değiştirilme yöntemini gösteren hükümleri yoktur. Yani bu anayasa acil gereksinimleri karşılamak için geçici olarak hazırlanmış bir belge gibidir.
1921 Anayasası, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Yönetim biçimi halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etme esasına dayalıdır.” diye birinci maddesi ile Türkiye’de Cumhuriyeti yalnız fiilen değil hukukende kurmuştur. Şüphesiz 1921 anayasasının getirmiş olduğu en önemli yenilik “Milli Egemenlik” ilkesidir. Bu maddeye 1923 tarihinde eklenen “Türkiye devletinin Hükümet biçimi cumhuriyettir.” cümlesi adın resmen konmasından oluşmaktadır. 1. Türkiye Büyük Millet Meclisi, 1921 Anayasasının 1. maddesiyle Cumhuriyet esasını tanımlamış ve kabul etmiş bulunuyordu. [9].
1921 Anayasası güçler ayrılığı ilkesini değil, güçler birliğini kabul etmiş ve meclis hükümeti sistemini benimsemiştir. Meclis hükümet sistemi yasama ve yürütme yetkilerinin yasama organında birleşmesiyle oluşan kuvvetler birliği sistemidir. Bu yönetim biçiminde yasama ve yürütme yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde toplanmıştır. Bir devlet başkanlığı kurumu oluşturulmamıştır. Bakanlar Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçilmekte ve istenildiği zaman yine Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından değiştirilebilmektedir. Bakanlar kurulu, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne karşı herhan gibi bir hukuki yaptırım imkanına sahip değildir. [10] 1921 anayasası şekli ve içeriği ile o zaman ki olağan üstü ve acele ihtiyaçları karşılayacak sınırlı fakat gerekli hükümler içeriyordu. 1921 anayasası siyasi iktidarın icrasında sultana önemli bir yetki vermiş olan 1876 meşruti monarşisini şeklen yok etmeye cesaret edememiştir. Hatta son maddesi ile, 5 Eylül 1920 Nisab-ı Müzakereye kanunun kabul ettiği, meclisin amacı “ Saltanat ve Hilafeti kurtarmaktır.” diyerek bu makamın sahibi olarak milleti ilan etmekle monarşi ve saltanı ortadan kaldırmıştır. Ancak saltanat ve hilafet kurumlarına karşı mevcut olan geleneksel bağlılık ihtimalini göz önünde tutarak, ne devlet reisine ne de kabineye ayrı bir yer vermek olan Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanının aynı zamanda bakanlar kurulunca reislik etmesi esasını benimsemiştir.
1921 Anayasasının gerçek kimliğini ortaya koyan olay Lozan Konferansı’na İstanbul hükümet ininde çağrılması üzerine çıkarılan 30 Ekim 1922 tarih ve 307-308 sayılı meclis kararları olmuştur. Bunlara göre, 1921 Anayasası, egemenliği padişahtan alıp Osmanlı imparatorluğu’nun gerçek sahibi ve kurucusu olan millete vermiştir. O halde 1921 Anayasası ile Osmanlı imparatorluğu tarihe karışmış, yerine yeni ve Milli Türkiye Devleti gelmiştir.
Bir geçiş döneminin temel ihtiyaçları için hazırlanan bu anayasa, cumhuriyet anayasacılığı açısından “kalıcı izler bırakmış, bunların başında devlet konusundaki devrimci değişim olan Türkiye devleti” yani yeni bir devlet, yeni egemenlik anlayışı, kuvvetler birliği ve meclis hükümeti bu anayasanın kendisine özgü bir yeniliği olan “yerel yönetimler ve özerklikler” gibi hususlar gelmiştir. Anayasanın Türkiye Devleti’nden söz etmesi, aynı topraklarda yeni bir devletin kurulduğunu ilan etmektedir. Türk Devleti’nden değil de, Türkiye Devleti’nden sözü edilmesi etnik kökeni, dili, kültürü ne olursa olsun, Misak-ı Milli sınırları içinde yaşayan insanların siyasal birleşmesini ifade etmektedir.
13. maddesini “yerinden yönetim- yerel yönetim”e (madde 11- madde 23) ayıran bu anayasa, teorik olarak Geleneksel Merkeziyetçi sistemden ayrılmakla birlikte, ulusal iradenin tek temsilcisi olarak meclisi gören Mustafa Kemal, ağırlığını Merkeziyetçilikten yana koymuş, anayasanın vilayet ve nahiye şuraları gibi organları oluşturulmamıştır.
1921 Anayasası, 3 yıl 3 ay gibi kısa ömürlü olmuş ancak bu kısa zaman süresince kurtuluş savaşı başarıya ulaşmış, Saltanat ve Hilafet kaldırılmış ve Cumhuriyet ilan edilmiştir.
Bu anayasada en önemli değişiklik, 29 Ekim 1923 tarihli ve 364 sayılı yasa ile gerçekleştirilerek, Cumhuriyet ilan edilmiş ve böylece fiilen var olan cumhuriyetin adı konmuştur. Bu değişiklik 1921’in meclis hükümeti sisteminden 1924 Anayasasına geçişi sağlamıştır. “ Cumhuriyet, Ulusal Egemenlik ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin Üstün yeri” gibi esaslar 1921 kurtuluş anayasacılığına geçen miraslardır. 1961 ve 1982 Anayasalarının fesih deyiminden kaçınıp “seçimlerin yenilenmesi” deyiminin kullanmaları ve memleketimizdeki askeri müdahalelerin de kalıcı olmak niyetini güdememeleri de, bu güçlü mirasın bir sonucudur.
1921 Anayasası modeli olan “Meclis Hükümeti” olağan üstü koşullardan doğan geçici bir seçenek ve Mustafa Kemal içinde bir ara rejimi idi. Nitekim 1923 değişikliğiyle Yürütme ayrı bir organ olarak oluşturulmuş, 1924 Anayasası da bu yolu izlemiştir. [11]
Sonuç olarak 1921 Anayasası olağan üstü şartlarda oluşturulmuş bir anayasaydı. Bu nedenle ayrıntılı hükümlere yer verilmemiştir. 1921 Anayasası yerini 20 Nisan 1924 tarihinde kabul edilen 1924 Anayasasına yerini bırakmıştır.
Cumhuriyetin İlanı ve 1924 Anayasası
İkinci Türkiye Büyük Millet Meclisi 23 Ağustos 1923’te Lozan Antlaşmasını imzalamış ve daha sonra ülkenin bağımsızlığı çalışmalarını sonuçlandırmıştır.
1921 Anayasasının getirdiği ulusal egemenlik ilkesi ve sonraları alınan bir kararla 1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılması, cumhuriyetin ilan edileceğine işaretti.Cumhuriyet 29 Ekim 1923’te ilan edildi ancak cumhuriyetin ilanı yeni bir anayasa ile değil 1921 Anayasasında yapılan birtakım düzenlemelerle olmuştur.Bu düzenlemeler şöyledir.
“Anayasa değişikliğinin en temel ve belirleyici niteliği “Türkiye Devleti’nin hükümet rejimi Cumhuriyet’tir” ibaresidir.
“Türkiye Devleti’nin cumhurbaşkanı TBMM tarafından ve TBMM üyeleri arasından, bir seçim dönemi için seçilir. Tekrar seçilmeye cevaz verilmiştir.”
“Başbakan ve Bakanlar Kurulu’nun kuruluş ve göreve başlayış şeklini de düzenleyen bu anayasa değişikliklerine göre, başbakan, cumhurbaşkanı tarafından ve TBMM üyeleri içinden seçilir. Bakanlar kurulu cumhurbaşkanı tarafından meclisin onayına sunularak göreve başlar.”
Bu yapılan anayasa değişiklikleri ile meclis hükümeti sisteminden parlamenter sisteme geçiş sürecinde çok önemli mesafe katedilmiştir ve parlamenter sisteme geçiş süreci 1961 Anayasası ile tamamlanmıştır.
İkinci Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin seçilmesinden sonra, yeni bir anayasanın oluşturulması gereği ortaya çıkmıştır.1876 Kanun-i Esasi ve 1921 Teşkilat-ı Esasiye o günkü ihtiyaçlara cevap veremeyince yeni bir anayasaya ihtiyaç duyulmuş ve cumhuriyetin ilk anayasası olan 20 Nisan 1924 Anayasası yürürlüğe girmiştir. [12]
Bu anayasanın temel özellikleri 1921 Anayasası döneminde yaşanan “anayasal ikililik” süreci 1924 Anayasasının kabulü ile sona erdirilmiştir. [13]
1924 Anayasası sert bir anayasaydı. Meclis üye tam sayısının en az üçte biri anayasada değişiklik önerisinde bulunabiliyor, üye tam sayısının en az üçte ikisinin ise değişiklik yönünde oy kullanması gerekiyordu. Anayasanın birinci maddesinde yer alan ve devlet biçiminin cumhuriyet olduğuna ilişkin ilkede değişiklik yapılamıyor, değişiklik yapılması bile önerilemiyordu. Ayrıca anayasanın üstünlüğü esas kabul edilerek kanunların anayasaya aykırı olamayacağı ilkesi kabul ediliyordu. [14]
1924 anayasasında anayasanın üstünlüğü ilkesi vurgulanmış ve egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olduğu, Türk milletini ancak TBMM’nin temsil ettiği ve millet adına egemenlik hakkını yalnız onun kullanacağı belirtilmiştir. Saltanat ve hilafet yerine TBMM gösterilmiştir. 1924 anayasası yargı yetkisinin ulus adına bağımsız mahkemeler tarafından kullanılacağı düzenlemiştir. Ayrıca cumhurbaşkanına bir çok yetki verilmiştir. Örneğin; cumhurbaşkanının devletin başı olması, gerekli durumlarda meclise ve bakanlar kuruluna başkanlık etmesi, karşı imza ilkesi ve meclis tarafından kabul edilen yasaların yeniden görüşülmesi için meclise geri gönderilmesi.
1924 anayasasının meclis hükümeti ve parlamenter rejim arasında karma bir sistem kurduğu söylenebilir. 1924 anayasasının meclis hükümetini andıran yönleri Türk milletini ancak TBMM temsil eder ve millet adına egemenlik hakkını yalnız o kullanır. Yasama yetkisi ve yürütme gücü TBMM’de belirir ve onda toplanır maddesiyle meclis hükümeti her zaman denetleyebileceği ve düşürebileceği halde hükümetin meclisi feshetme yetkisi yoktur. Parlamenter sistemi andıran yönleri ise meclis yasama yetkisini kendi kullandığı halde yürütme yetkisini ancak cumhurbaşkanı ve bakanlar kurulu eliyle kullanabilir. Buna göre yürütme yetkisi teorik olarak mecliste bulunmakla beraber meclisin yürütme işlemlerini bizzat yapması söz konusu değildir. Bu sistemi anayasacılar kuvvetler birliği ve görevler ayrılığı sistemi olarak adlandırmaktadır. [15]
1924 anayasasının 1921 anayasasından farkı, 1924 anayasasında kısa da olsa yargı ve haklar bölümleri vardır. Örneğin; yargıç bağımsızlığı, yargıç güvencesi, yargılamanın açıklığı, savunma hakkı gibi. 1924 anayasasında idari bölümün ve yerel yönetimle ilgili hükümler çok kısaltılarak çeşitli hükümlere atılmış ve 1921’den farklı olarak vilayet işlerinin yetki genişliği ve görev ayrımı esasına göre yürütüleceği belirtilmiştir. [16]
1921 anayasasında başbakan ve bakanların bu sıfatları kazanmaları meclisin onay vermesine bağlıydı. 1924 anayasasında ise farklı bir düzenlemeye gidilmiş ve başbakan ve bakanların cumhurbaşkanının atamasıyla göreve başlayacakları ve sıfatlarını kazanacakları hükmü yer almıştır. [17]
1924 anayasası yedi defa değişikliğe uğramıştır. 1924 anayasasının getirdiği en önemli yeniliklerden biri laiklik ilkesidir. 10 Nisan 1928 yılında “Devletin dini İslam’dır” maddesi anayasadan çıkarılmıştır. 1937 yılında yapılan ikinci bir değişiklik ile de laiklik ilkesi anayasaya dahil edilmiştir. 1931 yılındaki değişiklik bütçenin mali yıl başlamadan en az üç ay önce TBMM’ye verilmesi zorunluluğunu getirmiştir. 1934 yılındaki değişiklik ile kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır. 1937 yılındaki değişiklik ile CHP’nin altı ilkesi anayasaya geçirilerek anayasa hükmü şekline getirilmiştir. 1945’de Osmanlıca kelimeleri yeni Türkçe’ye çeviren anayasa ikinci değişiklikle yeniden eski Osmanlıca’ya döndürülmüştür. [18]
Tüm bu değişikliklere rağmen başka bir anayasaya gereksinim duyulmasının sebebi 1924 anayasasının aslında demokratik bir ruha sahip olmakla beraber demokratik geleneklerin henüz sağlam bir şekilde yerleşmemiş olduğu bir ülkede çok partili hayatın aksamadan işlemesini sağlayacak hukuki güvencelerden yoksun olmasıydı. Ayrıca kanunların anayasaya uygunluğunu denetleyecek bağımsız bir yargı mekanizmasının varlığına sahip bir anayasa değildi. 27 Mayıs 1960 müdahalesi ile iktidara geçen Milli Birlik Komitesi kabul ettiği 1 sayılı kanunla 1924 anayasasının bir çok hükümlerini değiştiren geçici bir anayasa düzeni kurmuştur. Bu anayasaya göre Milli Birlik Komitesi TBMM’nin yetkilerine sahiptir. Komite yasama yetkisini bizzat, yürütme yetkisini de kendi seçtiği bakanlar eliyle kullanacaktır. Bakanları devlet tayin etmektedir. M.B.K. bakanları denetleme ve istediği takdirde azletme yetkisine sahiptir. Geçici anayasanın meydana getirdiği devlet başkanlığı makamı cumhurbaşkanı, başbakan, başkomutan ve M.B.K. başkanlığı yetkilerini kendisinde birleştirmiştir. [19]
Yetki ve ayrıcalıklarla donatılan M.B.K. kamu kanaatinin en iyi şekilde temsil edileceği bir kurulun anayasayı hazırlaması gerektiği fikrinde birleşmiş ve siyasal parti temsilcileri yargı organları üyeleri, üniversite üyeleri, barolar, sendikalar, ticaret odalar ve basın üyelerinden oluşan bir temsilciler birliği oluşturmuştur. Bu meclis içinde ayrıca seçimle iş başına gelen ve M.B.K. tarafından atanan üyeler de mevcuttur. M.B.K. ve temsilciler meclisinden oluşan kurucu meclis hazırlamış olduğu anayasayı 9 Temmuz 1961’de halk oyuna sundu. Anayasa tasarısının kabulü ve Ekim 1961 seçimleri neticesinde toplanan TBMM böylece 25 Ekim 1961’de geçici anayasal sürece ve dolayısıyla M.B.K. iktidarına son verdi. [20]
1961 Anayasası
27 Mayıs ihtilali sonucunda kurucu meclis tarafından hazırlanan 1961 anayasası gerçek anlamda en demokratik Türk anayasasıdır. Bu anayasa getirmiş olduğu yenilikler ile tamamen hukuk devletine ulaşmayı hedeflemiş ve bu konuda başarılı olmuştur. 1 yıl içinde hazırlanan yeni anayasa 9 Temmuz 1961’de halk oyuna sunuldu. Seçmenlerin % 81’inin katıldığı oylamada yeni anayasa % 61,5 evet oyuyla kabul edilmiştir. Böylece Türk tarihinde ilk kez bir kurucu meclis anayasa hazırlamış ve bu anayasa halk oyu ile kabul edilmiştir. [21]
1924 Teşkilat-i Esasi egemenliği TBMM’nin kullanacağını belirtmekle kalmıştır; fakat 1961 anayasası anayasaya egemenliğin yetkili organlar eliyle ve anayasanın koyduğu esaslar çerçevesinde kullanılacağını belirten bir madde eklemiştir. Bu madde ile TBMM’nin sınırsız egemenlik gücü ortadan kaldırılmış ve TBMM anayasal bir organ niteliğine büründürülmüştür. 1961 anayasasının 8. maddesine göre kanunlar anayasaya aykırı olamaz. Anayasa hükümleri yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamları ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır. Bu madde ile anayasanın üstünlüğü ilkesi açıkça kabul edilmiştir.
1924 anayasası da anayasanın üstünlüğünü kabul etmiştir. Ancak 1961 anayasası farklı olarak anayasanın üstünlüğünü koruyacak ve denetleyecek bir yargı organı oluşturmuştur.
1924 anayasasının hükümet rejimi ikili bir yapı oluşturuyordu; yani hem meclis hükümeti sisteminin hem de parlamenter sistemin özelliklerini taşıyordu. 1961 anayasası ile bu ikilik ortadan kaldırılmış ve kuvvetlerin yumuşak bir biçimde ayrılması sağlanarak parlamenter sisteme geçilmiştir. Aynı şekilde kağıt üzerinde yargı bağımsızlığını tanıyan 1924 anayasasından farklı olarak 1961 anayasası yargı bağımsızlığını tüm güvenceleriyle birlikte gerçekleştirmiştir. Ayrıca 1961 anayasası modern, demokratik sistemlerin anayasalarına girmiş olan sosyal devlet ilkesi benimsemiş ve bu ilkenin gereklerini yerine getirmiştir. 1961 anayasası temel hak ve özgürlükler alanında kapsamlı ve demokratik bir düzenleme yapmıştır. 1924 anayasasında yalnızca sayılmakla yetinilen bu hakların kapsamı genişletilmiş, kullanılmasıyla sınırlandırılması ve durdurulması konularına ilişkin geniş bir çalışma yapmıştır. Buna göre temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olarak kanun ile ve hakkın özüne dokunulmadan gerçekleştirilecektir. [22]
1961 anayasası ile kurulan ve anayasanın üstünlüğü ve hukuk devleti ilkesinin hayata geçirilmesinde büyük önem taşıyan anayasa mahkemesi temel hak ve hürriyetler alanında da bir güvenlik organıydı. Laiklik ilkesi anayasada aynen kabul edilmiştir. 1961 anayasası ile çoğunlukçu demokrasi anlayışından çoğulcu demokrasi anlayışına geçilmiştir. Çünkü çoğunlukçu demokrasi anlayışı azınlıkların haklarını göz ardı ediyordu. Bu nedenle azınlık haklarını korumak ve demokrasinin kalıcı olmasını sağlamak için çoğulcu demokrasi anlayışı benimsenmiştir. 1961 anayasası ikili meclis sistemini kabul etmiştir. Meclis millet meclisi ve cumhuriyet senatosundan oluşmaktadır. İkili meclis sistemi ilk kez 1876 Kanun-i Esasi döneminde uygulanmıştı. 1961 anayasasının getirmiş olduğu yenilikler temel hak ve özgürlükler 60’lı yılların sonuna doğru yoğun şiddet ve terör eylemlerine sebep olmuştur. Adalet Partisi ve toplumun büyük bir
kesimi tarafından anayasaya yapılan eleştirilerin artması Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 12 Mart 1971’de verdiği muhtıra ile sonuçlanmış ve Demirel hükümeti istifaya zorlanmıştır.
12 Mart 1971 muhtırası ülkenin içinde bulunduğu kargaşa ve iktidarsızlık sorununu çözememiş, tırmanan şiddet ve silahlı terör eylemlerine engel olamamıştır. Ülke bütünlüğünü korumak, milli birlik ve beraberliği sağlama, devletin otoritesini ve varlığını yeniden sağlamak, demokratik düzenin işlemesine engel olan sebepleri ortadan kaldırmak amacıyla 12 Eylül 1980’de ordu yönetime tamamen el koymuştur. 12 Eylül 1980’de yapılan darbe ile Milli Güvenlik Konseyi oluşturulmuş ve sivillerden kurulu bir hükümet kurulmuştur. Anayasa düzeni hakkında kanun ile 1961 anayasasında yapılan bir çok değişiklik şöyledir:
Kanunun ikinci maddesine göre TBMM’ye ait olan tüm yetki ve görevler Milli Güvenlik Konseyi’ne geçecektir. Aynı madde ile Milli Güvenlik Konseyi başkanının devlet başkanı olduğu ve cumhurbaşkanının görev ve yetkilerini üstlendiği düzenlenmiştir. Milli Güvenlik Konseyi kanun niteliğindeki işlemlerinin anayasaya aykırılığının ileri sürülemeyeceği 12 Eylül 1980’den sonra çıkarılmış olan karar, bildiri ve ortak kararnamelerin iptalinin veya yürütmenin durdurulması talebinin görüşülmesi söz konusu olamayacağı, kamu personelleri hakkında verilen kararların uygulanmasının durdurulamayacağı hükme bağlanmıştır.
Yapılan bu değişiklik ile yetkileri kendisinde birleştiren Milli Güvenlik Konseyi 29 Haziran 1981’de bir kanun çıkararak demokratik ve laik cumhuriyet düzeninin gereklerini yerine getirecek bir anayasanın yapılması amacıyla kurucu meclis oluşturmuştur. Bu meclisin varlığı genel seçimlerle başlamış, TBMM’nin fiilen göreve başlamasıyla son bulmuştur. [23]
Milli Güvenlik Konseyi ve Danışma meclisinden oluşan kurucu meclis hazırladığı anayasayı 7 Kasım 1981’de halk oyuna sunmuştur. % 91,27 katılım oranıyla evet oyu verenler % 91,37 evet çıkmış ve oylama sonucunda anayasa kabul edilmiş ve yayımlanmıştır. Katılımın ve evet oylarının yüksek olmasının sebebi halkın geçici süreçten bıkması ve anayasal sisteme geçme isteğiyle 1982 anayasasının toplum içinde eleştirilmesinin ve incelenmesinin yasaklanması ve ayrıca halk oylamasına katılmayanların genel seçimlerde de oylamaya katılamayacaklarının daha önceden bildirilmiş olmasının etkisi vardır.
Sonuç olarak 1961 anayasası ile yüzyıllardan beri süre gelen çabalar kesin bir sonuca ulaştırılmıştır. Otoritenin bir tek kişinin elinde toplanması önlenmiş, ayrıca bir grubun elinde yoğunlaşması da istenmemiştir. Otorite çeşitli kurumlar arasına dağıtılmış ve 19. yüzyıldan beri istenen bir türlü ulaşılamayan yürütme gücünün yetkilerinin sınırlandırılması başarılmıştır. 1961 anayasası Osmanlı İmparatorluğu’ndan bu yana hukuk devleti ilkesini gerçekleştirme yolunda yapılan çalışmaların en başarılısıdır.
1961 anayasası 1971 yılındaki değişiklikleri ile birlikte 1980’de yapılan ikinci bir askeri darbeye kadar yürürlükte kalmıştır. [24]
1982 Anayasası
1961 ve 1982 Anayasası ordu müdahalesiyle oluşturulmuştur. Her iki anayasada da başlangıç kısmı yer alır.Çerçeve anayasa niteliğini taşımamaktadırlar.bu anayasaları hazırlayan kurucu meclislerin bir kolu sivillerden oluşmaktadır. İki anayasada halk oylamasına başvurulmuştur. Sivil meclislerin Bakanlar Kurulu üzerinde bir yetkisi ve yaptırım gücü bulunmamaktadır. 1961 Anayasası Temsilciler Meclisi kanalıyla yeni yapılan anayasanın tartışılmasına engel olamamış 1982 Anayasası ise partisiz bir yapıya sahip olan Danışma Meclisinde de görüldüğü gibi yapılan anayasanın kamuoyunda eleştirilmesine izin vermemiştir. [25]
12 Eylül öncesi varolan durumun kesin olarak ortadan kaldırılması için ve sağlıklı,sağlam bir demokratik düzene geçiş amacıyla hazırlanan 1982 Anayasası bu koşulları sağlamak amacıyla köklü yapılanmaları gündeme getirmiştir. 1982 Anayasası 1961 Anayasasına göre daha kazuistik anayasa anlayışı ( düzenleyici anayasa anlayışı ) ile hazırlanmıştır.Yani 1982 Anayasası 177 madde ve 16 geçici maddeden oluşmaktadır. Yani gereksiz ayrıntılara yer verilmiş, kanunda düzenlenebilecek hususlar anayasa metinlerine dercedilmiştir. Bu uzun ve ayrıntılı anayasa anlayışı, modern demokratik sistemlerde terkedilmiş bir anlayıştır. 1982 Anayasası 1961’den daha sert bir anayasa olarak yeni düzenlemeler getirmiştir.Anayasada değiştirilemeyecek ve değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek olan maddelerin kapsamı arttırılmıştır. Anayasanın değiştirilmesi usulüne bir onay safhası ilave edilmiştir. Ayrıca anayasa değişikliklerinin Cumhurbaşkanı tarafından halkoyuna sunulabilmesi imkanı getirilmiştir.
1982 Anayasası otorite, hürriyet dengesinde otoritenin ağırlığını arttırmıştır. Yani devlet ve otoriter idare kavramlarına daha fazla önem verilmiş, özellikle yürütmeyi yasama ve yargı karşısında daha da güçlendirmiştir.Eğer bu yapılmasaydı devlet koltuk değnekleriyle yürüyen bir insandan öteye geçemeyecekti. 1982 Anayasası siyasal karar alma mekanizmalarındaki tıkanıkları gidermek için hükümler getirmiştir. Bu hükümlerin en önemlisi Cumhurbaşkanına anayasada belirtilen durumlarda Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimlerini yenileme yetkisinin verilmesidir. 1982 Anayasası 1961’e oranla daha az katılmacı bir demokrasi modelini benimsemiştir.Bunun yanında toplantı ve karar yeter sayılarında değişiklikler yapılmıştır. 1961 Anayasasında yer alan ikili meclis yapısı terkedilmiş ve Cumhuriyet Senatosu kaldırılarak yasama organın işleyişi sadeleştirilmiştir.
1982 Anayasasına göre devletin temel ilkeleri şunlardır:
Cumhuriyetçilik İlkesi
İnsan Haklarına Saygılı Devlet İlkesi
Atatürk Milliyetçiliği İlkesi
Demokratik Devlet İlkesi
Laik Devlet İlkesi
Sosyal Devlet İlkesi
Hukuk Devleti İlkesi
Üniter Devlet İlkesi
1982 Anayasası pek çok kişiye göre askerlerin anayasasıdır. Osmanlı-Türk Anayasa tarihinin en çok değiştirilen anayasasıdır. Yürürlüğe girdiği günden bugüne dokuz kez değiştirilmiştir. Son kabul edilen paketle birlikte bugüne kadar anayasanın yaklaşık üçte biri yenilenmiştir. 1995 ve 2001 değişikleriyle Türk anayasal sistemi evrensel olarak kabul gören liberal-demokratik değerlere biraz daha yaklaşmıştır. 12 Eylül askeri müdahalesi sonrasında Türkiye’de demokratikleşmenin yolunu açan 1995, 2001, 2004 değişiklikleri Avrupa Birliği'ne uyum sürecinde de önemli bir işlev üstlenmiştir. [26]
Son olarak 1982 Anayasasında yapılan değişikliklere baktığımızda bu değişiklikler Türkiye’nin Avrupa Birliği'ne uyum sürecinde giriştiği reformların bir parçası niteliğindeydi. 7 Mayıs 2004 yapılan değişikliklerde halkın daha kapsamlı bir beklentisi vardı fakat değişiklikler 10 madde ile sınırlı kalmıştır. Bu değişiklikleri iki kategoride inceleyebiliriz. Birinci kategorideki değişiklikler daha önce yapılan anayasa değişikliklerini tamamlar nitelikte olanlardır. Bu bağlamda ölüm cezasına, Devlet Güvenlik Mahkemelerine, basın özgürlüne, kadın – erkek eşitliğine ilişkin değişikliklerdir. İkinci kategorideki değişiklikler ise Türk anayasal sistemi için tamamen yeni birtakım kurumların oluşturulmasına veya mevcut kurumlarda radikal yenilikler yapılmasına yönelik düzenlemelerdir. Uluslararası Ceza Divanı’na taraf olunması, Yüksek Öğretim Kurulu’ndan asker üyenin çıkarılması, silahlı kuvvetlerin harcamalarının Sayıştay denetimine tabi kılınması, milletlerarası insan hakları sözleşmelerine yasalar karşısında üstünlük tanınması gibi değişiklikler. [27]
Türkiye'de Anayasa Girişimleri ve Anayasal Hareketler
Osmanlı İmparatorluğu Dönemi Anayasa Hareketleri
Osmanlı devletinin yönetim sistemine baktığımızda mutlak monarşi olduğunu görürüz bu sistemde ise padişahın yetkilerini sınırlandıra bilecek mekanizmalar yoktur. Padişah tüm görev v yetkileri kullanma ve paylaşma yetkisine sahipti mutlakıyetçi bir yapının anayasal sürece adım atması, bu açılardan ancak 19. yüzyılda mümkün olabilmiştir.[1]
Osmanlı devletinde anayasal gelişim süreci Batı’daki gibi halkın isteği ile mücadeleler sonuncunda ortaya çıkmamıştır. Tam tersi halkın isteği alınmadan tepeden inme şeklinde hem devlet içerisinde ki aydınların batılılaşma fikrini yayma çabaları hem de imparatorluk içindeki Hıristiyan kesimin Avrupa devlerinin ilgi odağı haline gelmesi bir takım düzenlemelerin yapılmasını zorunlu hale getirmiştir.
1808 yılında, Padişah ile Ayan temsilcileri arasında imzalanan ve siyasal bir anlaşma niteliği taşıyan sened-i ittifak’ın anayasal hareketler açısından büyük bir önemi vardır. Bu belgede padişah ilk defa egemenlik hakkını paylaşmış ve ayanların siyasal gücünü kabul etmiştir. Böylece mutlak iktidar ilk defa sınırlandırılmıştır. Yani, padişah artık eskiden olduğu gibi, dilediği şekilde hareket hakkına sahip değildir.
1808 yılında imzalanan sened-i ittifak merkezi hükümetin ne kadar zayıfladığını ortaya çıkaran bir belge olarak büyük önem taşır ve Türk anayasacılık hareketinin ilk basamağıdır. [2]
Yine anayasa hareketleri açısından Osmanlı döneminin ikinci önemli belgesi 1839 tarihli Tanzimat fermanı veya diğer adıyla Gülhane Hattı Hümayunu’dur. Gülhane’de yabancı devlet temsilcileri önünde okunan bu fermanla Osmanlı vatandaşlarına can ve mal güvenliği konusunda güvenceler verilmiş; askerlik ve vergi konularının daha adil bir şekilde düzenlenmesi ön görülmüştür. Sened-i ittifak’ın padişahla ayanlar arasında imzalanan iki taraflı bir anlaşma olmasına karşılık Tanzimat fermanı, padişahın tek taraflı iradesi ile halkına tanığı hakları içeren bir belgedir. Bu açıdan Tanzimat fermanı hukuk devletine geçisin ilk basamağıdır. Ancak bir anayasa niteliği taşımaz. [3]
Bu fermanın tek olumlu yönü ise ülkemizi meşrutiyet devrinin anayasasına ve bazı siyasi, hukuki ve kültürel müesseslerine götüren bir köprü olmasıdır. [4]
1856 yılında batılı devletlerin baskısı altında ilan edilen ıslahat fermanı ile Tanzimat fermanında vaat edilen haklar doğrulanmış; Müslüman ve Hıristiyan uyruklar arasındaki hak, askerlik, kamu hizmetlerine girme ve vergi toplama hususlarını tekrar düzenlemiş ve Hıristiyan halkın haklarını genişletmiştir. Tanzimat ve Islahat fermanı ile gelen bu gelişmeler Osmanlı devleti içinde bir anayasacılık akımı doğurmuştur. Genç Osmanlılar adı verilen bu grup Osmanlı imparatorluğunun çöküntüden kurtula bilmesi için, meşruti bir monarşiye geçilmesini, yani padişahın yetkilerinin kurulacak bir meclisle sınırlandırılmasını gerekli görüyordu. Bu akımın etkisi ile, 1876 yılında ilk Osmanlı anayasası (Kanun-i Esasi) ilan edilmiştir.
Kanun-i Esasi ile yasama yetkisi, Meclis-i Umumi adı verilen Heyet-i Ayan ile Heyet-i Mebusan adlarında iki meclisten oluşan bir organa verilmiştir. Yani 1961 anayasasında olduğu gibi iki meclis sistemi kabul edilmiştir. [5]
Heyet-i Ayan adını taşıyan meclisin bütün üyeleri padişah tarafından atanıyordu. Heyet-i Mebusan üyeleri ise, halk tarafından iki dereceli seçimle seçiliyordu. Anayasa parlamentonun yetkilerini dar tutmuştur. Örneğin bir parlamento üyesinin kanun teklif edebilmesi için, önce padişahtan izin alması gerekmektedir. Her iki meclis tarafından kabul edilen tasarılar, padişahın onayı olmadan yürürlüğe girememektedir. Hükümetin Heyet-i Mebusan’a karşı sorumluluğu anayasada açıkça belirtilmemiştir. Ayrıca padişah istediği zaman Heyet-i Mebusan’ı feshedebilmektedir. Nitekim ikinci Abdülhamit anayasanın bu niteliğinden yararlanarak 1878 yılında Mebusan meclisini dağıtmış ve ülkeyi tekrar mutlakıyetle yönetmeye başlamıştır. [6]
Bu anayasada padişaha çok önemli bir yetkide 113. madde ile tanınmıştır. Bu maddeye göre padişah, hükümetin güveliğini tehdit ettikleri anlaşılın kişileri ülkenin çok uzak yerlerine sürgüne gönderme hakkına sahiptir. Nitekim padişah bu yetkisine dayanarak bir çok kişiyi sürgüne göndermiştir. [7]
1876 Anayasası 1903 ve 1914 tarihlerinde iki kez değişikliğe uğramıştır. 1909 değişikliğinde meclisin feshi ile ilgili 35. madde değiştirilerek meclisin ağırlığı artırılmış ve feshi zorlaştırılmıştır. Bunu yanı sıra padişaha vatandaşları sürgün etme yetkisi veren 113. maddede yürürlükten kaldırılmıştır. Ayrıca kanun teklifinde bulunabilmek için padişahtan izin alma zorunluluğu da kaldırılmıştır. Böylece yapılan bu değişikliklerle padişahın yetkileri sınırlandırılmış ve parlamenter rejime geçiş için önemli bir adım atılmıştır.
Ulusal Kurtuluş Mücadelesi Dönemi ve 1921 Anayasası
Yapılan tüm değişikliklere ve meşruti bir anayasal sürece girildiği halde, Balkan savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Osmanlı Devleti'nin çöküş sürecini hızlandırmış ve anayasanın uygulanmasını engellemiştir. Birinci Dünya Savaşının ardından, Mondros mütarekesi ile toprakların işgal edilmesi, ülkede bir birine zıt iki görüşün doğmasına yol açmıştır. İstanbul hükümeti, işgalci devletlerin bir memuru gibi çalışmakta ve herhangi bir direnişi göze almamaktaydı. Buna karşılık Müdafaa-i Hukuk taraftarları ulusal kurtuluş mücadelecisini başlatmışlardır. Ancak bu hareketin karşısındaki en büyük güç işgalci devletlerle işbirliği yapan İstanbul hükümetidir.
Atatürk’ün Samsun’a çıktığı 19 Mayıs 1919 tarihi ulusal egemenliğe geçiş çabasının ilk basamağıdır. 23 Temmuz 1919 tarihinde Erzurum ve 4 Eylül 1919 tarihinde Sivas kongreleri bu çabayı destekleyen çalışmalardır. Yapılan tüm bu direniş hareketlerine engel olamayan İstanbul hükümeti Mebusan meclisi seçimlerinin yapılmasına izin vermek zorunda kaldı.
Müdafaa-i Hukuk taraftarlarının üstünlüğü ve kazandığı seçimle sonucunda, çalışamaz duruma gelen meclis 28 Ocak 1920 tarihinde Misak-ı Milli’yi kabul ederek dağılmıştır. Mustafa Kemal bunun üzerine tüm illere bir genelge göndererek, Ankara’da toplanacak olan “Olağan üstü yetkileri haiz” bir meclis için seçimlerin 15 gün içerisinde yapılmasını istemiştir. Böylece, 23 Nisan 1920 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldı. Bu meclis, hızlı karar alabilmek ve kararı uygulayabilmek için ilk iş olarak yürütme fonksiyonunu oluşturdu. Yürütme organını oluşturan icra vekilleri (bakanlar), meclis üyelerinden ve yine meclis tarafından seçiliyordu. Bir devlet başkanlığı makamının yaratılması da, siyasal nedenlerle uygun görülmemişti Osmanlı Türk anayasacılık tarihinde ilk kez, meclis hem yasama hem de yürütme yetkisini tek başına ele geçirmiştir. [8]
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin dayandığı ilkeler 20 Ocak 1921 Tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ile daha da açılığa kavuşturuldu. Kuruluş savaşı içindeki kuruluş yıllarının devlet yapısını belirleyen 1921 anayasası çok kısa bir belgedir. 23+1 ek madde olmak üzere 24 maddeden oluşur. Anayasaların geleneksel bölümlerinden yalnızca birini, devletin temel kuruluşunu gösterir. Hak ve özgürlükler bölümü, ön sözü, değiştirilme yöntemini gösteren hükümleri yoktur. Yani bu anayasa acil gereksinimleri karşılamak için geçici olarak hazırlanmış bir belge gibidir.
1921 Anayasası, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Yönetim biçimi halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etme esasına dayalıdır.” diye birinci maddesi ile Türkiye’de Cumhuriyeti yalnız fiilen değil hukukende kurmuştur. Şüphesiz 1921 anayasasının getirmiş olduğu en önemli yenilik “Milli Egemenlik” ilkesidir. Bu maddeye 1923 tarihinde eklenen “Türkiye devletinin Hükümet biçimi cumhuriyettir.” cümlesi adın resmen konmasından oluşmaktadır. 1. Türkiye Büyük Millet Meclisi, 1921 Anayasasının 1. maddesiyle Cumhuriyet esasını tanımlamış ve kabul etmiş bulunuyordu. [9].
1921 Anayasası güçler ayrılığı ilkesini değil, güçler birliğini kabul etmiş ve meclis hükümeti sistemini benimsemiştir. Meclis hükümet sistemi yasama ve yürütme yetkilerinin yasama organında birleşmesiyle oluşan kuvvetler birliği sistemidir. Bu yönetim biçiminde yasama ve yürütme yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde toplanmıştır. Bir devlet başkanlığı kurumu oluşturulmamıştır. Bakanlar Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçilmekte ve istenildiği zaman yine Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından değiştirilebilmektedir. Bakanlar kurulu, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne karşı herhan gibi bir hukuki yaptırım imkanına sahip değildir. [10] 1921 anayasası şekli ve içeriği ile o zaman ki olağan üstü ve acele ihtiyaçları karşılayacak sınırlı fakat gerekli hükümler içeriyordu. 1921 anayasası siyasi iktidarın icrasında sultana önemli bir yetki vermiş olan 1876 meşruti monarşisini şeklen yok etmeye cesaret edememiştir. Hatta son maddesi ile, 5 Eylül 1920 Nisab-ı Müzakereye kanunun kabul ettiği, meclisin amacı “ Saltanat ve Hilafeti kurtarmaktır.” diyerek bu makamın sahibi olarak milleti ilan etmekle monarşi ve saltanı ortadan kaldırmıştır. Ancak saltanat ve hilafet kurumlarına karşı mevcut olan geleneksel bağlılık ihtimalini göz önünde tutarak, ne devlet reisine ne de kabineye ayrı bir yer vermek olan Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanının aynı zamanda bakanlar kurulunca reislik etmesi esasını benimsemiştir.
1921 Anayasasının gerçek kimliğini ortaya koyan olay Lozan Konferansı’na İstanbul hükümet ininde çağrılması üzerine çıkarılan 30 Ekim 1922 tarih ve 307-308 sayılı meclis kararları olmuştur. Bunlara göre, 1921 Anayasası, egemenliği padişahtan alıp Osmanlı imparatorluğu’nun gerçek sahibi ve kurucusu olan millete vermiştir. O halde 1921 Anayasası ile Osmanlı imparatorluğu tarihe karışmış, yerine yeni ve Milli Türkiye Devleti gelmiştir.
Bir geçiş döneminin temel ihtiyaçları için hazırlanan bu anayasa, cumhuriyet anayasacılığı açısından “kalıcı izler bırakmış, bunların başında devlet konusundaki devrimci değişim olan Türkiye devleti” yani yeni bir devlet, yeni egemenlik anlayışı, kuvvetler birliği ve meclis hükümeti bu anayasanın kendisine özgü bir yeniliği olan “yerel yönetimler ve özerklikler” gibi hususlar gelmiştir. Anayasanın Türkiye Devleti’nden söz etmesi, aynı topraklarda yeni bir devletin kurulduğunu ilan etmektedir. Türk Devleti’nden değil de, Türkiye Devleti’nden sözü edilmesi etnik kökeni, dili, kültürü ne olursa olsun, Misak-ı Milli sınırları içinde yaşayan insanların siyasal birleşmesini ifade etmektedir.
13. maddesini “yerinden yönetim- yerel yönetim”e (madde 11- madde 23) ayıran bu anayasa, teorik olarak Geleneksel Merkeziyetçi sistemden ayrılmakla birlikte, ulusal iradenin tek temsilcisi olarak meclisi gören Mustafa Kemal, ağırlığını Merkeziyetçilikten yana koymuş, anayasanın vilayet ve nahiye şuraları gibi organları oluşturulmamıştır.
1921 Anayasası, 3 yıl 3 ay gibi kısa ömürlü olmuş ancak bu kısa zaman süresince kurtuluş savaşı başarıya ulaşmış, Saltanat ve Hilafet kaldırılmış ve Cumhuriyet ilan edilmiştir.
Bu anayasada en önemli değişiklik, 29 Ekim 1923 tarihli ve 364 sayılı yasa ile gerçekleştirilerek, Cumhuriyet ilan edilmiş ve böylece fiilen var olan cumhuriyetin adı konmuştur. Bu değişiklik 1921’in meclis hükümeti sisteminden 1924 Anayasasına geçişi sağlamıştır. “ Cumhuriyet, Ulusal Egemenlik ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin Üstün yeri” gibi esaslar 1921 kurtuluş anayasacılığına geçen miraslardır. 1961 ve 1982 Anayasalarının fesih deyiminden kaçınıp “seçimlerin yenilenmesi” deyiminin kullanmaları ve memleketimizdeki askeri müdahalelerin de kalıcı olmak niyetini güdememeleri de, bu güçlü mirasın bir sonucudur.
1921 Anayasası modeli olan “Meclis Hükümeti” olağan üstü koşullardan doğan geçici bir seçenek ve Mustafa Kemal içinde bir ara rejimi idi. Nitekim 1923 değişikliğiyle Yürütme ayrı bir organ olarak oluşturulmuş, 1924 Anayasası da bu yolu izlemiştir. [11]
Sonuç olarak 1921 Anayasası olağan üstü şartlarda oluşturulmuş bir anayasaydı. Bu nedenle ayrıntılı hükümlere yer verilmemiştir. 1921 Anayasası yerini 20 Nisan 1924 tarihinde kabul edilen 1924 Anayasasına yerini bırakmıştır.
Cumhuriyetin İlanı ve 1924 Anayasası
İkinci Türkiye Büyük Millet Meclisi 23 Ağustos 1923’te Lozan Antlaşmasını imzalamış ve daha sonra ülkenin bağımsızlığı çalışmalarını sonuçlandırmıştır.
1921 Anayasasının getirdiği ulusal egemenlik ilkesi ve sonraları alınan bir kararla 1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılması, cumhuriyetin ilan edileceğine işaretti.Cumhuriyet 29 Ekim 1923’te ilan edildi ancak cumhuriyetin ilanı yeni bir anayasa ile değil 1921 Anayasasında yapılan birtakım düzenlemelerle olmuştur.Bu düzenlemeler şöyledir.
“Anayasa değişikliğinin en temel ve belirleyici niteliği “Türkiye Devleti’nin hükümet rejimi Cumhuriyet’tir” ibaresidir.
“Türkiye Devleti’nin cumhurbaşkanı TBMM tarafından ve TBMM üyeleri arasından, bir seçim dönemi için seçilir. Tekrar seçilmeye cevaz verilmiştir.”
“Başbakan ve Bakanlar Kurulu’nun kuruluş ve göreve başlayış şeklini de düzenleyen bu anayasa değişikliklerine göre, başbakan, cumhurbaşkanı tarafından ve TBMM üyeleri içinden seçilir. Bakanlar kurulu cumhurbaşkanı tarafından meclisin onayına sunularak göreve başlar.”
Bu yapılan anayasa değişiklikleri ile meclis hükümeti sisteminden parlamenter sisteme geçiş sürecinde çok önemli mesafe katedilmiştir ve parlamenter sisteme geçiş süreci 1961 Anayasası ile tamamlanmıştır.
İkinci Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin seçilmesinden sonra, yeni bir anayasanın oluşturulması gereği ortaya çıkmıştır.1876 Kanun-i Esasi ve 1921 Teşkilat-ı Esasiye o günkü ihtiyaçlara cevap veremeyince yeni bir anayasaya ihtiyaç duyulmuş ve cumhuriyetin ilk anayasası olan 20 Nisan 1924 Anayasası yürürlüğe girmiştir. [12]
Bu anayasanın temel özellikleri 1921 Anayasası döneminde yaşanan “anayasal ikililik” süreci 1924 Anayasasının kabulü ile sona erdirilmiştir. [13]
1924 Anayasası sert bir anayasaydı. Meclis üye tam sayısının en az üçte biri anayasada değişiklik önerisinde bulunabiliyor, üye tam sayısının en az üçte ikisinin ise değişiklik yönünde oy kullanması gerekiyordu. Anayasanın birinci maddesinde yer alan ve devlet biçiminin cumhuriyet olduğuna ilişkin ilkede değişiklik yapılamıyor, değişiklik yapılması bile önerilemiyordu. Ayrıca anayasanın üstünlüğü esas kabul edilerek kanunların anayasaya aykırı olamayacağı ilkesi kabul ediliyordu. [14]
1924 anayasasında anayasanın üstünlüğü ilkesi vurgulanmış ve egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olduğu, Türk milletini ancak TBMM’nin temsil ettiği ve millet adına egemenlik hakkını yalnız onun kullanacağı belirtilmiştir. Saltanat ve hilafet yerine TBMM gösterilmiştir. 1924 anayasası yargı yetkisinin ulus adına bağımsız mahkemeler tarafından kullanılacağı düzenlemiştir. Ayrıca cumhurbaşkanına bir çok yetki verilmiştir. Örneğin; cumhurbaşkanının devletin başı olması, gerekli durumlarda meclise ve bakanlar kuruluna başkanlık etmesi, karşı imza ilkesi ve meclis tarafından kabul edilen yasaların yeniden görüşülmesi için meclise geri gönderilmesi.
1924 anayasasının meclis hükümeti ve parlamenter rejim arasında karma bir sistem kurduğu söylenebilir. 1924 anayasasının meclis hükümetini andıran yönleri Türk milletini ancak TBMM temsil eder ve millet adına egemenlik hakkını yalnız o kullanır. Yasama yetkisi ve yürütme gücü TBMM’de belirir ve onda toplanır maddesiyle meclis hükümeti her zaman denetleyebileceği ve düşürebileceği halde hükümetin meclisi feshetme yetkisi yoktur. Parlamenter sistemi andıran yönleri ise meclis yasama yetkisini kendi kullandığı halde yürütme yetkisini ancak cumhurbaşkanı ve bakanlar kurulu eliyle kullanabilir. Buna göre yürütme yetkisi teorik olarak mecliste bulunmakla beraber meclisin yürütme işlemlerini bizzat yapması söz konusu değildir. Bu sistemi anayasacılar kuvvetler birliği ve görevler ayrılığı sistemi olarak adlandırmaktadır. [15]
1924 anayasasının 1921 anayasasından farkı, 1924 anayasasında kısa da olsa yargı ve haklar bölümleri vardır. Örneğin; yargıç bağımsızlığı, yargıç güvencesi, yargılamanın açıklığı, savunma hakkı gibi. 1924 anayasasında idari bölümün ve yerel yönetimle ilgili hükümler çok kısaltılarak çeşitli hükümlere atılmış ve 1921’den farklı olarak vilayet işlerinin yetki genişliği ve görev ayrımı esasına göre yürütüleceği belirtilmiştir. [16]
1921 anayasasında başbakan ve bakanların bu sıfatları kazanmaları meclisin onay vermesine bağlıydı. 1924 anayasasında ise farklı bir düzenlemeye gidilmiş ve başbakan ve bakanların cumhurbaşkanının atamasıyla göreve başlayacakları ve sıfatlarını kazanacakları hükmü yer almıştır. [17]
1924 anayasası yedi defa değişikliğe uğramıştır. 1924 anayasasının getirdiği en önemli yeniliklerden biri laiklik ilkesidir. 10 Nisan 1928 yılında “Devletin dini İslam’dır” maddesi anayasadan çıkarılmıştır. 1937 yılında yapılan ikinci bir değişiklik ile de laiklik ilkesi anayasaya dahil edilmiştir. 1931 yılındaki değişiklik bütçenin mali yıl başlamadan en az üç ay önce TBMM’ye verilmesi zorunluluğunu getirmiştir. 1934 yılındaki değişiklik ile kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır. 1937 yılındaki değişiklik ile CHP’nin altı ilkesi anayasaya geçirilerek anayasa hükmü şekline getirilmiştir. 1945’de Osmanlıca kelimeleri yeni Türkçe’ye çeviren anayasa ikinci değişiklikle yeniden eski Osmanlıca’ya döndürülmüştür. [18]
Tüm bu değişikliklere rağmen başka bir anayasaya gereksinim duyulmasının sebebi 1924 anayasasının aslında demokratik bir ruha sahip olmakla beraber demokratik geleneklerin henüz sağlam bir şekilde yerleşmemiş olduğu bir ülkede çok partili hayatın aksamadan işlemesini sağlayacak hukuki güvencelerden yoksun olmasıydı. Ayrıca kanunların anayasaya uygunluğunu denetleyecek bağımsız bir yargı mekanizmasının varlığına sahip bir anayasa değildi. 27 Mayıs 1960 müdahalesi ile iktidara geçen Milli Birlik Komitesi kabul ettiği 1 sayılı kanunla 1924 anayasasının bir çok hükümlerini değiştiren geçici bir anayasa düzeni kurmuştur. Bu anayasaya göre Milli Birlik Komitesi TBMM’nin yetkilerine sahiptir. Komite yasama yetkisini bizzat, yürütme yetkisini de kendi seçtiği bakanlar eliyle kullanacaktır. Bakanları devlet tayin etmektedir. M.B.K. bakanları denetleme ve istediği takdirde azletme yetkisine sahiptir. Geçici anayasanın meydana getirdiği devlet başkanlığı makamı cumhurbaşkanı, başbakan, başkomutan ve M.B.K. başkanlığı yetkilerini kendisinde birleştirmiştir. [19]
Yetki ve ayrıcalıklarla donatılan M.B.K. kamu kanaatinin en iyi şekilde temsil edileceği bir kurulun anayasayı hazırlaması gerektiği fikrinde birleşmiş ve siyasal parti temsilcileri yargı organları üyeleri, üniversite üyeleri, barolar, sendikalar, ticaret odalar ve basın üyelerinden oluşan bir temsilciler birliği oluşturmuştur. Bu meclis içinde ayrıca seçimle iş başına gelen ve M.B.K. tarafından atanan üyeler de mevcuttur. M.B.K. ve temsilciler meclisinden oluşan kurucu meclis hazırlamış olduğu anayasayı 9 Temmuz 1961’de halk oyuna sundu. Anayasa tasarısının kabulü ve Ekim 1961 seçimleri neticesinde toplanan TBMM böylece 25 Ekim 1961’de geçici anayasal sürece ve dolayısıyla M.B.K. iktidarına son verdi. [20]
1961 Anayasası
27 Mayıs ihtilali sonucunda kurucu meclis tarafından hazırlanan 1961 anayasası gerçek anlamda en demokratik Türk anayasasıdır. Bu anayasa getirmiş olduğu yenilikler ile tamamen hukuk devletine ulaşmayı hedeflemiş ve bu konuda başarılı olmuştur. 1 yıl içinde hazırlanan yeni anayasa 9 Temmuz 1961’de halk oyuna sunuldu. Seçmenlerin % 81’inin katıldığı oylamada yeni anayasa % 61,5 evet oyuyla kabul edilmiştir. Böylece Türk tarihinde ilk kez bir kurucu meclis anayasa hazırlamış ve bu anayasa halk oyu ile kabul edilmiştir. [21]
1924 Teşkilat-i Esasi egemenliği TBMM’nin kullanacağını belirtmekle kalmıştır; fakat 1961 anayasası anayasaya egemenliğin yetkili organlar eliyle ve anayasanın koyduğu esaslar çerçevesinde kullanılacağını belirten bir madde eklemiştir. Bu madde ile TBMM’nin sınırsız egemenlik gücü ortadan kaldırılmış ve TBMM anayasal bir organ niteliğine büründürülmüştür. 1961 anayasasının 8. maddesine göre kanunlar anayasaya aykırı olamaz. Anayasa hükümleri yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamları ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır. Bu madde ile anayasanın üstünlüğü ilkesi açıkça kabul edilmiştir.
1924 anayasası da anayasanın üstünlüğünü kabul etmiştir. Ancak 1961 anayasası farklı olarak anayasanın üstünlüğünü koruyacak ve denetleyecek bir yargı organı oluşturmuştur.
1924 anayasasının hükümet rejimi ikili bir yapı oluşturuyordu; yani hem meclis hükümeti sisteminin hem de parlamenter sistemin özelliklerini taşıyordu. 1961 anayasası ile bu ikilik ortadan kaldırılmış ve kuvvetlerin yumuşak bir biçimde ayrılması sağlanarak parlamenter sisteme geçilmiştir. Aynı şekilde kağıt üzerinde yargı bağımsızlığını tanıyan 1924 anayasasından farklı olarak 1961 anayasası yargı bağımsızlığını tüm güvenceleriyle birlikte gerçekleştirmiştir. Ayrıca 1961 anayasası modern, demokratik sistemlerin anayasalarına girmiş olan sosyal devlet ilkesi benimsemiş ve bu ilkenin gereklerini yerine getirmiştir. 1961 anayasası temel hak ve özgürlükler alanında kapsamlı ve demokratik bir düzenleme yapmıştır. 1924 anayasasında yalnızca sayılmakla yetinilen bu hakların kapsamı genişletilmiş, kullanılmasıyla sınırlandırılması ve durdurulması konularına ilişkin geniş bir çalışma yapmıştır. Buna göre temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olarak kanun ile ve hakkın özüne dokunulmadan gerçekleştirilecektir. [22]
1961 anayasası ile kurulan ve anayasanın üstünlüğü ve hukuk devleti ilkesinin hayata geçirilmesinde büyük önem taşıyan anayasa mahkemesi temel hak ve hürriyetler alanında da bir güvenlik organıydı. Laiklik ilkesi anayasada aynen kabul edilmiştir. 1961 anayasası ile çoğunlukçu demokrasi anlayışından çoğulcu demokrasi anlayışına geçilmiştir. Çünkü çoğunlukçu demokrasi anlayışı azınlıkların haklarını göz ardı ediyordu. Bu nedenle azınlık haklarını korumak ve demokrasinin kalıcı olmasını sağlamak için çoğulcu demokrasi anlayışı benimsenmiştir. 1961 anayasası ikili meclis sistemini kabul etmiştir. Meclis millet meclisi ve cumhuriyet senatosundan oluşmaktadır. İkili meclis sistemi ilk kez 1876 Kanun-i Esasi döneminde uygulanmıştı. 1961 anayasasının getirmiş olduğu yenilikler temel hak ve özgürlükler 60’lı yılların sonuna doğru yoğun şiddet ve terör eylemlerine sebep olmuştur. Adalet Partisi ve toplumun büyük bir
kesimi tarafından anayasaya yapılan eleştirilerin artması Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 12 Mart 1971’de verdiği muhtıra ile sonuçlanmış ve Demirel hükümeti istifaya zorlanmıştır.
12 Mart 1971 muhtırası ülkenin içinde bulunduğu kargaşa ve iktidarsızlık sorununu çözememiş, tırmanan şiddet ve silahlı terör eylemlerine engel olamamıştır. Ülke bütünlüğünü korumak, milli birlik ve beraberliği sağlama, devletin otoritesini ve varlığını yeniden sağlamak, demokratik düzenin işlemesine engel olan sebepleri ortadan kaldırmak amacıyla 12 Eylül 1980’de ordu yönetime tamamen el koymuştur. 12 Eylül 1980’de yapılan darbe ile Milli Güvenlik Konseyi oluşturulmuş ve sivillerden kurulu bir hükümet kurulmuştur. Anayasa düzeni hakkında kanun ile 1961 anayasasında yapılan bir çok değişiklik şöyledir:
Kanunun ikinci maddesine göre TBMM’ye ait olan tüm yetki ve görevler Milli Güvenlik Konseyi’ne geçecektir. Aynı madde ile Milli Güvenlik Konseyi başkanının devlet başkanı olduğu ve cumhurbaşkanının görev ve yetkilerini üstlendiği düzenlenmiştir. Milli Güvenlik Konseyi kanun niteliğindeki işlemlerinin anayasaya aykırılığının ileri sürülemeyeceği 12 Eylül 1980’den sonra çıkarılmış olan karar, bildiri ve ortak kararnamelerin iptalinin veya yürütmenin durdurulması talebinin görüşülmesi söz konusu olamayacağı, kamu personelleri hakkında verilen kararların uygulanmasının durdurulamayacağı hükme bağlanmıştır.
Yapılan bu değişiklik ile yetkileri kendisinde birleştiren Milli Güvenlik Konseyi 29 Haziran 1981’de bir kanun çıkararak demokratik ve laik cumhuriyet düzeninin gereklerini yerine getirecek bir anayasanın yapılması amacıyla kurucu meclis oluşturmuştur. Bu meclisin varlığı genel seçimlerle başlamış, TBMM’nin fiilen göreve başlamasıyla son bulmuştur. [23]
Milli Güvenlik Konseyi ve Danışma meclisinden oluşan kurucu meclis hazırladığı anayasayı 7 Kasım 1981’de halk oyuna sunmuştur. % 91,27 katılım oranıyla evet oyu verenler % 91,37 evet çıkmış ve oylama sonucunda anayasa kabul edilmiş ve yayımlanmıştır. Katılımın ve evet oylarının yüksek olmasının sebebi halkın geçici süreçten bıkması ve anayasal sisteme geçme isteğiyle 1982 anayasasının toplum içinde eleştirilmesinin ve incelenmesinin yasaklanması ve ayrıca halk oylamasına katılmayanların genel seçimlerde de oylamaya katılamayacaklarının daha önceden bildirilmiş olmasının etkisi vardır.
Sonuç olarak 1961 anayasası ile yüzyıllardan beri süre gelen çabalar kesin bir sonuca ulaştırılmıştır. Otoritenin bir tek kişinin elinde toplanması önlenmiş, ayrıca bir grubun elinde yoğunlaşması da istenmemiştir. Otorite çeşitli kurumlar arasına dağıtılmış ve 19. yüzyıldan beri istenen bir türlü ulaşılamayan yürütme gücünün yetkilerinin sınırlandırılması başarılmıştır. 1961 anayasası Osmanlı İmparatorluğu’ndan bu yana hukuk devleti ilkesini gerçekleştirme yolunda yapılan çalışmaların en başarılısıdır.
1961 anayasası 1971 yılındaki değişiklikleri ile birlikte 1980’de yapılan ikinci bir askeri darbeye kadar yürürlükte kalmıştır. [24]
1982 Anayasası
1961 ve 1982 Anayasası ordu müdahalesiyle oluşturulmuştur. Her iki anayasada da başlangıç kısmı yer alır.Çerçeve anayasa niteliğini taşımamaktadırlar.bu anayasaları hazırlayan kurucu meclislerin bir kolu sivillerden oluşmaktadır. İki anayasada halk oylamasına başvurulmuştur. Sivil meclislerin Bakanlar Kurulu üzerinde bir yetkisi ve yaptırım gücü bulunmamaktadır. 1961 Anayasası Temsilciler Meclisi kanalıyla yeni yapılan anayasanın tartışılmasına engel olamamış 1982 Anayasası ise partisiz bir yapıya sahip olan Danışma Meclisinde de görüldüğü gibi yapılan anayasanın kamuoyunda eleştirilmesine izin vermemiştir. [25]
12 Eylül öncesi varolan durumun kesin olarak ortadan kaldırılması için ve sağlıklı,sağlam bir demokratik düzene geçiş amacıyla hazırlanan 1982 Anayasası bu koşulları sağlamak amacıyla köklü yapılanmaları gündeme getirmiştir. 1982 Anayasası 1961 Anayasasına göre daha kazuistik anayasa anlayışı ( düzenleyici anayasa anlayışı ) ile hazırlanmıştır.Yani 1982 Anayasası 177 madde ve 16 geçici maddeden oluşmaktadır. Yani gereksiz ayrıntılara yer verilmiş, kanunda düzenlenebilecek hususlar anayasa metinlerine dercedilmiştir. Bu uzun ve ayrıntılı anayasa anlayışı, modern demokratik sistemlerde terkedilmiş bir anlayıştır. 1982 Anayasası 1961’den daha sert bir anayasa olarak yeni düzenlemeler getirmiştir.Anayasada değiştirilemeyecek ve değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek olan maddelerin kapsamı arttırılmıştır. Anayasanın değiştirilmesi usulüne bir onay safhası ilave edilmiştir. Ayrıca anayasa değişikliklerinin Cumhurbaşkanı tarafından halkoyuna sunulabilmesi imkanı getirilmiştir.
1982 Anayasası otorite, hürriyet dengesinde otoritenin ağırlığını arttırmıştır. Yani devlet ve otoriter idare kavramlarına daha fazla önem verilmiş, özellikle yürütmeyi yasama ve yargı karşısında daha da güçlendirmiştir.Eğer bu yapılmasaydı devlet koltuk değnekleriyle yürüyen bir insandan öteye geçemeyecekti. 1982 Anayasası siyasal karar alma mekanizmalarındaki tıkanıkları gidermek için hükümler getirmiştir. Bu hükümlerin en önemlisi Cumhurbaşkanına anayasada belirtilen durumlarda Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimlerini yenileme yetkisinin verilmesidir. 1982 Anayasası 1961’e oranla daha az katılmacı bir demokrasi modelini benimsemiştir.Bunun yanında toplantı ve karar yeter sayılarında değişiklikler yapılmıştır. 1961 Anayasasında yer alan ikili meclis yapısı terkedilmiş ve Cumhuriyet Senatosu kaldırılarak yasama organın işleyişi sadeleştirilmiştir.
1982 Anayasasına göre devletin temel ilkeleri şunlardır:
Cumhuriyetçilik İlkesi
İnsan Haklarına Saygılı Devlet İlkesi
Atatürk Milliyetçiliği İlkesi
Demokratik Devlet İlkesi
Laik Devlet İlkesi
Sosyal Devlet İlkesi
Hukuk Devleti İlkesi
Üniter Devlet İlkesi
1982 Anayasası pek çok kişiye göre askerlerin anayasasıdır. Osmanlı-Türk Anayasa tarihinin en çok değiştirilen anayasasıdır. Yürürlüğe girdiği günden bugüne dokuz kez değiştirilmiştir. Son kabul edilen paketle birlikte bugüne kadar anayasanın yaklaşık üçte biri yenilenmiştir. 1995 ve 2001 değişikleriyle Türk anayasal sistemi evrensel olarak kabul gören liberal-demokratik değerlere biraz daha yaklaşmıştır. 12 Eylül askeri müdahalesi sonrasında Türkiye’de demokratikleşmenin yolunu açan 1995, 2001, 2004 değişiklikleri Avrupa Birliği'ne uyum sürecinde de önemli bir işlev üstlenmiştir. [26]
Son olarak 1982 Anayasasında yapılan değişikliklere baktığımızda bu değişiklikler Türkiye’nin Avrupa Birliği'ne uyum sürecinde giriştiği reformların bir parçası niteliğindeydi. 7 Mayıs 2004 yapılan değişikliklerde halkın daha kapsamlı bir beklentisi vardı fakat değişiklikler 10 madde ile sınırlı kalmıştır. Bu değişiklikleri iki kategoride inceleyebiliriz. Birinci kategorideki değişiklikler daha önce yapılan anayasa değişikliklerini tamamlar nitelikte olanlardır. Bu bağlamda ölüm cezasına, Devlet Güvenlik Mahkemelerine, basın özgürlüne, kadın – erkek eşitliğine ilişkin değişikliklerdir. İkinci kategorideki değişiklikler ise Türk anayasal sistemi için tamamen yeni birtakım kurumların oluşturulmasına veya mevcut kurumlarda radikal yenilikler yapılmasına yönelik düzenlemelerdir. Uluslararası Ceza Divanı’na taraf olunması, Yüksek Öğretim Kurulu’ndan asker üyenin çıkarılması, silahlı kuvvetlerin harcamalarının Sayıştay denetimine tabi kılınması, milletlerarası insan hakları sözleşmelerine yasalar karşısında üstünlük tanınması gibi değişiklikler. [27]