zeberus1234
Üye
Şam'ın büyük velîlerinden. İsmi Ukayl, lakabı Tayyar'dır. Doğum ve vefât târihleri bilinmemektedir. On ikinci asırda yaşadı. Münbec denilen yerde medfûn ve kabri ziyâret mahallidir.
Ukayl hazretleri ilim ve edeb üzere yetişti. Ömeriyye'de olgunlaşıp, hal sâhibi bir velî oldu. Kerâmetleri görüldü.
Büyük bir zât olan Ukayl hazretlerinin davranış ve konuşmaları hikmetli idi. Bir gün, Şeyh Mesleme hazretlerinin talebelerinden birkaçı ile birlikte Fırat Nehri kenarına geldiler. Herbiri seccâdesini su üzerine sererek, oturup karşıya geçtiler. Ukayl el-Münbecî de seccâdesini serdi. Üzerine oturmasıyla suya battı ve bir müddet sonra karşı kıyıdan çıktı. Fakat üzerinde en küçük bir yaşlık görülmedi. Talebeleri, bu durumu gidip hocaları Şeyh Mesleme hazretlerine arzedince; "O, rahmet deryâsına dalanlardan biridir." buyurdu. Bu sebeple ona Gavvâs dendi.
Ukayl el-Münbecî, şarktaki köylerden birinde iken, başka bir yere gitmek istedi. Kaldığı köyün minâresine çıktı ve halka seslenip oraya çağırdı. Halk toplanınca, kendisini minârenin şerefesinden boşluğa bırakıverdi ve uçmaya başladı. Peşinden gidenler onu Münbec denilen köyde buldular. Bu sebeple de kendisine Tayyâr, havada uçan denildi.
Şeyh Osman bin Merzûk anlatır: "Ukayl el-Münbecî hazretleri, Şeyh Mesleme hazretlerinin talebelerinden hal sâhibi on yedi kişi ile berâber bir mağarada oturdular. Herbiri bastonunu orada bir yere koydu. O esnâda bâzı kimseler gelip, bu asâları yerlerinden kaldırdılar. Sıra Ukayl el-Münbecî'nin asâsına gelince, onu kaldırmaya muvaffak olamadılar. Bu durumu gören bu sâlih kişiler, hocalarının yanına dönüp durumu arz ettiklerinde, Mesleme hazretleri; "Asâyı kaldıranlar bu zamandaki Allahü teâlânın velî kullarıdır. Kaldırdıkları her asâ, sâhibinin derecesi kadardı. Fakat Ukayl'ın asâsını kaldıramadılar, çünkü onun derecesi çok yüksekti." buyurdu.
Ukayl el-Münbecî, bir gün sefer hazırlığını yapıp evinden çıktığında, kendisini uğurlamak için bekleyen büyük bir topluluğu ve talebelerini gördü ve; "Bak senin için ayakta bekliyorlar." diye içinden geçirdi. Sonra da ağlamaya başlayıp şu meâldeki şiiri söyledi: "Sizi sevmekte ben haddimi aştım. İnandım ki, sizin sebebinizle ben merhamet olunurum. Büyükleri seven, seven kerîm olmasa bile, onları sevmek sebebi ile ikrâma kavuşur."
Hikmetli sözleri çoktur. Kendisine "Mârifet nedir?" denildi. O; "Mârifet odur ki, ona kavuşmakla Allahü teâlâ her şeyden üstün tutulur." buyurdu.
"Bir kimse kendisi için üstünlük iddiâ eder veya söz söylemekte ileri giderse, o mârifet sâhibi olamaz ve Allahü teâlâyı tanıyamaz." buyurdu. Sık sık Allahü teâlâdan korkmanın ehemmiyetini bildirirdi. Bu sebeple; "Allahü teâlâdan korkmak, her işin başıdır. Fakat bu herkeste başkadır." buyurdu.
Hikmetli nasîhatlerinden bâzıları da şunlardır:
"Yol ikidir: Ciddiyet, sıkıntıya tahammül. Bir de haddi aşmamak ve beklemektir."
"İnsanların iyi taraflarını görmeli, günahlarını araştırmamalıdır."
"İddiâcı, her şeyde kendini ileri sürer ve gösterir. Böyle kişilerden sakınmak lâzımdır."
Nefsinin arzu ve istekleriyle mücâdele eden kimse, Allahü teâlâya karşı irfân sâhibi olur. Kalben, halktan kurtulursan, Allahü teâlâyı tevhîd etmiş, bir olduğunu yakîn olarak anlamış olursun."
FIŞKIRAN PINARLAR
Ukayl hazretleri, bir gün Münbec'de bir dağ kenarındaydı. Yanında da sâlih, temiz kimselerden müteşekkil bir topluluk vardı. Bunlardan biri, "Sâdık bir kul olmanın alâmeti nedir?" diye sordu. Ukayl el-Münbecî de; "Sâdık bir kul, bu dağa hareket et dese, hareket eder." buyurdu. O esnâda dağ sallanmaya başladı. Yine oradakilerden biri; "Tasarruf sâhibi olmanın alâmeti nedir?" diye sorunca; "Karadaki hayvanlar, denizdeki balıklar toplansınlar dese, derhal toplanırlar." buyurdu. Daha sözünü bitirmeden dağdan hayvanlar inmeğe başladı. Balıkçılar da, Fırat'ın çeşit çeşit balıkla dolduğunu haber verdiler. Onlardan biri tekrar; "Zamânın en üstünü olmanın alâmeti nedir?" diye sordu. Ukayl hazretleri buna da; "Ayağını şu kayaya vursa, pınarlar fışkırır." der demez, oradaki kayadan sular fışkırdı ve sonra tekrar eski hâline döndü.
1) Kalâid-ül-Cevâhir; s.94
2) Tabakât-ül-Kübrâ; c.1, s.136
3) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.2, s.153
4) Kerâmât-il-Kâmilîn veMenâkıb-ül-Ârifîn
Ukayl hazretleri ilim ve edeb üzere yetişti. Ömeriyye'de olgunlaşıp, hal sâhibi bir velî oldu. Kerâmetleri görüldü.
Büyük bir zât olan Ukayl hazretlerinin davranış ve konuşmaları hikmetli idi. Bir gün, Şeyh Mesleme hazretlerinin talebelerinden birkaçı ile birlikte Fırat Nehri kenarına geldiler. Herbiri seccâdesini su üzerine sererek, oturup karşıya geçtiler. Ukayl el-Münbecî de seccâdesini serdi. Üzerine oturmasıyla suya battı ve bir müddet sonra karşı kıyıdan çıktı. Fakat üzerinde en küçük bir yaşlık görülmedi. Talebeleri, bu durumu gidip hocaları Şeyh Mesleme hazretlerine arzedince; "O, rahmet deryâsına dalanlardan biridir." buyurdu. Bu sebeple ona Gavvâs dendi.
Ukayl el-Münbecî, şarktaki köylerden birinde iken, başka bir yere gitmek istedi. Kaldığı köyün minâresine çıktı ve halka seslenip oraya çağırdı. Halk toplanınca, kendisini minârenin şerefesinden boşluğa bırakıverdi ve uçmaya başladı. Peşinden gidenler onu Münbec denilen köyde buldular. Bu sebeple de kendisine Tayyâr, havada uçan denildi.
Şeyh Osman bin Merzûk anlatır: "Ukayl el-Münbecî hazretleri, Şeyh Mesleme hazretlerinin talebelerinden hal sâhibi on yedi kişi ile berâber bir mağarada oturdular. Herbiri bastonunu orada bir yere koydu. O esnâda bâzı kimseler gelip, bu asâları yerlerinden kaldırdılar. Sıra Ukayl el-Münbecî'nin asâsına gelince, onu kaldırmaya muvaffak olamadılar. Bu durumu gören bu sâlih kişiler, hocalarının yanına dönüp durumu arz ettiklerinde, Mesleme hazretleri; "Asâyı kaldıranlar bu zamandaki Allahü teâlânın velî kullarıdır. Kaldırdıkları her asâ, sâhibinin derecesi kadardı. Fakat Ukayl'ın asâsını kaldıramadılar, çünkü onun derecesi çok yüksekti." buyurdu.
Ukayl el-Münbecî, bir gün sefer hazırlığını yapıp evinden çıktığında, kendisini uğurlamak için bekleyen büyük bir topluluğu ve talebelerini gördü ve; "Bak senin için ayakta bekliyorlar." diye içinden geçirdi. Sonra da ağlamaya başlayıp şu meâldeki şiiri söyledi: "Sizi sevmekte ben haddimi aştım. İnandım ki, sizin sebebinizle ben merhamet olunurum. Büyükleri seven, seven kerîm olmasa bile, onları sevmek sebebi ile ikrâma kavuşur."
Hikmetli sözleri çoktur. Kendisine "Mârifet nedir?" denildi. O; "Mârifet odur ki, ona kavuşmakla Allahü teâlâ her şeyden üstün tutulur." buyurdu.
"Bir kimse kendisi için üstünlük iddiâ eder veya söz söylemekte ileri giderse, o mârifet sâhibi olamaz ve Allahü teâlâyı tanıyamaz." buyurdu. Sık sık Allahü teâlâdan korkmanın ehemmiyetini bildirirdi. Bu sebeple; "Allahü teâlâdan korkmak, her işin başıdır. Fakat bu herkeste başkadır." buyurdu.
Hikmetli nasîhatlerinden bâzıları da şunlardır:
"Yol ikidir: Ciddiyet, sıkıntıya tahammül. Bir de haddi aşmamak ve beklemektir."
"İnsanların iyi taraflarını görmeli, günahlarını araştırmamalıdır."
"İddiâcı, her şeyde kendini ileri sürer ve gösterir. Böyle kişilerden sakınmak lâzımdır."
Nefsinin arzu ve istekleriyle mücâdele eden kimse, Allahü teâlâya karşı irfân sâhibi olur. Kalben, halktan kurtulursan, Allahü teâlâyı tevhîd etmiş, bir olduğunu yakîn olarak anlamış olursun."
FIŞKIRAN PINARLAR
Ukayl hazretleri, bir gün Münbec'de bir dağ kenarındaydı. Yanında da sâlih, temiz kimselerden müteşekkil bir topluluk vardı. Bunlardan biri, "Sâdık bir kul olmanın alâmeti nedir?" diye sordu. Ukayl el-Münbecî de; "Sâdık bir kul, bu dağa hareket et dese, hareket eder." buyurdu. O esnâda dağ sallanmaya başladı. Yine oradakilerden biri; "Tasarruf sâhibi olmanın alâmeti nedir?" diye sorunca; "Karadaki hayvanlar, denizdeki balıklar toplansınlar dese, derhal toplanırlar." buyurdu. Daha sözünü bitirmeden dağdan hayvanlar inmeğe başladı. Balıkçılar da, Fırat'ın çeşit çeşit balıkla dolduğunu haber verdiler. Onlardan biri tekrar; "Zamânın en üstünü olmanın alâmeti nedir?" diye sordu. Ukayl hazretleri buna da; "Ayağını şu kayaya vursa, pınarlar fışkırır." der demez, oradaki kayadan sular fışkırdı ve sonra tekrar eski hâline döndü.
1) Kalâid-ül-Cevâhir; s.94
2) Tabakât-ül-Kübrâ; c.1, s.136
3) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.2, s.153
4) Kerâmât-il-Kâmilîn veMenâkıb-ül-Ârifîn