Uygurlarda Mimarlık Sanatının Özellikleri - Uygurlar Döneminde Mimarlık Sanatı
Maniheist mabetler, kubbe ve köşe tromplariyle İran âteşgâhları biçiminde ya*pılıyordu. Hoço’da bir saray harabesinde tonozlu ve kubbeli kısımlar görülür. Duvarlar, yontulmamış taşlardan harçla örülmüştür. Sirkip’de kule bi*çimde bir yapı nişler içersinde Buda figürleriyle bir Hint stupasından başka bir şey değildir. Buda ve Mani dinleri gibi Hint ve İran mimarî şekilleri de yan yanadır. Hoço yakınında bulunan kubbeli yapılar mezar anıtlarıdır. Kubbe İran’dan gelmiş olabilir, fakat bu zamanlarda İran’da mezar yapısı yoktur. Zerdüşt dininde ölülerin gömülmesi düşünülemiyeceğinden mezar fikri doğmamış*tır. Uygurlar bu kuleli mezar yapılariyle ilk türbeleri meydana getirmiş oluyorlar. Komul civarında lli-Köl’de, mâbet olması gerekli diğer bir kubbeli yapıda tromp yeri*ne köşeye ilk defa bir üçgen konulmuştur ki, bu İran’da bilinmeyen bir şeydir. Halbuki, Türk Üçgenleri sonra Selçuklu ve Osmanlı mimarisinde ehemmiyetli bir rol oynamıştır.
Uygurlar umumiyetle iki kanatlı kapı ile açılan ve küçük bir evcik şeklinde giriş yeri olan, yarı yükseklikte duvarla çevrili evlerde oturuyorlardı. Evler yarım metre yüksek bir tuğla. Duvar üzerinde yükseliyor, uzun kenarın ortasında bir merdiven yukarı götürüyordu. Asıl ev çok defa tek katlı, duvarlar masif örgülü, pencereler ilk zamanlarda yuvarlak kemerli, sonraları dört köşeli idi. Bayramlarda evin dört köşe*sine dışarıdan kızıl-kahverengi perdeler konuluyor, bunlar duvar köşelerinde topla*nıp, düğümleniyordu. Çin evlerini andıran ağır, kiremitli, dik sırtlı çatının iki ucu bir kuş (belki föniks, ateş kuşu) biçiminde nihayetleniyordu. Çin’de, bu ejder başıdır. Dik sırtın ortasında Çin’deki gibi çok defa alev şeklinde inciden bir nazarlık yükse*liyordu. Çatı süslü ve kırmızı renkli idi, fakat Çin’deki gibi ağır dekorlarla yüklenmemişti. Bir üst kat yapılırsa, bu, çok defa hafif korkuluklarla pavyon biçiminde olu*yordu. Çevre duvarları ile ev arasında ağaçlarla bahçe, binek ve yük hayvanları için yer bulunuyordu. Doğu Türkistan, eski Uygur ülkesinde kayalara oyulmuş bin*lerce mâbet vardır. Bunların duvarları ve tavanı fresklerle süslü İdi. Fresklerden ço*ğu Alman Turfan araştırıcıları tarafından sökülerek Berlin Etnoğrafya Müzesi’nde duvarlara yerleştirilmişti. Son harpte bunların büyük bir kısmı yok olmuş, fakat ki*taplarda resimleri kalmıştır. Fresklerin konusu esas itibariyle Budizm’dir. Buda M.Ö. 560 yıllarında Hindistan’da yeni dinini yaymıştır.
Maniheist mabetler, kubbe ve köşe tromplariyle İran âteşgâhları biçiminde ya*pılıyordu. Hoço’da bir saray harabesinde tonozlu ve kubbeli kısımlar görülür. Duvarlar, yontulmamış taşlardan harçla örülmüştür. Sirkip’de kule bi*çimde bir yapı nişler içersinde Buda figürleriyle bir Hint stupasından başka bir şey değildir. Buda ve Mani dinleri gibi Hint ve İran mimarî şekilleri de yan yanadır. Hoço yakınında bulunan kubbeli yapılar mezar anıtlarıdır. Kubbe İran’dan gelmiş olabilir, fakat bu zamanlarda İran’da mezar yapısı yoktur. Zerdüşt dininde ölülerin gömülmesi düşünülemiyeceğinden mezar fikri doğmamış*tır. Uygurlar bu kuleli mezar yapılariyle ilk türbeleri meydana getirmiş oluyorlar. Komul civarında lli-Köl’de, mâbet olması gerekli diğer bir kubbeli yapıda tromp yeri*ne köşeye ilk defa bir üçgen konulmuştur ki, bu İran’da bilinmeyen bir şeydir. Halbuki, Türk Üçgenleri sonra Selçuklu ve Osmanlı mimarisinde ehemmiyetli bir rol oynamıştır.
Uygurlar umumiyetle iki kanatlı kapı ile açılan ve küçük bir evcik şeklinde giriş yeri olan, yarı yükseklikte duvarla çevrili evlerde oturuyorlardı. Evler yarım metre yüksek bir tuğla. Duvar üzerinde yükseliyor, uzun kenarın ortasında bir merdiven yukarı götürüyordu. Asıl ev çok defa tek katlı, duvarlar masif örgülü, pencereler ilk zamanlarda yuvarlak kemerli, sonraları dört köşeli idi. Bayramlarda evin dört köşe*sine dışarıdan kızıl-kahverengi perdeler konuluyor, bunlar duvar köşelerinde topla*nıp, düğümleniyordu. Çin evlerini andıran ağır, kiremitli, dik sırtlı çatının iki ucu bir kuş (belki föniks, ateş kuşu) biçiminde nihayetleniyordu. Çin’de, bu ejder başıdır. Dik sırtın ortasında Çin’deki gibi çok defa alev şeklinde inciden bir nazarlık yükse*liyordu. Çatı süslü ve kırmızı renkli idi, fakat Çin’deki gibi ağır dekorlarla yüklenmemişti. Bir üst kat yapılırsa, bu, çok defa hafif korkuluklarla pavyon biçiminde olu*yordu. Çevre duvarları ile ev arasında ağaçlarla bahçe, binek ve yük hayvanları için yer bulunuyordu. Doğu Türkistan, eski Uygur ülkesinde kayalara oyulmuş bin*lerce mâbet vardır. Bunların duvarları ve tavanı fresklerle süslü İdi. Fresklerden ço*ğu Alman Turfan araştırıcıları tarafından sökülerek Berlin Etnoğrafya Müzesi’nde duvarlara yerleştirilmişti. Son harpte bunların büyük bir kısmı yok olmuş, fakat ki*taplarda resimleri kalmıştır. Fresklerin konusu esas itibariyle Budizm’dir. Buda M.Ö. 560 yıllarında Hindistan’da yeni dinini yaymıştır.