V Harfi İle Başlayan Osmanlıca Kelimeler ve Anlamları
VÂCİB: Gerekli, zorunlu olan, yerine getirilmesi her Müslüman için gerekli ve zorunlu olan Allah‘ın emirleri.
VÂCİBÂT: Yapılması gerekli olan şeyler, farzlar.
VÂCİBU’L-VÜCÛD: Vücudu mutlak var olan, yokluğu mümkün olmayan Allah.
VADİ: 1. Bir nehrin yatağı. 2. İki dağ arasındaki uzun çukur. 3. Yol, tarz, metod, dere.
VAFTİZ: Hıristiyanlığa yeni girenin ve çocuğunun dine girmesi için gerekli sayılan, suya sokma töreni.
VAHDET: 1. Birlik, bir ve tek olma. 2. Yalnızlık, kendi kendine kalış.
VAHDET-İ VÜCUD: Varlıkların tek asıldan çıkma inanışı.. Tasavvufî bir görüş. Varoluşun tek kaynağa bağlılığı.
VAHİM: Ağır, sonu tehlikeli, çok korkulu.
VAHİY: İlâhî bilgi Allah‘tan peygamberlere gelen özelliği, Allah‘ın dilediği şeyleri peygambere bildirmesi.
VAÎD: İyiliğe sevk veya kötülükten kurtarmak için ileride olacak kesin hadiseleri haber vererek korkutmak, Cehennemi haber vermek.
VAKAR: Ağırbaşlılık, kalp rahatlığı.
VÂKİ: 1. Vuku bulan, olan. 2. Olağan, olmuş, mevcut.
VÂLİD: Baba, doğurtan.
VALİDE: Ana, doğuran. VALİDEYN: Ana-baba.
VÂRESTE: Afvedilmiş, halâs bulmuş, kurtulmuş, rahat, serbest.
VÂRİD: 1. Ulaşan, yetişen, gelen, erişen. 2. Akla gelen. 3. Bir şey hakkında söylenen, uygulanan.
VÂSIL: Ulaşan, erişen, kavuşan.
VASIYYET: Bir işi birisine havale etmek, emir, bir malı veya menfaati ölümden sonrası için bir kişiye veya hayır cihetine teberru yolu ile temlik etmek.
VASÎYLE: Cahiliye döneminde bir koyun dişi doğurursa yavru sahibinin, erkek doğurursa ilâhlarının olurdu. Koyun dişi ve erkek yavru doğurduğu takdirde dişi yüzünden erkek yavru da kurban edilmezdi. Buna vasîyle denirdi.
VATI’: Ayak altına alıp çiğneme, uygun hale getirme, cima.
VEBAL: Günah, zarar, ziyan, şiddet, ağırlık, azap, doğru olmayan bir hareketin manevî sorumluluğu.
VECD: 1. Aşk, muhabbet. 2. Kendinden geçmek, kendini unutacak kadar aşk hâli.
VECH: 1. Yüz, çehre, surat. 2. Tarz, üslub. 3. Alın, ön, satıh, cephe.
VECİBE: Çok gerekli ve şart olan şey. Borç hükmünde olan görev, yapılması mecburi iş.
VECİZ: 1. Özdeyiş. 2. Kısa, toplu.
VEDÛD: Çok şefkatli, kendisine çok sevgi beslenen. Esmâ-i hüsnâdan.
VEFD: 1. Delege, murahhas, elçi. 2. Gelme, vurma, ulaşma. 3. Hususi bir işle başkasının yanına varma, elçilik.
VEHBÎ: Doğuştan, Allah vergisi, çalışmakla kazanılmayıp Allah‘ın lütfu ile olan.
VEHHAB: Çok fazla bağışlayan, ihsan eden, Allah‘ın isimlerinden biri.
VELÂYET: Veli olan kimsenin hali, dervişlik, dostluk, sadakat, başkasına sözünü geçirmek.
VELED: Erkek çocuk, oğul, çocuk.
VELED-İ ZİNÂ: Meşru olmayan birleşmeden doğan çocuk, nikah dışı birleşmeden doğan çocuk.
VELİ: 1. Sahip, malik, evliya, koruyucu, muhafaza eden, küçük çocukların durumundan sorumlu kişi, baba, ata. 2. Velâkin, fakat, amma.
VELİYYÜ’L-EMİR: Emir veren, emir sahibi olan.
VELYETME: Birbiri ardı sıra gitmek birini takip etmek.
VESÎLE: Bahane, sebep, fırsat, uygun durum.
VESVESE: Kuşku, kuruntu, tereddüt.
VETER: Yay kirişi.
VEYL: Vay haline, yazık, hüzün ve hüsran. Cehennemde bir çukurun adı.
VEYLETTİRMEK: Birbiri ardı sıra götürmek, birbiri ardı sıra gelmeyi sağlamak.
VİKAYE: Koruma, koruyuculuk, sahip olma, arka çıkma, kayırma.
VİLÂDET: Doğmak, doğuş, dünyaya gelmek, doğurmak.
VİLÂYET: 1. İl. 2.Velilik, ermişlik. 3. Veli olan kimsenin hali. 4. Başkasına sözünü geçirme.
VİRD: Sık sık ve devamlı okunan dua.
VİSÂL: Kavuşma, sevdiğine ulaşma, ayrılıktan kurtulma.
VİZR: Günah, yük, ağırlık, yük götürmek, sırta vurulan ağır yük.
VUKUF: Bir şeyi bilme, öğrenmiş olma.
VUSTÂ: Orta.
VÜCÛD: Varlık, var olmak, bulunmak, cesed, cisim, ten, gövde
VÂCİB: Gerekli, zorunlu olan, yerine getirilmesi her Müslüman için gerekli ve zorunlu olan Allah‘ın emirleri.
VÂCİBÂT: Yapılması gerekli olan şeyler, farzlar.
VÂCİBU’L-VÜCÛD: Vücudu mutlak var olan, yokluğu mümkün olmayan Allah.
VADİ: 1. Bir nehrin yatağı. 2. İki dağ arasındaki uzun çukur. 3. Yol, tarz, metod, dere.
VAFTİZ: Hıristiyanlığa yeni girenin ve çocuğunun dine girmesi için gerekli sayılan, suya sokma töreni.
VAHDET: 1. Birlik, bir ve tek olma. 2. Yalnızlık, kendi kendine kalış.
VAHDET-İ VÜCUD: Varlıkların tek asıldan çıkma inanışı.. Tasavvufî bir görüş. Varoluşun tek kaynağa bağlılığı.
VAHİM: Ağır, sonu tehlikeli, çok korkulu.
VAHİY: İlâhî bilgi Allah‘tan peygamberlere gelen özelliği, Allah‘ın dilediği şeyleri peygambere bildirmesi.
VAÎD: İyiliğe sevk veya kötülükten kurtarmak için ileride olacak kesin hadiseleri haber vererek korkutmak, Cehennemi haber vermek.
VAKAR: Ağırbaşlılık, kalp rahatlığı.
VÂKİ: 1. Vuku bulan, olan. 2. Olağan, olmuş, mevcut.
VÂLİD: Baba, doğurtan.
VALİDE: Ana, doğuran. VALİDEYN: Ana-baba.
VÂRESTE: Afvedilmiş, halâs bulmuş, kurtulmuş, rahat, serbest.
VÂRİD: 1. Ulaşan, yetişen, gelen, erişen. 2. Akla gelen. 3. Bir şey hakkında söylenen, uygulanan.
VÂSIL: Ulaşan, erişen, kavuşan.
VASIYYET: Bir işi birisine havale etmek, emir, bir malı veya menfaati ölümden sonrası için bir kişiye veya hayır cihetine teberru yolu ile temlik etmek.
VASÎYLE: Cahiliye döneminde bir koyun dişi doğurursa yavru sahibinin, erkek doğurursa ilâhlarının olurdu. Koyun dişi ve erkek yavru doğurduğu takdirde dişi yüzünden erkek yavru da kurban edilmezdi. Buna vasîyle denirdi.
VATI’: Ayak altına alıp çiğneme, uygun hale getirme, cima.
VEBAL: Günah, zarar, ziyan, şiddet, ağırlık, azap, doğru olmayan bir hareketin manevî sorumluluğu.
VECD: 1. Aşk, muhabbet. 2. Kendinden geçmek, kendini unutacak kadar aşk hâli.
VECH: 1. Yüz, çehre, surat. 2. Tarz, üslub. 3. Alın, ön, satıh, cephe.
VECİBE: Çok gerekli ve şart olan şey. Borç hükmünde olan görev, yapılması mecburi iş.
VECİZ: 1. Özdeyiş. 2. Kısa, toplu.
VEDÛD: Çok şefkatli, kendisine çok sevgi beslenen. Esmâ-i hüsnâdan.
VEFD: 1. Delege, murahhas, elçi. 2. Gelme, vurma, ulaşma. 3. Hususi bir işle başkasının yanına varma, elçilik.
VEHBÎ: Doğuştan, Allah vergisi, çalışmakla kazanılmayıp Allah‘ın lütfu ile olan.
VEHHAB: Çok fazla bağışlayan, ihsan eden, Allah‘ın isimlerinden biri.
VELÂYET: Veli olan kimsenin hali, dervişlik, dostluk, sadakat, başkasına sözünü geçirmek.
VELED: Erkek çocuk, oğul, çocuk.
VELED-İ ZİNÂ: Meşru olmayan birleşmeden doğan çocuk, nikah dışı birleşmeden doğan çocuk.
VELİ: 1. Sahip, malik, evliya, koruyucu, muhafaza eden, küçük çocukların durumundan sorumlu kişi, baba, ata. 2. Velâkin, fakat, amma.
VELİYYÜ’L-EMİR: Emir veren, emir sahibi olan.
VELYETME: Birbiri ardı sıra gitmek birini takip etmek.
VESÎLE: Bahane, sebep, fırsat, uygun durum.
VESVESE: Kuşku, kuruntu, tereddüt.
VETER: Yay kirişi.
VEYL: Vay haline, yazık, hüzün ve hüsran. Cehennemde bir çukurun adı.
VEYLETTİRMEK: Birbiri ardı sıra götürmek, birbiri ardı sıra gelmeyi sağlamak.
VİKAYE: Koruma, koruyuculuk, sahip olma, arka çıkma, kayırma.
VİLÂDET: Doğmak, doğuş, dünyaya gelmek, doğurmak.
VİLÂYET: 1. İl. 2.Velilik, ermişlik. 3. Veli olan kimsenin hali. 4. Başkasına sözünü geçirme.
VİRD: Sık sık ve devamlı okunan dua.
VİSÂL: Kavuşma, sevdiğine ulaşma, ayrılıktan kurtulma.
VİZR: Günah, yük, ağırlık, yük götürmek, sırta vurulan ağır yük.
VUKUF: Bir şeyi bilme, öğrenmiş olma.
VUSTÂ: Orta.
VÜCÛD: Varlık, var olmak, bulunmak, cesed, cisim, ten, gövde