Bütün canlılar değişen ortam koşullarına uyum sağlayabilmelerini, hayatta kalma ve üreme becerilerini koruyabilmelerini sağlayan çeşitli özelliklerle donatılmıştır. Bazı deniz hayvanlarının saydam renkte olması, antilopların avcılardan kaçabilmeleri için sahip oldukları yüksek hız, ağaç yapraklarının arasında kamufle olabilen sürüngenler, insana özgü yüzey proteinlerini taklit ederek bağışıklık sisteminin yabancı madde saldırısına maruz kalmayı engelleyen virüsler ve daha birçok canlı bu duruma örnek verilebilir. Kamuflaj çoğu canlı organizma tarafından bir çıkar beklentisine dayalı olarak kullanılır. Aslında bakıldığında ‘kasıtlı olmayan’ bir çeşit aldatmadır. Hemen hemen bütün canlılar tarafından kullanılan kandırma ve aldatma becerisi insanoğlunun yaşamında ‘yalan’ olarak adlandırılmış ve ahlaki bir anlam kazanmıştır.
İnsan çok gelişmiş bir beyne ve ifade yeteneğine sahiptir. Sosyal yaşamın çoğu zaman manipülasyonlardan oluştuğunun farkındadır ve diğer canlılarda olmayan sözel bir silaha sahiptir. Her şeyden önce dilini, hayal gücünü, muhakeme yeteneğini, aklını, kısaca zihninin tüm katmanlarını kullanarak yalan söyleyebilir (Baltaoğlu, 2014).
İnsanlar neredeyse tarihlerinin başlangıcından beridir, rekabete dayalı ortamlarda kendilerine avantaj sağlayabilmek için bilinçli veya bilinçsiz olarak karşılarındaki organizmayı yanlış bilgilendirme yoluna giderler. Sosyal, dini ve ahlaki açıdan istenmeyen bir davranış olarak tanıdığımız yalan söyleme davranışının fizyolojik ve gelişimsel temellerini çoğumuz bilmeyiz.
Yalan söylemek için karmaşık bir zihin yapısına ihtiyaç vardır, yani bir bakıma zeki olmak gerekmektedir. Aldatmak, aldatılan kişinin zihninden geçenleri anlayabilme, aldatılan kişinin tepkilerini analiz edebilme, aldatmaya konu olan durum ile ilgili daha önce söylenenleri akılda tutabilme gibi birçok bilişsel sürecin aynı anda yerine getirilmesini gerektirir. Adenzato ve Ardito isimli iki araştırmacı aldatabilmek için 2 farklı bilişsel mekanizmanın varlığına ihtiyacımız olduğunu öne sürmüşlerdir. İlki ‘zihin teorisi’ adını verdikleri ‘başkalarının ne düşündüğünü anlayabilmek’ , diğeri ise ‘deontik düşünme’ dedikleri ‘ sosyal açıdan belirlenmiş olan kuralların ve bu kurallara uymamanın anlaşılması’dır. Dolayısıyla yalan söylemek için bilişsel mekanizmaları yürütebilecek kapasitede beyin gelişimi gerekir. 3-4 yaşlarında normal gelişimsel seyri devam eden bir çocuğun zihin teorisi gelişmeye başlar ve bununla birlikte ilk yalanlarını söyleyebilir hale gelir (Gelegen, 2014).
Birey yalan söylerken birden çok bilişsel sürecin aynı anda yürütülmesinden dolayı beyin fazladan efor harcar ve aktifleşen beyin bölgelerine olan kan akımı artar. Beyindeki bu değişimler işlevsel manyetik rezonans görüntüleme yöntemi (fMRI) ile gözlenebilir hale gelir. Ayrıca nabız , kan basıncı ve solunum hızında da değişim görülür . İnsanlık uzun yıllardır yalan söyleyenleri ayıklama çabasındadır. ‘Yalan makinesi’ veya yalan söyleyenlere özgü tipik davranışları gözlemleyerek yalanı farketme yeteneği kazandırmak için çıkarılan kitaplar bunlara örnektir. Ancak yalanının bilincinde olmayan birisi, bilinçli olarak yalan söyleyen birisinde saptanan stres bulgularını ve fizyolojik özellikleri göstermez (Baltaoğlu ,2014).
Demostenes ‘İnsan zihninin kendini kandırma kapasitesi sonsuzdur.’ demiştir. Aslında çoğu zaman bir başka nesneye değil kendimize yalan söyleriz. İnandığımız şeyin gerçekliği hakkında bizi şüpheye düşüren hatta tam tersini gösteren kanıtlara rağmen inancımızı inatçı bir şekilde sahipleniriz. Gerçeklikle bağdaşmayan düşüncelerimizin arkasında kişisel arzuların biliçdışı motivasyonu bulunur. Yani o görmek istemediğimiz gerçeği gördüğümüzde yıkılmasını istemediğimiz bir ilişkimiz, kaybetmek istemediğimiz bir umudumuz, vazgeçmek istemediğimiz bi yolumuz vardır. Bunun farkında değilizdir ve belki de farkında olduğumuz halde gerçekle yüzleşmek istemiyoruzdur. Bunun için gerçeği saklarız, yalan söyleriz, gerçekten kaçar veya onu abartırız. Kafamızdaki gerçeğe uygun bilgileri kabul edip zıt bilgileri reddederek kendimizi onaylarız. Ve böylece yalanımız gerçekliğimize dönüşür. Bu yalanı diğer insanlarla paylaşırken yalan söylediğimizin farkında bile olmayız. Bu sayede yalan söylemenin getirdiği fiziksel bulguları yaşamayız ve dolayısıyla yalanımızın ortaya çıkma riski de azalmış olur. Ayrıca bu, yalan söyleyen insanda oluşan vicdani yükü ve rahatsızlığı da ortadan kaldırır.
Kendini kandırmak başkalarını kandırmaya yardımcı olur. Kendi yalanlarına inanan kişiler inanmayanlara oranla çok daha ikna edici gözüktüğünden en başarılı yalan, yalan söylediğinin bilincinde olmayanlarca söylenir. Kendimize yalan söylemek başkalarını kandırmaya yardımcı olduğu gibi, başkalarının da bizi kandırmasını mümkün kılar. Kendine yalan söyleyen insanların diğer insanlar tarafında kandırılma ihtimali daha yüksektir ve bu kişiler dış faktörlerden daha çok etkilenirler. Nitekim günlük hayatta daha realist insanların daha zor manipüle edilebildiğini görürüz. Psikologlar depresyon hastalarının çoğu zaman daha realistik bir düşünce tarzına sahip olduklarını bulgulamışlardır. Bu kişiler kendilerini kolayca kandıramadıkları için travmatik yaşantılarından hayatlarına devam edecek olumlu bir taraf bulamaz ve teselli/öğüt/iltifat gibi dış faktörlerden pay çıkaramazlar. Bu yüzden bazı durumlarda ‘kendini kandırma’ davranışının ruh sağlığımız açısından işlevsel ve gerekli olduğu da söylenebilir.
Gelişimsel psikoloji çalışmaları, aldatma ve yalan söyleme becerilerinin, sonradan edinilen ve normal bir davranış olduğunu belirtir. Bu davranışlar öngörülebilir bir gelişim yörüngesini takip eder ve ancak anormal durumlarda görülmez. Örneğin otizm gibi nörogelişimsel bozuklukları olan bireylerde aşırı dürüstlük/yalan söyleyememe davranışı gözlenir. Sosyal açıdan övgüye değer olan bu davranış gelişimsel olarak patolojik bir sürecin ürünüdür. Yalan söylemek için gerekli olan bilişsel gelişimin gerçekleşmediğini işaret eder. Bu sebeple yalan söyleyememek de bir patoloji olarak görülür.
Nasıl ki yalan söyleyememek bir sorun olarak görülüyorsa kişinin yalan söyleme dürtüsünü kontrol edemeyip sürekli yalana başvurması da bir anomali olarak görülür. Buna halk arasında ‘yalan söyleme hastalığı’, literatürde ise ‘mitomani’ denilir. Mitomania terimi, Eski Yunanca'nın ‘muthos=efsane’ ve Latince'nin ‘mania=delilik’ kelimelerinin birleştirilmesinden meydana gelmiştir. Mitomani bir çeşit dürtü kontrol bozukluğudur. Bu kişilerin hayatlarının her alanında bitmek bilmez yalanları vardır. Kendi kurdukları bir tiyatro oyununda oynar gibidirler. Yalanları sebepsizce ve durduk yere söylenebilir, birbirlerinin devamı şeklinde görülür. Yalanları ortaya çıktığında yalan söylemedikleri hakkında diretip agresif tavırlar sergilerler. Yakalanmamak için daha büyük bir yalan söylerler ve bu yalanı süslemek için bir yalan daha…
Yalanlar genelde yalan söyleyen kişinin duygusal ihtiyaçlarına yönelik kurgulanır. Bu ihtiyaçlar genelde toplum tarafından değerli görünme, ilgiyi üzerinde toplama, alkış alma, onaylanma ve dikkati çekmedir. Ancak bir gerçekten kaçmak için ya da dolandırıcılık gibi kötü amaçlar için de yalan söylenebilir. Mitomaninin isim babası olan Ferdinand Dupre, mitomaniyi 4 ana tipe ayırır. Bunlar övüngenlik, dolaşma, habis mitomania ve yoldan çıkmışlık mitomania’sıdır. Kontrol edilemeyen yalan söyleme davranışı tüm türlerde ortak nokta olsa da bu davranışın hizmet ettiği motivasyonların türlere göre farklılaştığını iddia eder. Bu ayrımı sadece Dupre’in yapmış olduğunu ve Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı’nda (DSM) mitomaninin bir hastalık olarak bu sınıflamayla yer almadığını bilmek gerekir. Mitomani psikologlar tarafından bir hastalıktan çok bir semptom olarak görülmektedir . Kişilik bozukluklarına, nevroza ve histeriye eşlik eden bir belirti olarak karşımıza çıkabilir. Ancak aynı davranış ileri aşamalarda dürtü kontrol bozukluğu olarak değil, psikoz olarak değerlendirilecek boyutlara ulaşabilir.
Mitoman insanları yalancı olarak tanımlamak doğru olmaz çünkü yalan söylediklerinin farkında olmayacak kadar kendi yalanlarına inanmışlardır. Bu sebeple tedavi arayışına girmezler çünkü hastalıklarının farkında değillerdir. Genellikle yalanları hayat işlevlerini kısıtlayacak ve sosyal ilişkilerini zedeleyecek boyuta ulaştığında aileleri ya da arkadaşları tarafından farkedilip bir uzmana gösterilir ve tedavi sürecine girmiş olurlar. Mitomaninin tedavi süreci dürtü kontrol bozukluklarındaki tedavi basamaklarını izler. Tedavi sürecinde hem psikoterapi hem de farmakolojiden yararlanılır.
Yalan söyleme davranışı sadece mitomaniye değil daha bir çok anomaliye eşlik edebilir. Yüksek dozda alkol tüketimi, ölüm orucu veya açlık grevi gibi sebeplerle uzun süreli bellek kaybının yaşandığı Korsakoff Sendromu’na sahip insanlar yalan söyleme alışkanlığı geliştirebilirler. Konfabulasyon (masallama)dediğimiz , bellek boşluğu sonucunda oluşmuş bilinçte herhangi bir etkilenmeye sebep olmayan ve istemsiz olarak ortaya çıkan gerçek dışı bilgiler uydurma davranışı da yalan söyleme davranışını içermektedir. Ayrıca Tanrısal Ego olarak da adlandırdığımız genelde politikacılarda görülen Hubris Sendromu’nda kişiler günlük yaşam faaliyetlerini kutsayarak anlatır, gerçeklikle bağı kopmuş bir özgüvene sahiptirler ve yücelttikleri benliklerini çevrelerindekine kabul ettirmek uğruna yalana hatta iftiraya sık sık başvururlar. Bu sendromların her biri burda belirttiğimizden çok daha ayrıntılı yapılandırmalara sahiptir ve birbirlerinden farklıdırlar. Ancak hepsinin ortak noktası yalan söyleme davranışına bir şekilde başvuruluyor olmasıdır. Nasıl ki yalan söyleyememek bize bilişsel becerilerin yetersizliği hakkında ipucu veriyor ve bunu bir sorun olarak değerlendiriyorsak , yalan söyleme davranışını içeren tüm sendromlar ve bozukluklar da birer sorun olarak değerlendirilir.
Yalan söylemeye bazen hepimiz ihtiyaç duyarız. Her birimizin ‘yalan’ anlayışı farklıdır. Birimiz için beyaz sayılacak yalan bir diğerimiz için çingene pembesi olabilir. Yalan söylemek, yazımın içinde ara ara bahsettiğim gibi bazı durumlarda işlevseldir. Örneğin normalde gök gürültüsünden korkan bir annenin evladının yanında onu ürkütmemek ve güvende hissettirmek için hiç korkmuyormuş gibi cesur davranışlar sergilemesi son derece işlevsel görülür ve çoğumuz tarafından yalan sınıfında değerlendirilmez. Aslında bu davranış bir kedinin korkunca tüylerini kabartarak kendisini olduğundan büyük göstermeye çalışmasıyla eşdeğerdir. Ne kediye, ne de anneye ahlaki anlamda bizi aldattı diyemeyiz. Ancak işin psikolojik ve gelişimsel boyutunu bir kenara bırakırsak her insanın hayatında ‘onu asla aldatmam, çünkü o da beni asla aldatmaz’ diyebildiği birkaç ilişkisinin olması gerektiği kanaatindeyim. İnsan herkese yalan söylememeli, güven üzerine kurulmuş ilişkileri de olmalı. Sadece bir kez bile yalan söylediğini farkettiğimiz bir kişinin sonraki bütün cümlelerinden tereddüt ederiz. Hatta o kişiyi ‘güvenilmez’ insan sınıfımıza dahil eder ve ismini bu sıfatla anarız. Tek bir yalan o kişiyle olan tüm geçmişimizi ve geleceğimizi yeniden şekillendirecek etkiye sahiptir.
İnsan çoğu zaman kendiyle ilgili ayrıntıları saklamak için yalana başvurur. Zaaflarımızı, yaralamızı, eksik yönlerimizi paylaşmak istemediğimiz durumlarda, kendimizi sakladığımız insanlara yalan söyleriz. Ancak herkesten saklanmak hiçbir zaman bulunamamak anlamına gelir.
‘’Saklanmak bir zevktir, bulunamamak ise bir felaket’’ - Donald Winnicott
İnsan çok gelişmiş bir beyne ve ifade yeteneğine sahiptir. Sosyal yaşamın çoğu zaman manipülasyonlardan oluştuğunun farkındadır ve diğer canlılarda olmayan sözel bir silaha sahiptir. Her şeyden önce dilini, hayal gücünü, muhakeme yeteneğini, aklını, kısaca zihninin tüm katmanlarını kullanarak yalan söyleyebilir (Baltaoğlu, 2014).
İnsanlar neredeyse tarihlerinin başlangıcından beridir, rekabete dayalı ortamlarda kendilerine avantaj sağlayabilmek için bilinçli veya bilinçsiz olarak karşılarındaki organizmayı yanlış bilgilendirme yoluna giderler. Sosyal, dini ve ahlaki açıdan istenmeyen bir davranış olarak tanıdığımız yalan söyleme davranışının fizyolojik ve gelişimsel temellerini çoğumuz bilmeyiz.
Yalan söylemek için karmaşık bir zihin yapısına ihtiyaç vardır, yani bir bakıma zeki olmak gerekmektedir. Aldatmak, aldatılan kişinin zihninden geçenleri anlayabilme, aldatılan kişinin tepkilerini analiz edebilme, aldatmaya konu olan durum ile ilgili daha önce söylenenleri akılda tutabilme gibi birçok bilişsel sürecin aynı anda yerine getirilmesini gerektirir. Adenzato ve Ardito isimli iki araştırmacı aldatabilmek için 2 farklı bilişsel mekanizmanın varlığına ihtiyacımız olduğunu öne sürmüşlerdir. İlki ‘zihin teorisi’ adını verdikleri ‘başkalarının ne düşündüğünü anlayabilmek’ , diğeri ise ‘deontik düşünme’ dedikleri ‘ sosyal açıdan belirlenmiş olan kuralların ve bu kurallara uymamanın anlaşılması’dır. Dolayısıyla yalan söylemek için bilişsel mekanizmaları yürütebilecek kapasitede beyin gelişimi gerekir. 3-4 yaşlarında normal gelişimsel seyri devam eden bir çocuğun zihin teorisi gelişmeye başlar ve bununla birlikte ilk yalanlarını söyleyebilir hale gelir (Gelegen, 2014).
Birey yalan söylerken birden çok bilişsel sürecin aynı anda yürütülmesinden dolayı beyin fazladan efor harcar ve aktifleşen beyin bölgelerine olan kan akımı artar. Beyindeki bu değişimler işlevsel manyetik rezonans görüntüleme yöntemi (fMRI) ile gözlenebilir hale gelir. Ayrıca nabız , kan basıncı ve solunum hızında da değişim görülür . İnsanlık uzun yıllardır yalan söyleyenleri ayıklama çabasındadır. ‘Yalan makinesi’ veya yalan söyleyenlere özgü tipik davranışları gözlemleyerek yalanı farketme yeteneği kazandırmak için çıkarılan kitaplar bunlara örnektir. Ancak yalanının bilincinde olmayan birisi, bilinçli olarak yalan söyleyen birisinde saptanan stres bulgularını ve fizyolojik özellikleri göstermez (Baltaoğlu ,2014).
Demostenes ‘İnsan zihninin kendini kandırma kapasitesi sonsuzdur.’ demiştir. Aslında çoğu zaman bir başka nesneye değil kendimize yalan söyleriz. İnandığımız şeyin gerçekliği hakkında bizi şüpheye düşüren hatta tam tersini gösteren kanıtlara rağmen inancımızı inatçı bir şekilde sahipleniriz. Gerçeklikle bağdaşmayan düşüncelerimizin arkasında kişisel arzuların biliçdışı motivasyonu bulunur. Yani o görmek istemediğimiz gerçeği gördüğümüzde yıkılmasını istemediğimiz bir ilişkimiz, kaybetmek istemediğimiz bir umudumuz, vazgeçmek istemediğimiz bi yolumuz vardır. Bunun farkında değilizdir ve belki de farkında olduğumuz halde gerçekle yüzleşmek istemiyoruzdur. Bunun için gerçeği saklarız, yalan söyleriz, gerçekten kaçar veya onu abartırız. Kafamızdaki gerçeğe uygun bilgileri kabul edip zıt bilgileri reddederek kendimizi onaylarız. Ve böylece yalanımız gerçekliğimize dönüşür. Bu yalanı diğer insanlarla paylaşırken yalan söylediğimizin farkında bile olmayız. Bu sayede yalan söylemenin getirdiği fiziksel bulguları yaşamayız ve dolayısıyla yalanımızın ortaya çıkma riski de azalmış olur. Ayrıca bu, yalan söyleyen insanda oluşan vicdani yükü ve rahatsızlığı da ortadan kaldırır.
Kendini kandırmak başkalarını kandırmaya yardımcı olur. Kendi yalanlarına inanan kişiler inanmayanlara oranla çok daha ikna edici gözüktüğünden en başarılı yalan, yalan söylediğinin bilincinde olmayanlarca söylenir. Kendimize yalan söylemek başkalarını kandırmaya yardımcı olduğu gibi, başkalarının da bizi kandırmasını mümkün kılar. Kendine yalan söyleyen insanların diğer insanlar tarafında kandırılma ihtimali daha yüksektir ve bu kişiler dış faktörlerden daha çok etkilenirler. Nitekim günlük hayatta daha realist insanların daha zor manipüle edilebildiğini görürüz. Psikologlar depresyon hastalarının çoğu zaman daha realistik bir düşünce tarzına sahip olduklarını bulgulamışlardır. Bu kişiler kendilerini kolayca kandıramadıkları için travmatik yaşantılarından hayatlarına devam edecek olumlu bir taraf bulamaz ve teselli/öğüt/iltifat gibi dış faktörlerden pay çıkaramazlar. Bu yüzden bazı durumlarda ‘kendini kandırma’ davranışının ruh sağlığımız açısından işlevsel ve gerekli olduğu da söylenebilir.
Gelişimsel psikoloji çalışmaları, aldatma ve yalan söyleme becerilerinin, sonradan edinilen ve normal bir davranış olduğunu belirtir. Bu davranışlar öngörülebilir bir gelişim yörüngesini takip eder ve ancak anormal durumlarda görülmez. Örneğin otizm gibi nörogelişimsel bozuklukları olan bireylerde aşırı dürüstlük/yalan söyleyememe davranışı gözlenir. Sosyal açıdan övgüye değer olan bu davranış gelişimsel olarak patolojik bir sürecin ürünüdür. Yalan söylemek için gerekli olan bilişsel gelişimin gerçekleşmediğini işaret eder. Bu sebeple yalan söyleyememek de bir patoloji olarak görülür.
Nasıl ki yalan söyleyememek bir sorun olarak görülüyorsa kişinin yalan söyleme dürtüsünü kontrol edemeyip sürekli yalana başvurması da bir anomali olarak görülür. Buna halk arasında ‘yalan söyleme hastalığı’, literatürde ise ‘mitomani’ denilir. Mitomania terimi, Eski Yunanca'nın ‘muthos=efsane’ ve Latince'nin ‘mania=delilik’ kelimelerinin birleştirilmesinden meydana gelmiştir. Mitomani bir çeşit dürtü kontrol bozukluğudur. Bu kişilerin hayatlarının her alanında bitmek bilmez yalanları vardır. Kendi kurdukları bir tiyatro oyununda oynar gibidirler. Yalanları sebepsizce ve durduk yere söylenebilir, birbirlerinin devamı şeklinde görülür. Yalanları ortaya çıktığında yalan söylemedikleri hakkında diretip agresif tavırlar sergilerler. Yakalanmamak için daha büyük bir yalan söylerler ve bu yalanı süslemek için bir yalan daha…
Yalanlar genelde yalan söyleyen kişinin duygusal ihtiyaçlarına yönelik kurgulanır. Bu ihtiyaçlar genelde toplum tarafından değerli görünme, ilgiyi üzerinde toplama, alkış alma, onaylanma ve dikkati çekmedir. Ancak bir gerçekten kaçmak için ya da dolandırıcılık gibi kötü amaçlar için de yalan söylenebilir. Mitomaninin isim babası olan Ferdinand Dupre, mitomaniyi 4 ana tipe ayırır. Bunlar övüngenlik, dolaşma, habis mitomania ve yoldan çıkmışlık mitomania’sıdır. Kontrol edilemeyen yalan söyleme davranışı tüm türlerde ortak nokta olsa da bu davranışın hizmet ettiği motivasyonların türlere göre farklılaştığını iddia eder. Bu ayrımı sadece Dupre’in yapmış olduğunu ve Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı’nda (DSM) mitomaninin bir hastalık olarak bu sınıflamayla yer almadığını bilmek gerekir. Mitomani psikologlar tarafından bir hastalıktan çok bir semptom olarak görülmektedir . Kişilik bozukluklarına, nevroza ve histeriye eşlik eden bir belirti olarak karşımıza çıkabilir. Ancak aynı davranış ileri aşamalarda dürtü kontrol bozukluğu olarak değil, psikoz olarak değerlendirilecek boyutlara ulaşabilir.
Mitoman insanları yalancı olarak tanımlamak doğru olmaz çünkü yalan söylediklerinin farkında olmayacak kadar kendi yalanlarına inanmışlardır. Bu sebeple tedavi arayışına girmezler çünkü hastalıklarının farkında değillerdir. Genellikle yalanları hayat işlevlerini kısıtlayacak ve sosyal ilişkilerini zedeleyecek boyuta ulaştığında aileleri ya da arkadaşları tarafından farkedilip bir uzmana gösterilir ve tedavi sürecine girmiş olurlar. Mitomaninin tedavi süreci dürtü kontrol bozukluklarındaki tedavi basamaklarını izler. Tedavi sürecinde hem psikoterapi hem de farmakolojiden yararlanılır.
Yalan söyleme davranışı sadece mitomaniye değil daha bir çok anomaliye eşlik edebilir. Yüksek dozda alkol tüketimi, ölüm orucu veya açlık grevi gibi sebeplerle uzun süreli bellek kaybının yaşandığı Korsakoff Sendromu’na sahip insanlar yalan söyleme alışkanlığı geliştirebilirler. Konfabulasyon (masallama)dediğimiz , bellek boşluğu sonucunda oluşmuş bilinçte herhangi bir etkilenmeye sebep olmayan ve istemsiz olarak ortaya çıkan gerçek dışı bilgiler uydurma davranışı da yalan söyleme davranışını içermektedir. Ayrıca Tanrısal Ego olarak da adlandırdığımız genelde politikacılarda görülen Hubris Sendromu’nda kişiler günlük yaşam faaliyetlerini kutsayarak anlatır, gerçeklikle bağı kopmuş bir özgüvene sahiptirler ve yücelttikleri benliklerini çevrelerindekine kabul ettirmek uğruna yalana hatta iftiraya sık sık başvururlar. Bu sendromların her biri burda belirttiğimizden çok daha ayrıntılı yapılandırmalara sahiptir ve birbirlerinden farklıdırlar. Ancak hepsinin ortak noktası yalan söyleme davranışına bir şekilde başvuruluyor olmasıdır. Nasıl ki yalan söyleyememek bize bilişsel becerilerin yetersizliği hakkında ipucu veriyor ve bunu bir sorun olarak değerlendiriyorsak , yalan söyleme davranışını içeren tüm sendromlar ve bozukluklar da birer sorun olarak değerlendirilir.
Yalan söylemeye bazen hepimiz ihtiyaç duyarız. Her birimizin ‘yalan’ anlayışı farklıdır. Birimiz için beyaz sayılacak yalan bir diğerimiz için çingene pembesi olabilir. Yalan söylemek, yazımın içinde ara ara bahsettiğim gibi bazı durumlarda işlevseldir. Örneğin normalde gök gürültüsünden korkan bir annenin evladının yanında onu ürkütmemek ve güvende hissettirmek için hiç korkmuyormuş gibi cesur davranışlar sergilemesi son derece işlevsel görülür ve çoğumuz tarafından yalan sınıfında değerlendirilmez. Aslında bu davranış bir kedinin korkunca tüylerini kabartarak kendisini olduğundan büyük göstermeye çalışmasıyla eşdeğerdir. Ne kediye, ne de anneye ahlaki anlamda bizi aldattı diyemeyiz. Ancak işin psikolojik ve gelişimsel boyutunu bir kenara bırakırsak her insanın hayatında ‘onu asla aldatmam, çünkü o da beni asla aldatmaz’ diyebildiği birkaç ilişkisinin olması gerektiği kanaatindeyim. İnsan herkese yalan söylememeli, güven üzerine kurulmuş ilişkileri de olmalı. Sadece bir kez bile yalan söylediğini farkettiğimiz bir kişinin sonraki bütün cümlelerinden tereddüt ederiz. Hatta o kişiyi ‘güvenilmez’ insan sınıfımıza dahil eder ve ismini bu sıfatla anarız. Tek bir yalan o kişiyle olan tüm geçmişimizi ve geleceğimizi yeniden şekillendirecek etkiye sahiptir.
İnsan çoğu zaman kendiyle ilgili ayrıntıları saklamak için yalana başvurur. Zaaflarımızı, yaralamızı, eksik yönlerimizi paylaşmak istemediğimiz durumlarda, kendimizi sakladığımız insanlara yalan söyleriz. Ancak herkesten saklanmak hiçbir zaman bulunamamak anlamına gelir.
‘’Saklanmak bir zevktir, bulunamamak ise bir felaket’’ - Donald Winnicott