1 Ocak 1929 sabahı uyandıklarında gazetelerinin “düvel-i-muazzama”nın harfleriyle basıldığını gören memleketlim neler hissetmişti acep? Farkı vurgulamak isteyen Başbakan İsmet Paşa; “Kabul edilen harfler Fransız harfleri değildir. Türk harfleri, Türk alfabesidir” diyordu. Okullarımızda anlatılan, devletin resmi görüşüyle de uyumlu “Arap harflerinin zorluklarını ortadan kaldırmak” en önemlisi olsa da yegane amaç değildi. Kıyafet devrimi gibi, “sosyal mühendislik” diye de tabir edilebilecek bir devrimdi. Bu yenilikle sadece eğitim ve dilbilimi alanındaki zorluklardan biri çözülmüyor, Türk ulusunu tanımlayan unsurlardan biri de belirleniyordu. Kenan kökenli yazı sistemlerinden biri olan “Sami Ebcedi”ni terkedip bir başkasına, “Latin Alfabesi”ne geçmiştik. Seslerinin sırası ve adları neredeyse aynı iken bu iki yazı sistemi zaman içinde dünyayı batı ve doğu adlı iki yarıküreye ayıran yapay sınırın farklı taraflarında kalmışlar. Oysa kendimizi ifade etmek için kullandığımız araçlardan biriydi sadece. En büyük talihsizliği bundan asırlar önce İslam ve Osmanlı ile özdeşleşmiş olmasıydı.
Arapça “susmayacağız” yazılı gömleği yüzünden uçaktan indirilen Arap asıllı Amerikalı Ra’ed Carrar hukuk mücadelesini sürdüredursun, yabancı düşmanlığını yenmeye kararlı Amerikalılar sağa sola iri harflerle yazılı Arapça afişler asmaya başladılar bile. Altlarındaki küçük yazılı ingilizce karşılıkları okuma zahmetinde bulunmadan polise “siyasi slogan”, “yeraltı örgüt haberleşmesi” ihbarında bulunan sıradan vatandaş afiş içeriklerinin “kağıt mı plastik mi?”, “ben küçük bir çay demliğiyim” gibi sıradan metinler olduğunu öğrenince sakinleşiyorlar. Aktiviteyi başlatanların amacı da bu şartlı refleksi yenebilmekmiş.
Bu şartlı refleksin ülkemizdeki geçmişi çok daha eski ve bambaşka nedenlere dayanıyor. Günümüz Türkiye’sinde yenilikçilik çizgisinin hangi tarafında duruyor olduğumuz bu şartlı refleksin olumlu ya da olumsuz algılanmasına neden oluyor sadece. Bu çağrışım kollektif hafızamızın derinlerine kazınmış.
Siyasi Etkenler
Yeni Kimlikler: Türk Ulusu
Osmanlı son birkaç yüzyıl boyunca tüm dikkatini ve enerjisini çağdaşlaşmaya vermişti. Her dönem daha farklı bir yaklaşımın çabalarına sahne oluyordu. Batı kültürlerinin katettiği toplumsal, bilimsel ve teknolojik gelişmelerin gerisinde kalışımızın faturalarından biri de eski yazının zorluğuna kesildi.
“Osmanlıcılık” kimliği bu bölünmenin önüne geçmeyi amaçlıyordu. Ancak, Osmanlı kimliği yaratma çabaları başarısızlığa uğrayınca Türk milliyetçiliği güçlenmeye başladı. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu ve gelişimini şekillendiren Türkçülük akımını 1908′de kurulan Türk Derneği’ne dayandırmak mümkün. Ziya Gökalp, Yusuf Akçura gibi düşünürlerin önderliğinde hareket eden Türkçüler için Osmanlıcılık siyasi bir organizasyonun adıydı, sosyal bir olgunun değil.
Yeni Kimlikler: Laiklik
İttihat ve Terakki Partisi’nin tek motivasyonu milliyetçilik değildi. Köktendinci zihniyet ve taraftarlarının hilafet ve sultanlığa bağlılıkları da ayrı bir sorun teşkil ediyordu. 31 Mart Vaka’sı (1908) bu sorunun bir tecellisiydi.
Arap harfleri yeni ulusal kimlik tanımının önüne engel olarak çıkmakla kalmayıp köktendinci zihniyetin simgelerinden biri de oluyordu. Sosyal dilbilimci Richard Collin bu durumu şöyle özetler:
Birinci Dünya Savaşı hezimetinin ardından Mustafa Kemal Atatürk’ün laik yenilikçi taraftarları Ortadoğu’yla araya mesafe koyup Avrupa’ya yaklaşma kararı aldılar. Latin alfabesi yazmayı da öğrenmeyi de kolaylaştırmıştı ancak Atatürk’ün temel amacı dilbilimsel olduğu kadar siyasiydi de.
Dilbilimsel Sorunlar:
Küçük bir düzeltme: Osmanlıca yazarken kullanılan dizge Arap Ebceti değil, Arap kökenli Fars ebcetiydi. İranlılar ve Türkler Arapça’da olmayan birkaç ses daha eklemişlerdi dizgeye: ç, ğ, j, geniz n’si ve p.
Sadede gelelim; Osmanlı yazısına Arap Ebceti yerine Fars yazısı demek daha doğru olacaktır.
Okunması Zor!
Arap harfleriyle yazılmış metinleri okumanın zorluğundan bahsedilir. İtiraf etmeli ki doğruluk payı olan bir iddia. Arapça yazdığınız sürece kendi içinde çok tutarlı olan bu yazı uzun yıllar boyunca yaratıldığı kültürün dili ile etkileşmiş; hem dili şekillendirmiş hem de bu dilin bir eseri haline gelmiş. Basit bir kökün ardına eklerin getirildiği (eklemeli) bir dil olan Türkçenin aksine Sami dillerinde çekimler birkaç ünsüzden oluşan köklerin bükülmesiyle mümkündür.
Sesçil Değil
ktb kökünden kitab, katib, mektub, mekteb türetilir. Sözcükler araya (çoğunlukla) ünlü koymadan yazılırlar.
Ünlülerin ayrıca temsil edildiği Latin Alfabesinin aksine Arap Ebcetinde bazı ünlüler ünsüz harflerin okunuşu ile ima edilir: Sa için ص (sad), se için س (sin) harfi kullanılır. Yani sabah yazacaksanız ص, selam yazacaksanız س kullanmalısınız. Dolayısıyla okuma söz konusu olduğunda Kur’an’da kullanılan, ünlüleri ve diğer telaffuz ayrıntılarını işaret eden göstergeler (harekeler) kullanılmadığında da yeterince ses ipucu vardır.
Öte yandan, bu az önce bahsi geçen Arapça kökenli sözcükler için geçerli. Türkçe kökenli sözcükler birkaç ünsüzden oluşan köklere dayanmadığından ünlülerin kullanımı daha çok önem taşır. Ancak bu noktada sorun Fars Ebcetinin yetersizliğinden çok yazı kültürünün Türkçeye uyarlanmamış olmasından kaynaklanıyor. Bir diğer deyişle, Türkçe sözcükler yazılırken daha sesçil bir yaklaşım tercih edilse Latin alfabesinde olduğu gibi Fars Ebcetinin de sesçil kullanımı mümkün olacaktı. Ne yazık ki Türkçe sözcüklerin yazımında da aynı gelenek izlenmiş ve gereksiz bir zorluk yaratılmış.
Arap Ebcetine eklenen ç, ğ, n ve p’nin aksine yeni ünlüler eklenmemiş Fars Ebcetine. Var olan ا (elif) ve و (vav) ile yetinilmiş. ا ve و Arapça’da sırasıyla a ve u ünlülerine denk gelirler. Bilindiği gibi Türkçedeki ünlülerin sayısı modern Latin kökenli sesçil alfabede temsil edilenlerden dahi fazla iken a ve u Türkçe yazmak için bir miktar yetersiz kalıyor:
Koku için kaf-vav-kaf-vav, çocuk için ç-vav-cim-vav-kaf, büyük için ise be-vav-ye-vav-kaf yazılıyordu. Bu sözcükleri bağlam dışında kuku, çucuk ve buyuk olarak okumak da mümkün. Sözcükler tek başınayken oldukça kafa karıştırıcı olabilecek bu yetersizlik metin içinde bir bağlam çerçevesinde anlamlandırmaya engel olmuyordu.
Noktalar, Noktalar…
Harleri oluşturan temel işaretler arasındaki benzerlikler de bir başka okuma yazma güçlüğü çıkarıyordu karşımıza.
Be, te ve se harfleri noktalarla farklılık gösterirken temel işaret bir anlam taşımıyordu:
Thomas Milo’nun “Arabic Script Tutorial” başlıklı makalesinde verdiği örnek sorunu çok başarılı bir şekilde örneklendiriyor:
Örnekleri artırmak olası. Sayılardan bahsetmek ise sorunu daha açık ifade etmek için yeterli olacaktır. Fars Ebcetini oluşturan 29 osmanlı harfi noktalarla farklılaştırılan 17 temel işaretten oluşuyordu.
Yazması Zor!
Sin mi Sad mı?
Yazarken durum biraz daha zorlaşıyor. Okurken var olan bağlamdan yazarken mahrum olduğumuz için bazı durumlarda neyin nasıl yazıldığını bilmemiz gerekiyor. Az önce verilen örnekteki sabah – selam, sad – sin ayırımı aşikar iken Arapça bilmeyenler için “islam”ın sad değil de sin ile yazılacağını bilmek sadece sağduyu ile varılabilecek bir sonuç değil.
Ramadan mı Ramazan mı?
Yazmayı zorlaştıran bir başka “suni” sorun da Arap, Fars kökenli sözcükleri özgün halleriyle yazma alışkanlığıydı. Yazının değil de kültürün getirdiği bu alışkanlık ancak mürekkep yalamış, sözcüğün özgün yazılışından haberder insanlar için engel oluşturmuyordu. Bu geleneği sorun haline getiren şey Fars Ebcetindeki bir takım seslerin Türkçede mevcut olmayışından kaynaklanır. Ana dili Türkçe olanların dillerinin dönmediği bu sesler başkalarına indirgenirler. Bu da olağan şartlar altında var olmayan bir ses fazlalığı ve karmaşası yaratır.
Dizgi ve Baskı
Öyküsü burada anlatılamayacak kadar uzun ve karmaşık bir sorun. Gutenberg’in baskı makinesinin ülkemize ne kadar geç geldiği, sonra da İbrahim Müteferrika’nın ısrarlı girişimleriyle Avrupa’yı yakalama çabalarımız orta öğrenimdeki tarih derslerimiz dolayısıyla hepimizin malumu.
Geleneksel Latin yazısı günümüzdeki “kitap harfleri”ne yakın, tek tek yazılan harfler iken, Arap yazısı bitişik harflerle yazılan “el yazısı”ndan ibaretti. Latin yazısında el yazısının harflerin şeklini nasıl etkilediğininden bahsetmeyip okuyucunun sorunla aşina olduğunu varsayıyorum. Arap yazısında ise bu daha büyük bir sorun yaratıyordu. Yazının parçalara bölünüp değişik harf kombinasyonlarının yaratılması Latin yazısı için söz konusu olmayan sorunların çözümünü gerektiriyordu. Bu sorun şu anda “unicode” standardının geliştirilmesinde de karşımıza çıkıyor.
Meraklı okuyucuyu detaylar için Thomas Milo’nun çalışmasını okumaya davet ederken yazının konu bütünlüğünü korumak uğruna sayı vermekle yetineceğim:
Herhangi bir yazı biçimi için Latin yazısını baskıya uyarlarken kullanılacak işaret sayısı yüzü aşmazken Arap yazısında bunun birkaç katı işaret kullanılması gerekiyordu.
Bu ortalama insanı etkileyen bir sorun olmaktan çok baskı ve dizgi uzmanlarının hayatını kararttığı için bahsetmek uygun mu hala emin değilim. Ancak aynı estetik kaygılar düzgün yazmak isteyen her insanın karşısına çıktığından yer vermeyi uygun buldum.
Sonuç
Sesçil Latin Alfabesinin dilimiz için Fars Ebcetinden daha uygun olduğu daha önce de belirtildiği gibi elle tutulur örneklerle de kanıtlanabilebilen bir gerçek. Bu makalenin amacı Latin alfabesinin kabulune giden yolun hangi taşlarla döşendiğinden bahsetmekti. Ancak, öykünün eksik kalan yanları da var: Yazı devrimi nasıl gerçekleşti? Bütün bu kazanımların bedeli neydi? Başka çıkar yol yok muydu?
Arapça “susmayacağız” yazılı gömleği yüzünden uçaktan indirilen Arap asıllı Amerikalı Ra’ed Carrar hukuk mücadelesini sürdüredursun, yabancı düşmanlığını yenmeye kararlı Amerikalılar sağa sola iri harflerle yazılı Arapça afişler asmaya başladılar bile. Altlarındaki küçük yazılı ingilizce karşılıkları okuma zahmetinde bulunmadan polise “siyasi slogan”, “yeraltı örgüt haberleşmesi” ihbarında bulunan sıradan vatandaş afiş içeriklerinin “kağıt mı plastik mi?”, “ben küçük bir çay demliğiyim” gibi sıradan metinler olduğunu öğrenince sakinleşiyorlar. Aktiviteyi başlatanların amacı da bu şartlı refleksi yenebilmekmiş.
Bu şartlı refleksin ülkemizdeki geçmişi çok daha eski ve bambaşka nedenlere dayanıyor. Günümüz Türkiye’sinde yenilikçilik çizgisinin hangi tarafında duruyor olduğumuz bu şartlı refleksin olumlu ya da olumsuz algılanmasına neden oluyor sadece. Bu çağrışım kollektif hafızamızın derinlerine kazınmış.
Siyasi Etkenler
Yeni Kimlikler: Türk Ulusu
Osmanlı son birkaç yüzyıl boyunca tüm dikkatini ve enerjisini çağdaşlaşmaya vermişti. Her dönem daha farklı bir yaklaşımın çabalarına sahne oluyordu. Batı kültürlerinin katettiği toplumsal, bilimsel ve teknolojik gelişmelerin gerisinde kalışımızın faturalarından biri de eski yazının zorluğuna kesildi.
“Osmanlıcılık” kimliği bu bölünmenin önüne geçmeyi amaçlıyordu. Ancak, Osmanlı kimliği yaratma çabaları başarısızlığa uğrayınca Türk milliyetçiliği güçlenmeye başladı. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu ve gelişimini şekillendiren Türkçülük akımını 1908′de kurulan Türk Derneği’ne dayandırmak mümkün. Ziya Gökalp, Yusuf Akçura gibi düşünürlerin önderliğinde hareket eden Türkçüler için Osmanlıcılık siyasi bir organizasyonun adıydı, sosyal bir olgunun değil.
Yeni Kimlikler: Laiklik
İttihat ve Terakki Partisi’nin tek motivasyonu milliyetçilik değildi. Köktendinci zihniyet ve taraftarlarının hilafet ve sultanlığa bağlılıkları da ayrı bir sorun teşkil ediyordu. 31 Mart Vaka’sı (1908) bu sorunun bir tecellisiydi.
Arap harfleri yeni ulusal kimlik tanımının önüne engel olarak çıkmakla kalmayıp köktendinci zihniyetin simgelerinden biri de oluyordu. Sosyal dilbilimci Richard Collin bu durumu şöyle özetler:
Birinci Dünya Savaşı hezimetinin ardından Mustafa Kemal Atatürk’ün laik yenilikçi taraftarları Ortadoğu’yla araya mesafe koyup Avrupa’ya yaklaşma kararı aldılar. Latin alfabesi yazmayı da öğrenmeyi de kolaylaştırmıştı ancak Atatürk’ün temel amacı dilbilimsel olduğu kadar siyasiydi de.
Dilbilimsel Sorunlar:
Küçük bir düzeltme: Osmanlıca yazarken kullanılan dizge Arap Ebceti değil, Arap kökenli Fars ebcetiydi. İranlılar ve Türkler Arapça’da olmayan birkaç ses daha eklemişlerdi dizgeye: ç, ğ, j, geniz n’si ve p.
Sadede gelelim; Osmanlı yazısına Arap Ebceti yerine Fars yazısı demek daha doğru olacaktır.
Okunması Zor!
Arap harfleriyle yazılmış metinleri okumanın zorluğundan bahsedilir. İtiraf etmeli ki doğruluk payı olan bir iddia. Arapça yazdığınız sürece kendi içinde çok tutarlı olan bu yazı uzun yıllar boyunca yaratıldığı kültürün dili ile etkileşmiş; hem dili şekillendirmiş hem de bu dilin bir eseri haline gelmiş. Basit bir kökün ardına eklerin getirildiği (eklemeli) bir dil olan Türkçenin aksine Sami dillerinde çekimler birkaç ünsüzden oluşan köklerin bükülmesiyle mümkündür.
Sesçil Değil
ktb kökünden kitab, katib, mektub, mekteb türetilir. Sözcükler araya (çoğunlukla) ünlü koymadan yazılırlar.
Ünlülerin ayrıca temsil edildiği Latin Alfabesinin aksine Arap Ebcetinde bazı ünlüler ünsüz harflerin okunuşu ile ima edilir: Sa için ص (sad), se için س (sin) harfi kullanılır. Yani sabah yazacaksanız ص, selam yazacaksanız س kullanmalısınız. Dolayısıyla okuma söz konusu olduğunda Kur’an’da kullanılan, ünlüleri ve diğer telaffuz ayrıntılarını işaret eden göstergeler (harekeler) kullanılmadığında da yeterince ses ipucu vardır.
Öte yandan, bu az önce bahsi geçen Arapça kökenli sözcükler için geçerli. Türkçe kökenli sözcükler birkaç ünsüzden oluşan köklere dayanmadığından ünlülerin kullanımı daha çok önem taşır. Ancak bu noktada sorun Fars Ebcetinin yetersizliğinden çok yazı kültürünün Türkçeye uyarlanmamış olmasından kaynaklanıyor. Bir diğer deyişle, Türkçe sözcükler yazılırken daha sesçil bir yaklaşım tercih edilse Latin alfabesinde olduğu gibi Fars Ebcetinin de sesçil kullanımı mümkün olacaktı. Ne yazık ki Türkçe sözcüklerin yazımında da aynı gelenek izlenmiş ve gereksiz bir zorluk yaratılmış.
Arap Ebcetine eklenen ç, ğ, n ve p’nin aksine yeni ünlüler eklenmemiş Fars Ebcetine. Var olan ا (elif) ve و (vav) ile yetinilmiş. ا ve و Arapça’da sırasıyla a ve u ünlülerine denk gelirler. Bilindiği gibi Türkçedeki ünlülerin sayısı modern Latin kökenli sesçil alfabede temsil edilenlerden dahi fazla iken a ve u Türkçe yazmak için bir miktar yetersiz kalıyor:
Koku için kaf-vav-kaf-vav, çocuk için ç-vav-cim-vav-kaf, büyük için ise be-vav-ye-vav-kaf yazılıyordu. Bu sözcükleri bağlam dışında kuku, çucuk ve buyuk olarak okumak da mümkün. Sözcükler tek başınayken oldukça kafa karıştırıcı olabilecek bu yetersizlik metin içinde bir bağlam çerçevesinde anlamlandırmaya engel olmuyordu.
Noktalar, Noktalar…
Harleri oluşturan temel işaretler arasındaki benzerlikler de bir başka okuma yazma güçlüğü çıkarıyordu karşımıza.
Be, te ve se harfleri noktalarla farklılık gösterirken temel işaret bir anlam taşımıyordu:
Thomas Milo’nun “Arabic Script Tutorial” başlıklı makalesinde verdiği örnek sorunu çok başarılı bir şekilde örneklendiriyor:
Örnekleri artırmak olası. Sayılardan bahsetmek ise sorunu daha açık ifade etmek için yeterli olacaktır. Fars Ebcetini oluşturan 29 osmanlı harfi noktalarla farklılaştırılan 17 temel işaretten oluşuyordu.
Yazması Zor!
Sin mi Sad mı?
Yazarken durum biraz daha zorlaşıyor. Okurken var olan bağlamdan yazarken mahrum olduğumuz için bazı durumlarda neyin nasıl yazıldığını bilmemiz gerekiyor. Az önce verilen örnekteki sabah – selam, sad – sin ayırımı aşikar iken Arapça bilmeyenler için “islam”ın sad değil de sin ile yazılacağını bilmek sadece sağduyu ile varılabilecek bir sonuç değil.
Ramadan mı Ramazan mı?
Yazmayı zorlaştıran bir başka “suni” sorun da Arap, Fars kökenli sözcükleri özgün halleriyle yazma alışkanlığıydı. Yazının değil de kültürün getirdiği bu alışkanlık ancak mürekkep yalamış, sözcüğün özgün yazılışından haberder insanlar için engel oluşturmuyordu. Bu geleneği sorun haline getiren şey Fars Ebcetindeki bir takım seslerin Türkçede mevcut olmayışından kaynaklanır. Ana dili Türkçe olanların dillerinin dönmediği bu sesler başkalarına indirgenirler. Bu da olağan şartlar altında var olmayan bir ses fazlalığı ve karmaşası yaratır.
Dizgi ve Baskı
Öyküsü burada anlatılamayacak kadar uzun ve karmaşık bir sorun. Gutenberg’in baskı makinesinin ülkemize ne kadar geç geldiği, sonra da İbrahim Müteferrika’nın ısrarlı girişimleriyle Avrupa’yı yakalama çabalarımız orta öğrenimdeki tarih derslerimiz dolayısıyla hepimizin malumu.
Geleneksel Latin yazısı günümüzdeki “kitap harfleri”ne yakın, tek tek yazılan harfler iken, Arap yazısı bitişik harflerle yazılan “el yazısı”ndan ibaretti. Latin yazısında el yazısının harflerin şeklini nasıl etkilediğininden bahsetmeyip okuyucunun sorunla aşina olduğunu varsayıyorum. Arap yazısında ise bu daha büyük bir sorun yaratıyordu. Yazının parçalara bölünüp değişik harf kombinasyonlarının yaratılması Latin yazısı için söz konusu olmayan sorunların çözümünü gerektiriyordu. Bu sorun şu anda “unicode” standardının geliştirilmesinde de karşımıza çıkıyor.
Meraklı okuyucuyu detaylar için Thomas Milo’nun çalışmasını okumaya davet ederken yazının konu bütünlüğünü korumak uğruna sayı vermekle yetineceğim:
Herhangi bir yazı biçimi için Latin yazısını baskıya uyarlarken kullanılacak işaret sayısı yüzü aşmazken Arap yazısında bunun birkaç katı işaret kullanılması gerekiyordu.
Bu ortalama insanı etkileyen bir sorun olmaktan çok baskı ve dizgi uzmanlarının hayatını kararttığı için bahsetmek uygun mu hala emin değilim. Ancak aynı estetik kaygılar düzgün yazmak isteyen her insanın karşısına çıktığından yer vermeyi uygun buldum.
Sonuç
Sesçil Latin Alfabesinin dilimiz için Fars Ebcetinden daha uygun olduğu daha önce de belirtildiği gibi elle tutulur örneklerle de kanıtlanabilebilen bir gerçek. Bu makalenin amacı Latin alfabesinin kabulune giden yolun hangi taşlarla döşendiğinden bahsetmekti. Ancak, öykünün eksik kalan yanları da var: Yazı devrimi nasıl gerçekleşti? Bütün bu kazanımların bedeli neydi? Başka çıkar yol yok muydu?