Makale Başlıkları Hide
Platon veya Eflatun (
: Πλάτων, Plátōn; MÖ 428/427 veya 424/423 – 348/347),
ve bilgesi.
Dünyada düzeyindeki ilk kurumlardan biri olan (ve bu kurumlara günümüzdeki adını veren) 'nin kurucusu olan ve düşünce tarihinde bir dönüm noktası teşkil eden Platon, ve pek çok tartışmanın temellerini atmış, ve gibi pek çok dini de derinden etkilemiştir. Hocası ve öğrencisi ile birlikte tarihinin en etkili ismidir ve iddialarının büyük bir kısmı bugün hâlâ önemini korumakta, tartışılmakta ve çoğu düşünceye katkıda bulunmaktadır. ve " felsefe geleneğiyle ilgili yapılabilecek en güvenilir genel nitelendirme, Platon'a ait bir dizi dipnottan oluştuğudur.", demiştir.
Çağdaşlarının aksine, eserlerinin tahminen hepsi günümüze kalabilmiş olan Platon genellikle kendi çevresinden (ya da kendi için önemli) karakterlerden oluşan, belirli bir mekanda ve zamanda geçen, bir konu etrafında insanların tartıştığı ve birbirlerine karşı argümanlar vererek iddialarını çürütmeye veya ispatlamaya çalıştığı, çeşitli şakalar ve göndermeler de içeren, metinlerine oldukça yakın kurgusal diyaloglar yazmıştır. Çoğunun ana karakteri olan bu diyaloglar uzunluk, konu ve işleniş açısından büyük farklılıklar göstermektedir. Bu nedenle Platon'un , , , gibi farklı alanları işlediği bu metinlerde pek çok düşünceyi hayatı boyunca tekrar tekrar değerlendirdiği, düşüncelerini değiştirdiği veya yeniden ele aldığı düşünülmüş, diyalogların , nasıl yorumlanması gerektiği, hangi iddiaları Platon'un kendinin savunduğu ya da Platon'un diyaloglarında yazmadığı düşünceleri olup olmadığı tartışma konusu olmuşturve olmaya devam etmektedir.
kurucusu kabul edilen Platon'un, sadece akıl aracılığıyla bilinebileceğini iddia ettiği tümel gerçekler olan , ruhun akıl, duygular ve arzulardan oluşan üç parçası olduğu ve bu parçalar arasında aklın yönetimine dayanan bir uyum kurulması gerektiği iddiası ve bu teoriler üzerine kurduğu etik ve politik düşünceleri tarih boyunca , , , tümeller, ve dair tartışmalarda oldukça etkili olmuştur. En sık okunan ve temel düşüncelerinin çoğunu açıkladığı düşünülen diyalogları , , , , , Menon, Parmenides, ve olan Platon'un bunlar dışında asıl Sokrates'in bir konu hakkında konuştuğu kişinin verdiği cevapları çürüterek o insanı kendini sorgulamaya ve böylece yapmaya yönlendirme sürecini tasvir ettiği eğlenceli diyalogları boyunca oldukça popüler olmuşlardır. Sokrates'in yanı sıra kendinden önce gelen , , gibi filozoflardan da etkilenen Platon'un bu filozoflara yer verdiği metinleri aynı zamanda haklarında günümüze çok az şey kalmış olan bu filozoflara tanıklık ederek kaynak oluştursa da, Platon'un metinlerinin kurgusal metinler olduğu unutulmamalıdır.
Platon'un üzerine Şölen adlı bir diyaloğu ve diğer diyaloglarında bu konuda çeşitli iddiaları bulunsa da, hiçbiri günümüzdeki anlamıyla " " karşılık gelmemektedir. Platon gerçek aşka bedensel hazlara yönelerek değil ruhsal bir yolla gerçeğin, güzelin, iyinin kendine dönük bir yönelimle ulaşıldığını iddia ettiği için zaman içerisinde 'Platonik aşk' terimi günümüzde 'romantik ya da cinsel bir karşılık beklenmeyen aşk' anlamı kazanmıştır, oysa Platon ya da romantik ilişkilere karşı çıkmamaktadır.
Platon'un hayatıyla ilgili hemen hemen hiç kaynak bulunmamaktadır ve hakkındaki pek çok rivayet (yani Platon öldükten 5 yüzyıl sonra) pek çok filozofun biyografisini yazan 'a dayanmaktadır. Diogenes Laertios, Platon'un asıl isminin dedesinin adı olan Aristokles olduğunu, Platon'un iyi bir olduğunu, 'geniş' anlamına gelen 'Platon' isminin güreş hocasının taktığını, göğsü, omuzları, çenesi ya da alnı geniş olduğunu için taktığı bir lakap olduğunu aktarmaktadır. yaşamış olan ise Platon'un göğsünün geniş olduğu için ona bu lakabın verildiğini söylemektedir. 'Platon' ismi o dönemde yaygın bir isimdir, fakat eğer lakapsa bile Platon bütün eserlerini bu adla yazmıştır, yakın zamanda 'en itibarlı' anlamına gelen Aristokles isminin sonradan yazarlarının uydurması olduğu ve Platon isminin asıl adı olduğu da iddia edilmiştir.
Diogenes Laertios Platon'un doğum tarihini kendi tahminlerine göre 428/7 yıllarına yerleştirmiştir ancak günümüzde 'undan yola çıkarak 424/3'te doğmuş olması gerektiği düşünülmektedir. kentinin köklü ve asil bir ailesinden gelen Platon'un gençliğinde güreşe ek olarak ( o dönemde varlıklı genç erkekler arasında yaygın bir faaliyetti) tiyatro oyunları yazdığı (Atina şehrinde her sene şehir için oldukça önemli ve oldukça popüler tiyatro festivali yapılmaktaydı) söylenir. Politikaya atılmayan Platon muhtemelen bütün hayatını ailesinden kalan mal varlığını felsefe yapmaya harcayarak geçirmiştir. Kendisinden önce Atina'nın düşünce dünyasındaki en etkili figürlerden biri olan Sokrates'in öğrencisiyken Sokrates Atina devleti tarafından suçlu bulunmuş ve (Platon tahminen 25 yaşlarındayken) öldürülmüştür. Platon'nun yazdığı "Sokrates'in Savunması" Sokrates'in ağzından yaptığı savunmayı anlatmaktadır, fakat Sokrates bu konuşmasında ne kendini savunur, ne de özür diler, sadece kendine yöneltilen suçlamalarla ilgili kendi düşüncelerini söyler.
Babası Ariston, annesi olan Platon'un Devlet kitabında tartışmanın ana karakterleri olarak yer verdiği ve adında iki erkek kardeşi ve Potone adında bir kız kardeşi vardır. Kız kardeşinin oğlu Platon öldükten sonra 'nin başına geçmiştir. Platon'un annesi Perictione'nin kardeşi Charmides (Platon'un Charmides, Şölen ve Protagoras diyaloglarında konuşur) ve dedesi (Charmides ve Protagoras'ta konuşan Critias'ı Platon Callaeschrus'un oğlu, yani annesinin dedesi olarak tanıtır, fakat Timaeus ve Critias diyaloglarında tanıtmadığı ve yaşlı tasvir ettiği için başka bir Critias'dan bahsettiği düşünülebilir) döneminde Atina politikasında önemli yer alan figürlerdir. Aynı zamanda Sokrates'le yakın olan Critias bu dönemde lider rolü üstlenmiş ve Atina halkından oldukça tepki toplamıştır, dolayısıyla Sokrates'in mahkûm edilmesi tarihçiler tarafından Sokrates'in etrafındaki önemli politik figürlere verilen bir tepki olarak da değerlendirilmiştir.
Platon'un hayatı hem Atina için hem de bütün Antik Yunan Medeniyeti için oldukça büyük değişimlerin yaşandığı bir döneme denk gelmiştir. Antik Yunan Medeniyeti 'nin iki tarafına, ve kıyılarına, ve 'ya yayılmış, kıyılarında da oldukça etkili olmaya başlamıştır. ve bu süreçte ekonomik ve politik güç olarak yükselmişler ve bir süre sonra birbirleriyle MÖ 431-404 yılları arasında süren 'na girmişlerdir. Atina bugün " " diyebileceğimiz bir yönteme yakın yönetime katılmada ve yasaya bağlı adaletin vurgulandığı bir sistemle kendini yönetirken, Sparta ve arasında katı bir sınıfsal ayrıma dayalı bir sahipti. Savaşın başında oldukça etkili bir güç olan Atina kenti savaşta Sparta'ya yenilmiş, Sparta zoruyla Atina yönetimine "Otuz Tiran" getirilmiş, bu dönemde uygulanan idamlar ve baskılar sekiz ay sonra isyanla devrilmelerine ve bu sefer yeni yönetim tarafından Otuz Tiran'ın ve yandaşarının idam edilmesine yol açmıştır. Tarihçiler Sokrates'in de bu dönemde Pelopones Savaşında Atina için büyük kayıplara neden olan ve Otuz Tiran'da etkili olan Critias gibi nefret duyulan figürlerle ilişkileri nedeniyle öldürüldüğünü düşünmektedir.
Dönemin varlıklı ailelerinin çocukları gibi Platon da , ve eğitimi alarak büyümüş olmalıdır; ancak o dönemin gramer ve müzik eğitimi günümüzün müzik, , dil bilgisi, , tarih gibi konularını, spor da yanı sıra savaş talimlerini de kapsamaktaydı. Spor yarışmalarından oluşan yanı sıra şiir ve tiyatro performansı yarışmalarından oluşan festivaller Antik Yunan medeniyetinin kültürel yaşamının önemli parçalarıydı ve Platon'nun yaşadığı dönemde Atina , ve başı çekiyordu. Ayrıca Platon'nun hayatı boyunca iki önemli seyahat yaptığı düşünülmektedir. Birinci gezisinde Sicilya ve Güney İtalya'daki Yunan şehirlerinde orada etkili olan Pisagor ve felsefesinden etkilendiği, ikinci gezisini yaptığı düşünülen veya gezilerinde de ve 'da gelişmiş olan , ve ve anlayışlarından etkilendiği varsayılmakla birlikte Platon'nun bu ikinci gezisinde ne gördüğüyle ilgili net veriler bulunmamaktadır. Kırk yaşında gezilerini tamamlayıp Atina'ya döndüğü söylenen Platon'un eserlerinin tahmini kronolojisine dayanılarak çıkarılan düşüncesindeki gelişmelerin seyahatlerinde gördükleri ve öğrendikleriyle ilgili olduğu düşünülmektedir.
Bunun yanı sıra 'nın politik dünyasına dahil olmasa da Diogenes Lartios'a göre Sicilya'nın önemli bir Yunan kenti olan 'nın yöneticisi olan Dionysius'un yanına gitmiş, Dionysius'un kayın biraderi , Platon'un öğrencisi olmuş; ancak tiran Dionysius Platon'a karşı çıkınca Platon köle olarak satılmış ve onu tanıyan Anniceris tarafından özgürleştirilip Atina'ya geri gönderilmiştir. Platon'un Yedinci Mektubu'na göre Dionysius öldükten sonra başa geçen Dion, Platon'u varisi 'u eğitmesi ve Platon'un öğretilerine uygun bir filozof kral yapması için tekrar çağırmış; ancak 2. Dionysius Dion'dan şüphe ederek onu Platon'u zorla alıkoymuş en sonunda Platon Siraküza'yı terk etmiştir. Dolayısıyla Platon kendi zamanının aktif politikasından kopuk olmayan, hatta politikayla olan bağları sebebiyle hayatı tehlikeye girmiştir. Filozofun kendi yaşadığı zamanın Akdeniz ve Orta Doğu kültürlerini yakından bilen birisi olduğu görülmektedir. Bu açıdan Platon sadece ürettiği düşüncelerin yelpazesi ve derinliği açısından değil, aynı zamanda en azından politik felsefesini kısmî olarak da olsa uygulamaya koyma imkânı bulması açısından da ender görülen filozoflardan biridir.
Tahminen gezilerini tamamladıktan sonra Akademi'deki okulu kuran Plato, bu dışa kapalı okulda dönemin Atina'sındaki pek çok önemli insanla felsefi ve bilimsel tartışmalar sürdürmüş ve özgün düşüncelerini içeren pek çok diyaloğunu bu sırada yazmıştır. Platon altmışlı yaşlarındayken 17 yaşındaki Aristoteles Platon'un okuluna gelmiş ve yirmi yıl burada bulunmuştur. Bir yandan Aristoteles'in Platon'unkinden oldukça farklı bir felsefesi olması, yazılarında Platon'u pek çok nokta daha eleştirmesi, Platon'un düşüncesinin çoğu noktasında problemler görmesi, öbür yandan Platon'un son döneminde yazdığı düşünülen eserlerindeki bazı iddiaların önceki metinlerinden uzaklaşması veya farklılaşması Aristoteles'in Platon'un metinlerine yönelik eleştirel tutumunu belirlemiştir. Platon ve Aristotales arasında, aralarındaki yaş farkına rağmen üretken bir diyalog olduğunu düşündürebilir. Platon seksenli yaşlarının başında ölmüş, yerine Akademi'nin başına yeğeni geçtiğinde Aristotales Akademi'den ayrılmış, daha sonra o da Atina'nın Lyseum (bu isim de günümüzdeki 'lise' sözcüğünün kaynağıdır) bölgesinde kendi okulunu kurmuştur.
Platon'un eserleri kronolojik olarak üç gruba ayrılabilir:
İlk: , , , , , Hippias (minor), Hippias (major), Ion, Laches, ,
Orta: , , Meno, , , , , , Theaetetos
Son: , Sofist, Devlet Adamı, , Philebus, Yasalar
Fakat aslında bu ayrımı yapabilmemizi sağlayan olgular yalnızca dil bilimcilerin Platon'un dil kullanımındaki ortak özelliklere bakarak yaptığı çıkarımlar ve eserlerin içeriklerindeki değişimlere ve gelişimlere dair yorumlamalardır. Bazıları ilk ve orta dönem arasında bir geçiş dönemi de görmektedir. Kimileri ise böyle bir ayrımı yapmaya çalışmayı reddetmekte, Platon'un eserlerinin bir bütün olarak görülmesi gerektiğini savunmaktadır. Çok yakın bir zamana kadar eserlerin kronolojisi umursanmamış, hatta kurgusal olmadıkları, yaşanmış olayları aktardıkları varsayıldıkları da olmuştur. Platon'un eserlerinin tamamını (ve Platon'a atfedilen ancak sonradan onun olmadığı kanıtlanmış pek çok başka diyaloğu) yorumla birlikte 16. yüzyılda basan Henricus Stephanus'un bastığı metin günümüzde Platon'un metinlerindeki satırların referans numaralarını belirlemek için kullanılmaktadır.
İlk dönem olarak adlandırılan eserler Sokrates'in konuyla ilgili otorite kabul edilen ya da kendini otorite olarak gören birisine "... nedir?" biçiminde çoğunlukla ahlak kavramlarının anlamlarını sorması, verilen çeşitli cevapları mantıkla test ederek çürütmesi ve en sonunda konuştuğu kişinin cevabı bilmediğini göstermesi sürecini anlatmaktadır. Çok uzun olmayan bu diyaloglar genellikle kısa soru cevap cümlelerinden oluştukları ve pek çok şaka ve gönderme içerdikleri için tiyatroya oldukça yakın, canlı metinlerdir. Sadece sorular sorduğunu, pozitif bir iddiada bulunmadığını iddia eden Sokrates kendinin de bir şey bilmediğini iddia etmekte, bir şey bildiğini iddia eden karşı tarafın iddialarını ise boşa çıkarmaktadır. Bu diyalogların Sokrates'in Atina'da gerçekten yaptığı tartışmalara ve kendi felsefi tutumuna yakın olduğu düşünülmektedir. Bir insana sorular sorarak onun kendiyle çeliştiğini ona söyletme yöntemine "Sokratik metot" denmektedir. Bu diyalogların çoğu sonuçta varılan bir cevabın bulunamadığı ucu açık bir noktada bittiği için Antik Yunancada 'ne diyeceğini bilememe durumu' anlamına gelen aporia ile bittiği söylenir.
Orta dönem olarak ayrılan eserlerin Platon'un " " (ya da formlar) teorisini geliştirdikten ve özellikle , ve 'in düşüncelerini inceledikten sonra yazdığı düşünülmektedir. Bu dönemde de Sokrates ana karakter olsa da, çok daha uzun olan metinler bir görüşün savunulduğu ya da ispatlanmaya çalışıldığı, farklı düşüncelerin tartışılarak hangisinin doğru olduğunun anlaşılmaya çalışıldığı metinlerdir. Theaetetus bilgi nedir sorusuyla başlayıp, çeşitli iddiaları inceledikten sonra aporia ile bitse de bu sürede Sokrates pozitif iddialar olarak yorumlanabilecek pek çok argüman vermektedir. Parmenides diyaloğu ise Parmenides'in Sokratesi çürütmesi sonrası amacı hâlâ daha farklı yorumlanan uzun bir bölümle devam etmektedir. İlk döneme zıt olarak Phaidon, Devlet ve Parmenides'te asıl düşünceleri çürütülen ya da sorgulanan veya düşüncelerini ispatlanması beklenen kişi Sokrates karakteridir, fakat bu dönemdeki eserlerin hiçbirinin gerçek Sokrates'i yansıtmadığı, Platon'un kendi özgün fikirlerini ortaya koyduğu düşünülmektedir. Platon'un en ünlü eserlerinden Devlet, Phaidon, Şölen ve Menon bu dönemdedir.
Son dönem eserlerinde ise Platon iyice diyalog formatından uzaklaşmış, her ne kadar karakterler ve bir sahne olsa da monologa yaklaşan kesintisiz, uzun konuşmalardan oluşan oldukça karmaşık argümanlar ve iddialar içeren diyaloglar yazmıştır. Timaeus, Sofist, Devlet Adamı ve Yasalar gibi eserlerinin nasıl yorumlanması ve orta dönem eserleriyle lişkisi bugün hâlâ tartışma konusudur. Özellikle Timaeus'ta geliştirdiği ontolojik, metafiziksel ve kozmolojik argümanlar felsefe ve bilim tarihinde oldukça etkili olmuştur, zaten 'a kadar Avrupa'da Platon'un tek bilinen eseri Timeaus'tur. Her ne kadar Platon bu son dönem eserlerinde orta dönem eserlerinde ele aldığı konuların çoğunu yeniden ele alarak çok daha gelişmiş teoriler ortaya atsa da günümüzde bu metinler Platon'un orta dönem eserleri kadar popüler değillerdir.
Konuların işlenişi değişse de Platon'un bütün eserlerinde karakterler, olayların geçtiği yer ve zaman, tartışmaların nasıl bir atmosfer içerisinde ilerlediği, karakterlerin verdiği tepkiler argümanların birer parçasıdır, dolayısıyla Platon'un diyalogları salt felsefi ispatlar sunan metinler olarak değil, edebi sanat eserleri olarak da okunmalı ve Platon'un felsefesi bu perspektif göz önünde bulundurularak yorumlanmalıdır.
Platon'un felsefesi temel olarak Phaidon'da açıkladığı, algılanan şeylerle düşünülen şeyler arasındaki ayrıma dayanır. Bilginin nesnesinin, yani bilebileceğimiz şeylerin yalnızca düşünülen şeyler olabileceğini söyleyen Platon, algıladığımız şeylerin ancak kanıların, kanaatlerin, görüşlerin, sanıların nesnesi olabileceğini iddia eder. Herakleitos'tan etkilenerek algıladığımız her şeyin durmadan değişim içinde olduğunu, fakat bilginin değişmeyen, sabit bir şey olması gerektiğini, dolayısıyla bilgiye ancak düşüncede ulaşılabileceğini düşünmektedir.
Belki de en etkili ve en önemli teorisi olan idealar teorisini hiçbir zaman tam olarak ana tartışma konusu olarak eserlerinde yazmamış, Phaidon ve Devlet gibi bazı eserlerinde var olduklarını var saymış, Parmenides diyaloğunda ideaların ne olamayacaklarına dair iddialara yer vermiş, orta dönem eserlerinden sonra son dönem eserlerinde açıkça idealardan çok az yerde bahsetmiş; ancak ideaların varlığına olan inancından hiç vazgeçmemiş görünmektedir. Bu nedenle Platon'un idealar teorisini tamamlanmamış, ucu açık ve keşfedilmeyi bekleyen pek çok tarafı olan bir teori olarak düşündüğü, bir çeşit felsefi proje ya da soru olarak ele aldığı varsayılabilir.
Antik Yunanca idea (eidos), "görünen" demektir ve buna ek olarak, 'form, biçim, tür' anlamları da vardır. Devlet kitabında Platon güzel olan pek çok şey gördüğümüzü, bunlarda ortak olan güzel diye bir şeyin var olduğunu, bu nesnelerin ne kadar güzel oldukları değişirken onlarda ortak olan güzelin değişmeyen, mutlak ve tam anlamıyla güzel, "güzelin kendi" olduğunu iddia eder. Bu anlamda idealar algıladığımız nesnelere algıladığımız özelliklerini kazandıran, o özelliklerin "kendi" olan mutlak değişmeyen düşünce nesneleridir. Algıladığımız nesneler bir özelliğe sahip olduklarında o özelliğin ideasına "katılmakta", ondan "pay almaktadırlar" (methekein). Fakat Platon bu 'katılma'nın metafiziksel olarak nasıl bir şey olduğuyla ilgili bir teori vermemiş olsa da Timaeus'ta niteliklerin nasıl oluştuklarını açıkladığı kısım dolaylı olarak bu soruya cevap gibi görülebilir. Timaeus diyaloğunda nitelikler daha temel elementlerin geometrik özelliklerinden yola çıkarak açıklanırlar ve temel elementlerin bütün meydana gelme biçimlerini belirleyen demiurgos yani "sanatçı, zanaatkar, ya da yaratıcı" varoluşun bütün hallerini varlığa yani idealara bakarak var ettiği için, algıladığımız nesnelerde beliren bütün nicelikler demiurgosun yaratım sürecinde idealara "bakarak" yarattığı tikel varoluşlarının bizim algımıza yansımalarıdır.
Platon ideaları bir özelliğin ölçüldüğü mutlak standart olarak da düşünmektedir. Bir anlamda, ilk dönem diyaloglarında pozitif bir iddiada bulunmuyor gibi görünse de, Sokrates "... nedir?" sorusuna cevap isterken tümel tanımlar beklemekte ve aslında bir kavramın bütün nesnelerini içeren tümel ifadelere ulaşmaya çalışmaktadır. Bu açıdan idealar teorisinin Sokrates'e ait olabileceği ya da Sokrates'in idealar teorisinin farklı bir versiyonuna inandığı öne sürülmüştür. İdeaları algı yoluyla değil düşünce yoluyla bildiğimizi iddia eden Platon, Menon ve Phaidon diyaloglarında ideaları doğduktan sonra öğrenmediğimizi, fakat onlara ruhumuzda zaten sahip olduğumuzu, fakat doğarken beden maddi yapıda olduğu için ruhtaki bilginin unutulduğunu, felsefe yoluyla ruhtaki bu bilginin tekrar ortaya çıkarılarak 'hatırlanabileceğini' iddia eder. İronik bir biçimde tarihte ilk üniversitenin kurucusu olan Platon 'bilgi aktarma' anlamında eğitimin imkânsız olduğunu söylemektedir, bilgi aktarılan bir şey değil, zaten ruhta olan ideaların tekrar ortaya çıkarılması, hatırlanmasıdır. Devlet diyaloğunda felsefi sürecin diyalektik yani kelimenin o günkü anlamıyla "tartışma" olduğunu, farklı hipotezlerin karşılaştırılarak en sonda hipotetik olmayan bir ve temel gerçeğe ulaşma süreci olduğunu söyler. Bu hipotetik olmayan gerçek, diğer bütün gerçekliğin nedeni olan idealardır.
Ancak idealara ulaşmanın nasıl bir şey olduğu çok açık değildir. Platon ideaların ne olduğunu söylemektense onları ve onlarla ilgili çeşitli özellikleri var sayar. Şölen diyaloğunda aşktan bahsederken aşk ideasına nasıl ulaşılacağını dört aşamada betimlemiştir. Önce bir insana aşık olarak tikel ve algıyla kavranan aşkı tanırız, sonra bu tikel algısal aşkın başka insanlardaki başka biçimlerine bakarak genel algısal aşkın ne olduğunu anlarız, sonra genel aşkı soyutlayarak düşünsel ve genel olan aşka ulaşırız. Bu düşünsel ve genel aşkı araştıra araştıra en sonunda genelin tamamına hakim olan tek bir aşka varırız. İşte bütün aşkın nasıl olacağını belirleyen, aşkın bütün durumlarında "görünen" fakat kendi hiç değişmeden kalan gerçek aşk, "aşkın kendi" odur. Devlet diyaloğunda idealar hem nesnelerin bir özelliğe sahip olmalarının nedeni, hem de buna dair bizdeki bilginin nedeni olarak açıklanmaktadır, dolayısıyla bir şeyin gerçek olabilmesi ancak idealar tarafından sağlanmasıyla mümkündür. Gerçeği düşünsel nesnelere dayandırdığı için kimileri Platon'u "idealist" olarak adlandırırken, kimileri de tümel özelliklerin zihnimizin dışında var olduğunu iddia ettiği için "realist" olduğunu söylemiştir.
Platon ideaların algıyla kavranamayacağını iddia ettiği fakat onların var olan nesneler olduklarını söylediği için pek çok insan tarafından "idealar dünyası" diye "üçüncü bir dünyanın" (algısal ve zihinsel dünyaya ek olarak) varlığını iddia ettiği şeklinde yorumlanmıştır, fakat bu yorum yanlıştır çünkü Platon hiçbir metinde ideaların hacme sahip uzayda yer kaplayan cisimler olduğunu iddia etmez, dahası algısal ve zihinsel olan şeylerin de iki ayrı "dünya" olduğunu iddia etmez, tam tersi Timaeus'ta yalnızca bir evrenden bahseder. İdealar, fiziksel nesnelere karşıt olarak fiziksel olmayan, dolayısıyla fiziksel nesnelerin değişmek, ortaya çıkmak ve yok olmak gibi "kusurlarına" sahip olmayan mükemmel varlıklardır, hatta kelimenin tam anlamıyla varlığın kendidirler. Devlet diyaloğunda idealar arasında bir seviye ilişkisi olduğunu da iddia eden Platon, iyi ideasının en üstte, varlıktan bile ötede olması gerektiğini, çünkü varlığın varlık olmasını iyi ideasının sağladığını iddia eder. Bu iddianın kanıtı Platon'un metafiziğin en temel sorularından biri olan "neden hiçbir şey yerine bir şey var?" sorusuna cevabıdır: bir şey vardır çünkü bir şeyin var olması hiçbir şey olmamasından daha iyidir, dolayısıyla hiçlik yerine varlığın olmasının nedeni iyi ideasıdır. İyi ideası diğer her şeyi belirleyen temel idea olduğu için, bütün idealar ve bütün varlık iyidir.
Platon ideaları ortaya atarken kendi zamanında popüler olan sofistlerin ortaya attığı pek çok soruna çözüm üretmeyi amaçlamaktadır. Bu sorunlardan birisi bir özelliğin nasıl birden fazla nesnede olabildiği sorunudur. "Birden fazla nesneye atfedilebilen özellikler" anlamında tümellerin ne oldukları tam da Platon'un idealar teorisini ortaya atmasıyla felsefenin konusu haline gelmiştir. Ayrıca sofistler retorikle yani inandırıcı konuşma yöntemleriyle pek çok yanlış iddiayı doğruymuş gibi göstermektedirler, Platon ise mantık temel alındığında gerçeğin idealara varacağını iddia etmektedir. Ayrıca Platon idealar teorisi sayesinde sadece fiziksel özelliklerin değil, ahlaki ve estetik kavramların da tümel olduklarını iddia edebilmiş ve evrensel ahlaki yasaların ya da güzelliğin ne olabileceğini tartışmaya açabilmiştir. Bu anlamda Platon idealar teorisiyle çok fazla problemi çözmeye çalışmaktadır, teorinin "bitmiş" bir halini hiçbir zaman sunmaması bu çabasına bağlı olabilir.
İdea nedir sorusuna Platon'un cevabı "gerçek olan şey" gibi görünüyor. İdeaların zamandan ve mekandan bağımsız, tümel, mükemmel, mutlak, değişmeyen, ortaya çıkmayan veya yok olmayan fakat yalnızca "var" olan şeyler olduğunu; ancak düşünce yoluyla, saf akıl ile bilinebileceklerini, varoluş halindeki algıyla kavranan her şeyin ve onlara dair bilgimizin nedeni olduklarını söylemiştir. Fakat idealarının bir çeşit "öteki dünya" ya da "ruhlar alemi" gibi yorumlanması Orta Çağ'da yaygınlaşan Hristiyan ve İslam inanışlarının ruh ve evren anlayışlarından kaynaklanmaktadır. İdealar soyut nesneler olsalar bile zihinsel nesneler değillerdir, dolayısıyla bu anlamda hayal edilemezler, zihinsel olarak görselleştirilemezler, öyle görünüyor ki Platon'a göre sadece düşünülebilirler, bilinebilirler ve söylenebilirler. Dolayısıyla Platon'un ne kadar "zihinsel" bir şeyden bahsettiği yoruma açık olsa da tarihte pek çok insan ideaları zihinde inşa edilen nesneler olarak yorumlamış, dolayısıyla Platon'un gerçeğin sadece zihnin içinde olan şeyler yoluyla anlaşılacağını iddia ettiği ya da gerçekliğin tamamının zihnin içinde olduğunu söylediği sonucuna varmış, kimi bu sonucu desteklemiş, kimi eleştirmiştir. Platon'un gerçekten ne dediği ise hâlâ yoruma açıktır ve bu felsefe tarihini kateden önemli sorulardan biri gibi görünmektedir.
Platon'nun Devlet diyaloğunda tasvir ettiği üç bölümden oluşan ruh, tarih boyunca insan doğasını anlamlandırmaya çalışan pek çok düşünceye temel teşkil etmiştir. Platon ruhun akıl, duygular ve arzulardan oluştuğunu söyler, fakat bu kelimelerin anlamları onun terminolojisinde biraz daha farklı anlamlara sahiptirler. Platon'un ruh için kullandığı kelime "psüke" aslında daha çok "canlılık veren şey" anlamına gelmektedir ve ilk defa Platon aklın canlılık veren psükeden kaynaklanan bir şey olduğunu ileri sürmüştür. Ondan önce aklın daha çok "yürekle", "kalple", "duygularla" ilgili olduğu düşünülmekteydi. Dahası ruhun ölümsüz olduğunu da ilk defa Platon bu kadar detaylı argümanlara oturtarak kanıtlamaya çalışmıştır. Dolayısıyla Platon'da (ve hatta belki de Geç Antik Döneme kadar) ruh bir çeşit "hayalet" anlamında değil, "can, canlılık, canlılık kaynağı, benlik" kavramlarını kapsayacak biçimde değerlendirilmelidir.
Phaidon diyaloğu, Sokrates'in idama mahkûm edildikten sonra zehir içirilerek öldürülmeden hemen önceki saatlerde yakınlarıyla son anlarını anlatır. Tartışmanın konusu ruhun ölümsüzlüğüdür çünkü ruhun ölümsüz olduğuna dolayısıyla ölümün yok olmak olmadığına inanan Sokrates ölümüne hiç de üzülmemektedir, üstelik arkadaşlarının onu kurtarıp başka şehre kaçırma tekliflerini de reddetmektedir. Dostları da Sokrates'e ruhun ölümsüzlüğünden nasıl bu kadar emin olabildiğini sorarlar. Sokrates ideaların varlığına inandığını, bütün düşüncesinin bunun üstüne kurulu olduğunu söyler, ruh da idealar gibi algısal değil düşüncede bir şeydir, idealar gibi değişmeyen, mutlak ve mükemmeldir; dolayısıyla zamandan ve mekandan bağımsız olmalı, dolayısıyla da doğmamış ve ölümsüz olmamalıdır (üçüncü argüman: benzerlik argümanı). Ayrıca ruh canlılık veren şeyse, canlılık veren şeyin kendi nasıl canlılıktan yoksun kalıp ölebilir? Ölen şey bedendir; ancak beden zaten her zaman ölüdür ve her zaman parçalanmakta ve dağılmaktadır, ruh ise onun karşıtı olarak her zaman yaşamakta ve her zaman "bir olmaktadır" (birinci argüman: döngüsellik ya da zıtlık argümanı). Ayrıca bir şeyi bilebilmemiz o bilgi ruhumuzda zaten var olduğu için mümkündür, yoksa bulduğumuz bir şeyin bilgi olup olmadığını bile anlayamazdık (bu, Menon paradoksu olarak bilinen, Menon diyaloğunda ele alınan bilgi paradoksudur), bilgiye ulaşabilmemiz için gerçeğin ruhumuzda biz doğmadan önce olması gerekir, dolayısıyla ruhun bilgiyle beraber her zaman var olması gerekir (ikinci argüman: hatırlama argümanı). Aslında diyaloğun gidişatı dostlarının Sokrates'i iddiasını savunması için gerçekten sorgulamasından çok, sanki Sokrates ölmeden önce ondan duymak istedikleri şeyleri son bir kez dinlemek için ona sorular sormaları gibidir ya da onun hep anlatmayı sevdiği şeyleri son bir kez daha anlattırmaya çalışmaktadırlar. Çünkü sonuncu argümandan önce Cebes Sokrates'e şu ana kadar dediklerinin ruhun bedenden bağımsız bir şey olduğunu ve doğumdan önce ve sonra var olduğunu kanıtladığını; ancak ruhun ölümsüz olduğunu kanıtlamadığını söylediğinde Sokrates uzun bir konuşmayla kendi düşünsel hayatını anlatıp ideaların var olması gerektiği sonucuna nasıl vardığını anlatır. Her şeyin altında yatan temel nedenleri arayan Sokrates maddeye dayanan açıklamaların hiçbirini beğenmemiştir, çünkü maddi nedenler her zaman göreceli ve değişken kalmakta, mutlak dayanaklar oluşturamamaktadır. Dolayısıyla bir şeyin nedeni o şeyin kendi olan, mutlak değişmeyen bir idea olmalıdır. 3 sayısının nedeni 1+2 ya da 1+1+1 değil, 3'ün kendi yani 3 ideasıdır. Aynı şekilde yaşamın da bir ideası olduğunu iddia eden Sokrates, yaşayan her şeye yaşamın kendi olan ideanın, yani yaşam ideasının canlılık verdiğini, ruh da yaşam ideasından "pay aldığı" için bu özelliğini kaybedemeyeceğini söyler. Ruh ölümsüzdür çünkü yaşam ideası ruhu zorunlu olarak canlı kılmaktadır.
Platon Phaidon, Devlet ve Timaeos gibi pek çok diyaloğunda bir çeşit ve ruhun saflaştırılması veya kirletilmesi sürecine inanmaktadır. Phaidon'daki iddiası şöyledir: beden maddi olduğu için maddenin doğal konumu dünyadır, dolayısıyla yaşarken ne kadar bedensel olana yönelirsek ruhumuz o kadar maddi olanla karışır, dolayısıyla da öldüğümüzde tekrar maddi olanla beraber kalarak dünyada bir başka hayata başlar. Fakat ruhumuzun özüne dönüp onu ne kadar maddi olandan arındırırsak öldüğümüzde de o kadar kolayca maddesel olandan uzaklaşarak kendi özünün hâkim olduğu ruhsal varlığa ulaşır. Antik Yunan'da ölen ruhların gittiği yere " " deniyodu. Hades aynı zamanda yeraltı tanrısının da ismidir ama Platon'un döneminde daha çok yer ismi olarak kullanılıyordu ve o dönemde cennet, cehennem, kıyamet, ölümden sonra sorgulama gibi mitler yoktu. Ancak Antik Yunan'da reenkarnasyon yaygın bir inanış değildir. Fakat Sokrates açıkça bütün hayatın aslında kendini ölüme hazırlamak olduğunu, ne kadar iyi ölürsek ölümden sonra ruhumuzun o kadar iyi temizlenmiş bir halde ruhsal özüne kavuşacağını ve maddi dünyadan kurtulup tanrısallığa ulaşacağını iddia etmekte, öldükten sonra Homeros'ta geçen Ajax, Odysseus gibi kahramanlarla görüşmeyi, onlarla sonsuza dek gerçeği konuşmayı hayal etmektedir. Bu açıdan pek çok insan Platon'u mitolojik pagan tanrısallık ve evren anlayışından Orta Çağ Hristiyan ve İslam anlayışına geçişte önemli bir adım olarak görmekte, kendi coğrafyasında "ruhaniliğin" ve "tinselliğin", hatta günümüzdeki anlamıyla dinin kurucusu olarak görmektedir.
Fakat Devlet diyaloğuna geldiğimizde ruh bedenle daha iç içe anlatılan ve Phaidon'daki gibi 'bir' olsa da, parçalarından bahsedilen bir şeydir artık. Aslında sadece akıl ruhun "ideal" bileşenidir, Phaidon'da Sokrates, öldüğünde bedenin bütün sıkıntılarından kurtulmuş "saf akıl" olarak gerçek filozoflarla öbür dünyada sonsuza dek gerçeği konuşmaya gideceğine inanmaktadır. Fakat Devlet diyaloğunda ruh bedenin etkilenimleriyle beraber açıklanmaktadır. Platon en baştan ruhta birbirine zıt etkilenimler olduğunu, fakat birbirine zıt etkilenimlerin kaynağının aynı olamayacağını, dolayısıyla ruhta birbirine zıt etkilenimlere yol açan farklı kaynaklar olması gerektiğini savunur. Örneğin acıktığımız için yemek yemeyi isteriz ancak aynı anda (mesela yemeği beğenmediğimiz için) yemek yemeyi istemeyebiliriz. Arzular (ἐπιθυμητικόν) Platon'a göre akla en uygun olmayan etkilerdir, onlar en maddi şeylerin peşindedir, daha çok bir çeşit maddeye dönük 'dürtü', "kaba iştah" olarak anlaşılırlar; cinsel haz isteği, açlık, susuzluk bunlardandır. Platon arzuların doyuruldukları organlara denk gelen bel ve kasıklardan kaynaklandığını söyler. Duygular (θυμοειδές) ise Platon'a göre bizim duygu diyeceğimiz her şeyi kapsamaz, daha çok bir çeşit cesaret enerjisi, öfkeyle birlikte gelen güç, bir kuvvet etkileniminden bahsetmektedir, zaten "thumos" kelimesi daha çok "yürek" olarak çevrilebilecek bir anlama gelmektedir ve Platon thumos'un göğüsten kaynaklandığını söyler. Akıl ise ruhun gerçeği arayan ve onu bulmak için çabalayan kısmıdır, ruha esas yön vermesi gereken akıl olduğu için vücuda esas yön vermesi gereken yerde yani beyindedir. Phaedrus diyaloğunda Platon ruhun doğru yönetimini açıklamak için at arabası metaforunu verir: arzular ve duygular arabayı çeken iki at, akılsa onları yönlendiren arabacı olmalıdır. Dolayısıyla bir anlamda aklın bedene ve bedensel etkilenimlere hükmeden olması gerektiğini söylerken, arzuların ve duyguların yok edilmesi gerektiğini iddia etmemektedir, fakat onların doğru biçimde, olması gerektiği gibi, doğalarına uygun olarak ruha etki etmeleri gerektiğini yani aklın kontrolüne girmeleri gerektiğini söylemektedir.
Platon ruhun parçalarının ne olduğundan ve nasıl çalıştığından çok bunların aralarındaki uyuma odaklanır çünkü onun asıl derdi ruh ve toplum arasındaki örtüşmedir. "Neden adalet ya da doğru yaşamak, adaletsiz ya da yanlış yaşamaktan daha iyi bir hayat yaşamaktır?" sorusuyla başlayan Devlet diyaloğunun ilk kısmında ideal toplum yapısının nasıl olması gerektiğini tasvir ederken insan ruhunun düzeniyle toplumun düzeninin örtüştüğünü iddia eder. Nasıl ki ruh üç bölümden oluşur ve sağlıklı bir ruh bu üç parça arasındaki doğru uyumla ortaya çıkar ki bu uyum doğru yaşamak yani "adil olmaktır", ideal toplum da üç bölümden oluşmaktadır: yöneticiler, askerler ve üreticiler ve ideal toplum yapısı bu üç sınıf arasındaki mükemmel uyumla, yani doğru yönetimle, "adaletle" ortaya çıkar. Platon için etik bir hayat yaşamak demek doğru bir hayat yaşamak demektir, yani sağlıklı, ruha uygun bir hayat sürmek, bu da toplumda ruhuna uygun bir işlevde görev almaktır çünkü erdemler de bu üç sınıfın toplumun genel düzeninin kurulması ve korunması için yapmaları gereken görevler üzerinden tanımlanırlar. Adalet ya da doğruluk (δικαιοσύνη) daha çok doğru yönetme, doğru yönlendirme, iyi idare etme olarak çevrilebilir, dolayısıyla Platon insanın kendini doğru yönetmesiyle toplumun doğru yönetilmesi arasında bir eşleşme görmektedir.
Ruhun üç bölümüne denk düşen üç erdem, onların olmaları gerektikleri en iyi durumlar, yani bütün için kendi işlevlerini en iyi gerçekleştirdikleri eylemliliklerdir. Arzular üretici sınıfla örtüşür çünkü onlar toplumun en maddi, dürtüsel, fiziksel, bedensel zorunluluklarla belirlenmiş işlevlerini yerine getirmektedir, dolayısıyla en iyi halleri, arzular gibi, "ölçülülük, uysallık, uyumluluk, boyun eğmişlik" olmalıdır ki diğer sınıflar tarafından kolayca yönlendirilebilsinler. Duygular ise asker sınıfa denk gelmektedir, arzuların yani üretici sınıfın kontrolünü sağlarken aynı zamanda aklın yani yönetici sınıfın emirlerini en iyi ve en hızlı şekilde yerine getirmeleri gerektiği için "cesur", "yürekli" olmaları gerekir. Akılın yani yönetici sınıfın ise (askerler arasından bu iş için doğası uygun olduğu için seçilmiş ve yönetim kendilerine verilmiş az sayıda insanın) bedeni ve toplumu gerçek doğasına uygun olarak yönetecekleri için "bilgeliğe" sahip olması gerekmektedir. Zaten bilgelik neyin yapılması gerektiğini bilebilmektir, bilebilme gücü ise idealar nedeniyle gerçekleşir, iyi ideası her şeyin, bütün varlığın ötesinde her şeyi belirleyen idea olduğu için yöneticilerin ruhunun doğasını iyi yapan iyi ideası onların düşünme eylemini "bilgi", söylediklerini "doğru", yönetimini "adil", eylemlerini "erdem", yaşamlarını "mutlu" kılar. Bu anlamda etik bir hayat yaşamak insanın kendi ruhuna uygun olarak toplum içerisinde kendine uygun işlevi yerine getirmesi, politika ise buna denk düşecek şekilde toplumun yönetiminin toplumun farklı sınıfları arasındaki uyumun en iyi şekilde biçimde düzenlenmesidir, dolayısıyla bir anlamda Platon her şeyin olması gerektiği gibi iyi olmasını istemektedir.
Bir anlamda Platon için ideal toplum filozof-kralın yönettiği Sparta şehridir, çünkü Platon ideal toplum yapısını tasvir ederken Sparta'ya çok benzeyen bir toplum yapısı betimlemektedir. Platon'nun ideal şehrinde de Sparta'daki gibi üstte asker bir sınıf altta üretici sınıf vardır, fakat Sparta'da üreticiler köleyken Platon onların da vatandaş olmalarını ve yönetici sınıfın hiçbir mal varlığı olmaması gerektiğini, sadece üretici sınıfın kendilerine sağladıklarıyla yaşamaları gerektiğini söylemektedir. Dolayısıyla Platon bir anlamda iş bölümüne dayalı bir ekonomik eşitlik hayal etmektedir. Dahası yönetici sınıfın hep beraber yaşaması gerektiğini, aile kurumunu yok edilip çocuklara hep beraber bakılması gerektiğini, kimsenin kendi çocuğunu bilmemesi gerektiğini (ve böylece mirasın da olmaması gerektiğini), aynı şekilde evlilik de olmayacağı için herkesin kura ile birlikte olması gerektiğini iddia etmiştir. Dahası, yönetici sınıf ile üretici sınıfın doğaları farkları olduğu için kura hileli yapılarak askerlerin sadece askerlerle, üreticilerin sadece üreticilerle çocuk yapması sağlanmalıdır, bu şekilde çocukların doğalarının olabildiğince saf ve ruhlarının işlevini gerçekleştirmeye olabildiğince uygun olmaları sağlanmalıdır. Asker sınıfta yer alacak çocukların altı yaşından itibaren eğitilmesi gerektiğini söyleyen Platon, ideal şehri anlattığı kısmın büyük bir bölümünü bu eğitimin nasıl yapılması gerektiğine dair detaylara ayırmıştır. Ruh ve akıl açısından kadınlarla erkekler arasında bir fark olmadığını iddia eden Plato, kadınların da askerlik yapması gerektiğini ve yönetici olabileceklerini söylemiştir; ancak bu iddiası bir çeşit proto-feminist iddia olsa da kadınların da devlet için bir iş gücü olarak çalışabileceği ve çalışması gerektiğini savunduğundan daha çok faydacıdır. Yöneticiler yirmi yaşına kadar fiziksel olarak eğitilmeli, müzik ve şiir öğretilmelidir (ne tarz müzik ve şiir öğretileceğine çok uzun bir bölüm ayırır), daha sonra geometri gibi bilimleri öğrenmeli, en son felsefe yapmalı, ondan sonra da yönetici olmalıdırlar. Sparta'da da kadınlar askeri eğitimle büyümekteydi ancak savaşa gitmiyorlardı, orada da asil sınıfın tamamı birlikte yaşıyor çocukluktan itibaren askerlik eğitimi alıyor ve kral onlar arasından seçiliyordu. Bir anlamda Platon'un ideal şehri kendine kral olarak aralarındaki filozofu seçen, üretici sınıfı köle değil vatandaş yapan, aile kurumunu dağıtmış ve yöneticilerin mal varlığına sahip olmadığı bir Sparta hayalidir.
Bu ideal toplumun nasıl kurulacağı sorulduğunda ise Sokrates felsefe tarihinin en kışkırtıcı cevaplarından birini vererek ancak filozoflar kral olduğunda ya da bir şekilde felsefeyle politik güç birleştiğinde ideal toplumu kurabilmenin mümkün olabileceğini iddia eder. Devlet kitabının ortasından sonraki büyük bir kısmının bu nedenle felsefi uğraşı, gerçeklik, bilgi, varlık ve metafizik üzerine olduğu düşünülebilir, çünkü Platon filozofların kral ve yönetici olmalarını isterken birçok problemle karşılaşır: filozof düşünmek ve gerçeği bulmak istemektedir, fakat politik iktidar pratik güç uygulamakla, insanları yönetmekle ilgilidir ve bunlar filozofun doğasına zıtken neden filozof politik iktidar için çabalasın? İş daha da kötüleşir; filozof gerçeği yapmaya çalışırsa, karşısında işlerin doğru yapılması hoşuna gitmeyecek, dolayısıyla filozofa karşı çıkacak bir kalabalık bulacaktır, ama filozof onlara boyun eğmeyi de kabul edemez çünkü bir kere gerçeği görmüştür. Platon durumu bir canavara tutsak düşmeye benzetir: filozof ne karşısındaki canavarı yenebilir, ne de ondan kaçabilir. Mağara alegorisi tam da filozofun dramını anlatmaktadır: mağarada oturup gölgelerin rastgele düzenlerini gerçek zannederek izleyen "bizim gibi" insanlar günlük hayatta algılarıyla kavradıkları "kanaatlerle" hiçbir zaman gerçeği göremeyerek bir yansımalar, yanılmalar, uydurmalar, şaşırmalar, kandırmacalar, yarışmalar dünyasında yaşamaktadır. Filozof buradan çıkarılıp da gerçek nesneleri ve en nihayetinde iyi ideasını (yani alegoride mağaranın dışındaki gerçek güneşi) gördükten sonra tekrar geri mağaraya dönüp duvardaki yansımalara bakmaya oturtulduğunda gözleri yansımaları göremeyecek, diğerleriyle anlaşamayacak, onlarla aynı dili bile konuşamayacaktır.
Her ne kadar filozofların doğaları gereği en mükemmel ruha sahip olduklarını, dolayısıyla da gerçeğe uygun olarak doğru şeyin yapılmasını sağlamak için cesaretleri olacağını söylese de, Platon hiçbir idealin maddesel dünyada çok uzun süre var olamayacağına inanmaktadır. Nasıl ki ruh ölümsüz olduğu halde beden yetersiz ve ölüme mahkûmdur, ideal toplumun kurulması mümkündür ancak kurulsa bile bozulmaya mahkûmdur. Platon insanın doğasına uygun yaşaması gerektiğini savunurken bir yandan da insanın doğasına uygun olmayan işlere kalkışmasının felaketle sonlanacağını da söyler. İdeal toplumun çöküşü de böyle olacaktır çünkü yöneticiler bir hata yaptığında ki yapmak zorundalardır, yönetici sınıfın içine doğası daha alt tabakalara uygun insanlar karışacak ve sistem bozulacaktır. İdeal topluma "en iyilerin yönetimi" anlamına gelen aristokrasi (fakat tarihte aristokrasi olarak adlandırılan yönetimlerden farklı olarak Platon'unki günümüzdeki anlamıyla daha çok meritokrasi ya da teknokrasidir) diyen Platon bu toplum bozulduğunda yerini bilgelikle değil onur, erk, şan peşinde koşan, ruhları akla değil "yüreğe" yani cesarete daha yatkın olan, aslında asker olması gereken yeni nesiller yönetici sınıfta büyüyecek ve "onurluların yönetimi" anlamına gelen timokrasi oluşacaktır ve bu toplum adalete değil savaşa daha yatkın olacaktır. Tarihsel anlamda baktığımızda Platon'un timokrasi olarak betimlediği toplum Sparta'ya oldukça benzemektedir, zaten Sokrates timokrasinin hâlâ daha iyiye oldukça yakın bir sistem olduğunu iddia eder ve onu kötülemez. Fakat timokraside yöneticilerin özel mülkü olmasına izin verildiğinde para hırsı bir süre sonra erdemliliğin önüne geçeceği için yönetici sınıfın çocukları artık onurlu olmayı değil zengin olmayı istediğinde "küçük bir grubun yönetimi" anlamına gelen oligarşi kurulacak, zengin ve fakir arasında ayrım oluşacak, bu da toplumun yozlaşmasına yol açacaktır. Sadece paraya önem veren oligarşi savaşlarda başarısız olacak, bu yöneticilerin toplumun düzenini iyi sağlayamamasına neden olacak, toplum içinde insanların erdemli davranma imkânı kalmayacak, yoksullaşan çoğunluklar isyan çıkaracaktır. Eğer isyanları başarısı olursa devrim yaparak "insanların yönetimi" anlamına gelen demokrasiyi kuracaklar ve topluma özgürlük hakim olacaktır, fakat özgürlük Platon için hiç o kadar da iyi bir kavram değildir, çünkü her şeyi yapma özgürlüğüne sahip insanlar yasaya uymamayı da özgülükten sayacaklar, yasaya bağlı adaletin işlememeye başladığı demokraside bir süre sonra bir düzen bile kalmayacak, herkes istediği gibi her işi yapmaya çalışacak, toplumun alt tabakası git gide büyüyecek, doğalarına uygun olmayan işleri yapan insanlar demokraside gereksiz arzuların peşinde koşacaklardır. Bu durum git gide toplumda kaosa neden olduğunda birisi gelip zorla bütün gücü eline geçirecek ve tiranlık kurulacaktır. 'Tiran' yasadan bağımsız yönetici demektir fakat Klasik çağın başlarına kadar olumsuz bir anlamı yoktur çünkü çoğu şehir 'tiranlar' tarafından yönetilmekteydi ve tiran kral anlamında oldukça teknik bir kelimeydi. Atina'da ve pek çok şehirde demokrasinin (Platoncu anlamıyla değil, tarihsel bağlamında) ortaya çıkmasıyla kelime daha çok 'zorbalıkla ve zulümle yöneten' anlamı kazandı. Platon'a göre tiranlık ideal olanın karşıtıdır, tiran erdemlerden yoksundur, özgür bile değildir çünkü kendini maddesel arzuların bağımlısı haline getirmiştir, anlamsız en düşük bedensel arzuların peşindedir, topluma adalet değil şiddet hakimdir; tiran öldürmekte çekinmez, sadece maddi ve bedensel hazlarını doyurmaya bakar, tiranlık toplumda her şeyin yanlış gittiği sistemdir.
Toplumun doğru işleyişi açısından Platon aklın ve mantığın temel alınması gerektiğini ve varlığın gerçeğine uygun olarak hareket edilmesi gerektiğini iddia eder, aynı şekilde her insanın da kendi doğasına uygun olan işlevi yerine getirerek yaşaması gerekmektedir. Platon bu noktada şairleri oldukça suçlu bulur (o dönemde şairler sadece şiir değil komedi ve trajedi de yazıyorlar, şarkılar besteliyorlar, oyunlarının yapımlarını üstleniyorlardı) ve ideal şehirden dışarı sürer, çünkü şairler yanlış görünümleri gerçek gibi göstermekte, mağaranın içindeki insanlara dışarıdaki gerçeği gördükleri hissini vermekte, çok derinlikli şeyler söylüyormuş gibi görünseler de ne söylediklerini bilmemektedirler. Platon ideal şehirdeki eğitimin nasıl olması gerektiğini tartışırken uzun uzun gençlerin beden, müzik, şiir eğitimlerinin nasıl yapılması gerektiğini oldukça detaylı biçimde inceler çünkü bedeni fiziksel ve sanatsal aktivitelerle biçimlendirmenin insanın bedeniyle ruhu arasındaki ilişkiye yönelik olduğunu, dolayısıyla ruhun doğasına uygun biçimde yaşamını sürdürebilmesi için bedenin de ruhun eğilimlerine uygun olarak şekillendirilmesi gerektiğini söyler. Şairler oldukça güzel "görünümler" üretmektedirler ancak bunları gerçeklerden farksızmış gibi sundukları için insanları kandırmaktadırlar.
Bu anlamda Platon belki de tarihte ilk defa sanatsal güzellik deneyimiyle bilimsel gerçeklik deneyimi arasında temel bir bağ olduğunu iddia etmiş ve estetik deneyimlerle gerçek arasındaki ilişkiyi felsefenin bir problemi haline getirmiştir. Platon'a göre doğru sanat gerçeğe ulaşmaya çalışan, onu "taklit eden" (mimesis), gerçeği görünümlerde, algılanan şeylerde yeniden üreten sanattır. Algıladığımız şeylerle oynayıp sanki doğru bir şey söylüyormuş gibi yapan şairler Platon'un ideal şehrinden kovulurlar. Aslında Platon'un zamanında (hatta neredeyse 19. yüzyıla kadar) günümüzdeki anlamıyla "sanat" ve "sanatçı" kavramları yoktur ve Platon pek çok yerde bir şey "yapmaktan" bahsederken örneğin marangoz, ressam, şair ve at yetiştiriciliğini bir tutar çünkü hepsinin bir çeşit "tekhne" yani "iş" olduğunu, hepsinin kendine ait bir ideası, dolayısıyla bilgisi olduğunu iddia eder. Fakat, şairlere yanlış görünümleri gerçek gibi gösterdikleri için kızarken, bir anlamda gerçekle bir ilişki kuran özel bir "yapma" deneyimi olarak sanatı diğer "iş"lerden ayırt etmekte, "sanat" ve "sanatçı" kavramlarının temelini atmaktadır. Platon sanatın gerçekle özel bir ilişki kuran, gerçeği deneyimlememize imkân sağlayan özel bir üretim olduğunu varsaymaktadır. Nitekim bu nedenle de Platon'un eserleri sanat eseri olarak okunmalıdır, çünkü Platon çok büyük ihtimalle doğru biçimde sanat yapmaya çalışmakta, yani gerçeğe en yakın görünümler üretmeye çalışmaktadır. Ancak felsefe dışında hiçbir çaba gerçekten doğruya ulaşamaz, yalnızca onu taklit edebilir. Dolayısıyla Platon kendi metinlerinin "felsefe" olduğunu düşünmemektedir, bu metinler ancak felsefenin gerçeğinin, yani insanların birbirlerinin düşüncelerini tartışarak ortak bir gerçeğe varmaya çalıştıkları sürecin birer taklididir.
Kaynakça :Wikipedia
Dünyada düzeyindeki ilk kurumlardan biri olan (ve bu kurumlara günümüzdeki adını veren) 'nin kurucusu olan ve düşünce tarihinde bir dönüm noktası teşkil eden Platon, ve pek çok tartışmanın temellerini atmış, ve gibi pek çok dini de derinden etkilemiştir. Hocası ve öğrencisi ile birlikte tarihinin en etkili ismidir ve iddialarının büyük bir kısmı bugün hâlâ önemini korumakta, tartışılmakta ve çoğu düşünceye katkıda bulunmaktadır. ve " felsefe geleneğiyle ilgili yapılabilecek en güvenilir genel nitelendirme, Platon'a ait bir dizi dipnottan oluştuğudur.", demiştir.
Çağdaşlarının aksine, eserlerinin tahminen hepsi günümüze kalabilmiş olan Platon genellikle kendi çevresinden (ya da kendi için önemli) karakterlerden oluşan, belirli bir mekanda ve zamanda geçen, bir konu etrafında insanların tartıştığı ve birbirlerine karşı argümanlar vererek iddialarını çürütmeye veya ispatlamaya çalıştığı, çeşitli şakalar ve göndermeler de içeren, metinlerine oldukça yakın kurgusal diyaloglar yazmıştır. Çoğunun ana karakteri olan bu diyaloglar uzunluk, konu ve işleniş açısından büyük farklılıklar göstermektedir. Bu nedenle Platon'un , , , gibi farklı alanları işlediği bu metinlerde pek çok düşünceyi hayatı boyunca tekrar tekrar değerlendirdiği, düşüncelerini değiştirdiği veya yeniden ele aldığı düşünülmüş, diyalogların , nasıl yorumlanması gerektiği, hangi iddiaları Platon'un kendinin savunduğu ya da Platon'un diyaloglarında yazmadığı düşünceleri olup olmadığı tartışma konusu olmuşturve olmaya devam etmektedir.
kurucusu kabul edilen Platon'un, sadece akıl aracılığıyla bilinebileceğini iddia ettiği tümel gerçekler olan , ruhun akıl, duygular ve arzulardan oluşan üç parçası olduğu ve bu parçalar arasında aklın yönetimine dayanan bir uyum kurulması gerektiği iddiası ve bu teoriler üzerine kurduğu etik ve politik düşünceleri tarih boyunca , , , tümeller, ve dair tartışmalarda oldukça etkili olmuştur. En sık okunan ve temel düşüncelerinin çoğunu açıkladığı düşünülen diyalogları , , , , , Menon, Parmenides, ve olan Platon'un bunlar dışında asıl Sokrates'in bir konu hakkında konuştuğu kişinin verdiği cevapları çürüterek o insanı kendini sorgulamaya ve böylece yapmaya yönlendirme sürecini tasvir ettiği eğlenceli diyalogları boyunca oldukça popüler olmuşlardır. Sokrates'in yanı sıra kendinden önce gelen , , gibi filozoflardan da etkilenen Platon'un bu filozoflara yer verdiği metinleri aynı zamanda haklarında günümüze çok az şey kalmış olan bu filozoflara tanıklık ederek kaynak oluştursa da, Platon'un metinlerinin kurgusal metinler olduğu unutulmamalıdır.
Platon'un üzerine Şölen adlı bir diyaloğu ve diğer diyaloglarında bu konuda çeşitli iddiaları bulunsa da, hiçbiri günümüzdeki anlamıyla " " karşılık gelmemektedir. Platon gerçek aşka bedensel hazlara yönelerek değil ruhsal bir yolla gerçeğin, güzelin, iyinin kendine dönük bir yönelimle ulaşıldığını iddia ettiği için zaman içerisinde 'Platonik aşk' terimi günümüzde 'romantik ya da cinsel bir karşılık beklenmeyen aşk' anlamı kazanmıştır, oysa Platon ya da romantik ilişkilere karşı çıkmamaktadır.
Hayatı
[ | ]Platon'un hayatıyla ilgili hemen hemen hiç kaynak bulunmamaktadır ve hakkındaki pek çok rivayet (yani Platon öldükten 5 yüzyıl sonra) pek çok filozofun biyografisini yazan 'a dayanmaktadır. Diogenes Laertios, Platon'un asıl isminin dedesinin adı olan Aristokles olduğunu, Platon'un iyi bir olduğunu, 'geniş' anlamına gelen 'Platon' isminin güreş hocasının taktığını, göğsü, omuzları, çenesi ya da alnı geniş olduğunu için taktığı bir lakap olduğunu aktarmaktadır. yaşamış olan ise Platon'un göğsünün geniş olduğu için ona bu lakabın verildiğini söylemektedir. 'Platon' ismi o dönemde yaygın bir isimdir, fakat eğer lakapsa bile Platon bütün eserlerini bu adla yazmıştır, yakın zamanda 'en itibarlı' anlamına gelen Aristokles isminin sonradan yazarlarının uydurması olduğu ve Platon isminin asıl adı olduğu da iddia edilmiştir.
Diogenes Laertios Platon'un doğum tarihini kendi tahminlerine göre 428/7 yıllarına yerleştirmiştir ancak günümüzde 'undan yola çıkarak 424/3'te doğmuş olması gerektiği düşünülmektedir. kentinin köklü ve asil bir ailesinden gelen Platon'un gençliğinde güreşe ek olarak ( o dönemde varlıklı genç erkekler arasında yaygın bir faaliyetti) tiyatro oyunları yazdığı (Atina şehrinde her sene şehir için oldukça önemli ve oldukça popüler tiyatro festivali yapılmaktaydı) söylenir. Politikaya atılmayan Platon muhtemelen bütün hayatını ailesinden kalan mal varlığını felsefe yapmaya harcayarak geçirmiştir. Kendisinden önce Atina'nın düşünce dünyasındaki en etkili figürlerden biri olan Sokrates'in öğrencisiyken Sokrates Atina devleti tarafından suçlu bulunmuş ve (Platon tahminen 25 yaşlarındayken) öldürülmüştür. Platon'nun yazdığı "Sokrates'in Savunması" Sokrates'in ağzından yaptığı savunmayı anlatmaktadır, fakat Sokrates bu konuşmasında ne kendini savunur, ne de özür diler, sadece kendine yöneltilen suçlamalarla ilgili kendi düşüncelerini söyler.
Babası Ariston, annesi olan Platon'un Devlet kitabında tartışmanın ana karakterleri olarak yer verdiği ve adında iki erkek kardeşi ve Potone adında bir kız kardeşi vardır. Kız kardeşinin oğlu Platon öldükten sonra 'nin başına geçmiştir. Platon'un annesi Perictione'nin kardeşi Charmides (Platon'un Charmides, Şölen ve Protagoras diyaloglarında konuşur) ve dedesi (Charmides ve Protagoras'ta konuşan Critias'ı Platon Callaeschrus'un oğlu, yani annesinin dedesi olarak tanıtır, fakat Timaeus ve Critias diyaloglarında tanıtmadığı ve yaşlı tasvir ettiği için başka bir Critias'dan bahsettiği düşünülebilir) döneminde Atina politikasında önemli yer alan figürlerdir. Aynı zamanda Sokrates'le yakın olan Critias bu dönemde lider rolü üstlenmiş ve Atina halkından oldukça tepki toplamıştır, dolayısıyla Sokrates'in mahkûm edilmesi tarihçiler tarafından Sokrates'in etrafındaki önemli politik figürlere verilen bir tepki olarak da değerlendirilmiştir.
Platon'un hayatı hem Atina için hem de bütün Antik Yunan Medeniyeti için oldukça büyük değişimlerin yaşandığı bir döneme denk gelmiştir. Antik Yunan Medeniyeti 'nin iki tarafına, ve kıyılarına, ve 'ya yayılmış, kıyılarında da oldukça etkili olmaya başlamıştır. ve bu süreçte ekonomik ve politik güç olarak yükselmişler ve bir süre sonra birbirleriyle MÖ 431-404 yılları arasında süren 'na girmişlerdir. Atina bugün " " diyebileceğimiz bir yönteme yakın yönetime katılmada ve yasaya bağlı adaletin vurgulandığı bir sistemle kendini yönetirken, Sparta ve arasında katı bir sınıfsal ayrıma dayalı bir sahipti. Savaşın başında oldukça etkili bir güç olan Atina kenti savaşta Sparta'ya yenilmiş, Sparta zoruyla Atina yönetimine "Otuz Tiran" getirilmiş, bu dönemde uygulanan idamlar ve baskılar sekiz ay sonra isyanla devrilmelerine ve bu sefer yeni yönetim tarafından Otuz Tiran'ın ve yandaşarının idam edilmesine yol açmıştır. Tarihçiler Sokrates'in de bu dönemde Pelopones Savaşında Atina için büyük kayıplara neden olan ve Otuz Tiran'da etkili olan Critias gibi nefret duyulan figürlerle ilişkileri nedeniyle öldürüldüğünü düşünmektedir.
Dönemin varlıklı ailelerinin çocukları gibi Platon da , ve eğitimi alarak büyümüş olmalıdır; ancak o dönemin gramer ve müzik eğitimi günümüzün müzik, , dil bilgisi, , tarih gibi konularını, spor da yanı sıra savaş talimlerini de kapsamaktaydı. Spor yarışmalarından oluşan yanı sıra şiir ve tiyatro performansı yarışmalarından oluşan festivaller Antik Yunan medeniyetinin kültürel yaşamının önemli parçalarıydı ve Platon'nun yaşadığı dönemde Atina , ve başı çekiyordu. Ayrıca Platon'nun hayatı boyunca iki önemli seyahat yaptığı düşünülmektedir. Birinci gezisinde Sicilya ve Güney İtalya'daki Yunan şehirlerinde orada etkili olan Pisagor ve felsefesinden etkilendiği, ikinci gezisini yaptığı düşünülen veya gezilerinde de ve 'da gelişmiş olan , ve ve anlayışlarından etkilendiği varsayılmakla birlikte Platon'nun bu ikinci gezisinde ne gördüğüyle ilgili net veriler bulunmamaktadır. Kırk yaşında gezilerini tamamlayıp Atina'ya döndüğü söylenen Platon'un eserlerinin tahmini kronolojisine dayanılarak çıkarılan düşüncesindeki gelişmelerin seyahatlerinde gördükleri ve öğrendikleriyle ilgili olduğu düşünülmektedir.
Bunun yanı sıra 'nın politik dünyasına dahil olmasa da Diogenes Lartios'a göre Sicilya'nın önemli bir Yunan kenti olan 'nın yöneticisi olan Dionysius'un yanına gitmiş, Dionysius'un kayın biraderi , Platon'un öğrencisi olmuş; ancak tiran Dionysius Platon'a karşı çıkınca Platon köle olarak satılmış ve onu tanıyan Anniceris tarafından özgürleştirilip Atina'ya geri gönderilmiştir. Platon'un Yedinci Mektubu'na göre Dionysius öldükten sonra başa geçen Dion, Platon'u varisi 'u eğitmesi ve Platon'un öğretilerine uygun bir filozof kral yapması için tekrar çağırmış; ancak 2. Dionysius Dion'dan şüphe ederek onu Platon'u zorla alıkoymuş en sonunda Platon Siraküza'yı terk etmiştir. Dolayısıyla Platon kendi zamanının aktif politikasından kopuk olmayan, hatta politikayla olan bağları sebebiyle hayatı tehlikeye girmiştir. Filozofun kendi yaşadığı zamanın Akdeniz ve Orta Doğu kültürlerini yakından bilen birisi olduğu görülmektedir. Bu açıdan Platon sadece ürettiği düşüncelerin yelpazesi ve derinliği açısından değil, aynı zamanda en azından politik felsefesini kısmî olarak da olsa uygulamaya koyma imkânı bulması açısından da ender görülen filozoflardan biridir.
Tahminen gezilerini tamamladıktan sonra Akademi'deki okulu kuran Plato, bu dışa kapalı okulda dönemin Atina'sındaki pek çok önemli insanla felsefi ve bilimsel tartışmalar sürdürmüş ve özgün düşüncelerini içeren pek çok diyaloğunu bu sırada yazmıştır. Platon altmışlı yaşlarındayken 17 yaşındaki Aristoteles Platon'un okuluna gelmiş ve yirmi yıl burada bulunmuştur. Bir yandan Aristoteles'in Platon'unkinden oldukça farklı bir felsefesi olması, yazılarında Platon'u pek çok nokta daha eleştirmesi, Platon'un düşüncesinin çoğu noktasında problemler görmesi, öbür yandan Platon'un son döneminde yazdığı düşünülen eserlerindeki bazı iddiaların önceki metinlerinden uzaklaşması veya farklılaşması Aristoteles'in Platon'un metinlerine yönelik eleştirel tutumunu belirlemiştir. Platon ve Aristotales arasında, aralarındaki yaş farkına rağmen üretken bir diyalog olduğunu düşündürebilir. Platon seksenli yaşlarının başında ölmüş, yerine Akademi'nin başına yeğeni geçtiğinde Aristotales Akademi'den ayrılmış, daha sonra o da Atina'nın Lyseum (bu isim de günümüzdeki 'lise' sözcüğünün kaynağıdır) bölgesinde kendi okulunu kurmuştur.
Eserleri
[ | ]Platon'un eserleri kronolojik olarak üç gruba ayrılabilir:
İlk: , , , , , Hippias (minor), Hippias (major), Ion, Laches, ,
Orta: , , Meno, , , , , , Theaetetos
Son: , Sofist, Devlet Adamı, , Philebus, Yasalar
Fakat aslında bu ayrımı yapabilmemizi sağlayan olgular yalnızca dil bilimcilerin Platon'un dil kullanımındaki ortak özelliklere bakarak yaptığı çıkarımlar ve eserlerin içeriklerindeki değişimlere ve gelişimlere dair yorumlamalardır. Bazıları ilk ve orta dönem arasında bir geçiş dönemi de görmektedir. Kimileri ise böyle bir ayrımı yapmaya çalışmayı reddetmekte, Platon'un eserlerinin bir bütün olarak görülmesi gerektiğini savunmaktadır. Çok yakın bir zamana kadar eserlerin kronolojisi umursanmamış, hatta kurgusal olmadıkları, yaşanmış olayları aktardıkları varsayıldıkları da olmuştur. Platon'un eserlerinin tamamını (ve Platon'a atfedilen ancak sonradan onun olmadığı kanıtlanmış pek çok başka diyaloğu) yorumla birlikte 16. yüzyılda basan Henricus Stephanus'un bastığı metin günümüzde Platon'un metinlerindeki satırların referans numaralarını belirlemek için kullanılmaktadır.
İlk dönem olarak adlandırılan eserler Sokrates'in konuyla ilgili otorite kabul edilen ya da kendini otorite olarak gören birisine "... nedir?" biçiminde çoğunlukla ahlak kavramlarının anlamlarını sorması, verilen çeşitli cevapları mantıkla test ederek çürütmesi ve en sonunda konuştuğu kişinin cevabı bilmediğini göstermesi sürecini anlatmaktadır. Çok uzun olmayan bu diyaloglar genellikle kısa soru cevap cümlelerinden oluştukları ve pek çok şaka ve gönderme içerdikleri için tiyatroya oldukça yakın, canlı metinlerdir. Sadece sorular sorduğunu, pozitif bir iddiada bulunmadığını iddia eden Sokrates kendinin de bir şey bilmediğini iddia etmekte, bir şey bildiğini iddia eden karşı tarafın iddialarını ise boşa çıkarmaktadır. Bu diyalogların Sokrates'in Atina'da gerçekten yaptığı tartışmalara ve kendi felsefi tutumuna yakın olduğu düşünülmektedir. Bir insana sorular sorarak onun kendiyle çeliştiğini ona söyletme yöntemine "Sokratik metot" denmektedir. Bu diyalogların çoğu sonuçta varılan bir cevabın bulunamadığı ucu açık bir noktada bittiği için Antik Yunancada 'ne diyeceğini bilememe durumu' anlamına gelen aporia ile bittiği söylenir.
Orta dönem olarak ayrılan eserlerin Platon'un " " (ya da formlar) teorisini geliştirdikten ve özellikle , ve 'in düşüncelerini inceledikten sonra yazdığı düşünülmektedir. Bu dönemde de Sokrates ana karakter olsa da, çok daha uzun olan metinler bir görüşün savunulduğu ya da ispatlanmaya çalışıldığı, farklı düşüncelerin tartışılarak hangisinin doğru olduğunun anlaşılmaya çalışıldığı metinlerdir. Theaetetus bilgi nedir sorusuyla başlayıp, çeşitli iddiaları inceledikten sonra aporia ile bitse de bu sürede Sokrates pozitif iddialar olarak yorumlanabilecek pek çok argüman vermektedir. Parmenides diyaloğu ise Parmenides'in Sokratesi çürütmesi sonrası amacı hâlâ daha farklı yorumlanan uzun bir bölümle devam etmektedir. İlk döneme zıt olarak Phaidon, Devlet ve Parmenides'te asıl düşünceleri çürütülen ya da sorgulanan veya düşüncelerini ispatlanması beklenen kişi Sokrates karakteridir, fakat bu dönemdeki eserlerin hiçbirinin gerçek Sokrates'i yansıtmadığı, Platon'un kendi özgün fikirlerini ortaya koyduğu düşünülmektedir. Platon'un en ünlü eserlerinden Devlet, Phaidon, Şölen ve Menon bu dönemdedir.
Son dönem eserlerinde ise Platon iyice diyalog formatından uzaklaşmış, her ne kadar karakterler ve bir sahne olsa da monologa yaklaşan kesintisiz, uzun konuşmalardan oluşan oldukça karmaşık argümanlar ve iddialar içeren diyaloglar yazmıştır. Timaeus, Sofist, Devlet Adamı ve Yasalar gibi eserlerinin nasıl yorumlanması ve orta dönem eserleriyle lişkisi bugün hâlâ tartışma konusudur. Özellikle Timaeus'ta geliştirdiği ontolojik, metafiziksel ve kozmolojik argümanlar felsefe ve bilim tarihinde oldukça etkili olmuştur, zaten 'a kadar Avrupa'da Platon'un tek bilinen eseri Timeaus'tur. Her ne kadar Platon bu son dönem eserlerinde orta dönem eserlerinde ele aldığı konuların çoğunu yeniden ele alarak çok daha gelişmiş teoriler ortaya atsa da günümüzde bu metinler Platon'un orta dönem eserleri kadar popüler değillerdir.
Konuların işlenişi değişse de Platon'un bütün eserlerinde karakterler, olayların geçtiği yer ve zaman, tartışmaların nasıl bir atmosfer içerisinde ilerlediği, karakterlerin verdiği tepkiler argümanların birer parçasıdır, dolayısıyla Platon'un diyalogları salt felsefi ispatlar sunan metinler olarak değil, edebi sanat eserleri olarak da okunmalı ve Platon'un felsefesi bu perspektif göz önünde bulundurularak yorumlanmalıdır.
İdealar Teorisi
[ | ]Platon'un felsefesi temel olarak Phaidon'da açıkladığı, algılanan şeylerle düşünülen şeyler arasındaki ayrıma dayanır. Bilginin nesnesinin, yani bilebileceğimiz şeylerin yalnızca düşünülen şeyler olabileceğini söyleyen Platon, algıladığımız şeylerin ancak kanıların, kanaatlerin, görüşlerin, sanıların nesnesi olabileceğini iddia eder. Herakleitos'tan etkilenerek algıladığımız her şeyin durmadan değişim içinde olduğunu, fakat bilginin değişmeyen, sabit bir şey olması gerektiğini, dolayısıyla bilgiye ancak düşüncede ulaşılabileceğini düşünmektedir.
Belki de en etkili ve en önemli teorisi olan idealar teorisini hiçbir zaman tam olarak ana tartışma konusu olarak eserlerinde yazmamış, Phaidon ve Devlet gibi bazı eserlerinde var olduklarını var saymış, Parmenides diyaloğunda ideaların ne olamayacaklarına dair iddialara yer vermiş, orta dönem eserlerinden sonra son dönem eserlerinde açıkça idealardan çok az yerde bahsetmiş; ancak ideaların varlığına olan inancından hiç vazgeçmemiş görünmektedir. Bu nedenle Platon'un idealar teorisini tamamlanmamış, ucu açık ve keşfedilmeyi bekleyen pek çok tarafı olan bir teori olarak düşündüğü, bir çeşit felsefi proje ya da soru olarak ele aldığı varsayılabilir.
Antik Yunanca idea (eidos), "görünen" demektir ve buna ek olarak, 'form, biçim, tür' anlamları da vardır. Devlet kitabında Platon güzel olan pek çok şey gördüğümüzü, bunlarda ortak olan güzel diye bir şeyin var olduğunu, bu nesnelerin ne kadar güzel oldukları değişirken onlarda ortak olan güzelin değişmeyen, mutlak ve tam anlamıyla güzel, "güzelin kendi" olduğunu iddia eder. Bu anlamda idealar algıladığımız nesnelere algıladığımız özelliklerini kazandıran, o özelliklerin "kendi" olan mutlak değişmeyen düşünce nesneleridir. Algıladığımız nesneler bir özelliğe sahip olduklarında o özelliğin ideasına "katılmakta", ondan "pay almaktadırlar" (methekein). Fakat Platon bu 'katılma'nın metafiziksel olarak nasıl bir şey olduğuyla ilgili bir teori vermemiş olsa da Timaeus'ta niteliklerin nasıl oluştuklarını açıkladığı kısım dolaylı olarak bu soruya cevap gibi görülebilir. Timaeus diyaloğunda nitelikler daha temel elementlerin geometrik özelliklerinden yola çıkarak açıklanırlar ve temel elementlerin bütün meydana gelme biçimlerini belirleyen demiurgos yani "sanatçı, zanaatkar, ya da yaratıcı" varoluşun bütün hallerini varlığa yani idealara bakarak var ettiği için, algıladığımız nesnelerde beliren bütün nicelikler demiurgosun yaratım sürecinde idealara "bakarak" yarattığı tikel varoluşlarının bizim algımıza yansımalarıdır.
Platon ideaları bir özelliğin ölçüldüğü mutlak standart olarak da düşünmektedir. Bir anlamda, ilk dönem diyaloglarında pozitif bir iddiada bulunmuyor gibi görünse de, Sokrates "... nedir?" sorusuna cevap isterken tümel tanımlar beklemekte ve aslında bir kavramın bütün nesnelerini içeren tümel ifadelere ulaşmaya çalışmaktadır. Bu açıdan idealar teorisinin Sokrates'e ait olabileceği ya da Sokrates'in idealar teorisinin farklı bir versiyonuna inandığı öne sürülmüştür. İdeaları algı yoluyla değil düşünce yoluyla bildiğimizi iddia eden Platon, Menon ve Phaidon diyaloglarında ideaları doğduktan sonra öğrenmediğimizi, fakat onlara ruhumuzda zaten sahip olduğumuzu, fakat doğarken beden maddi yapıda olduğu için ruhtaki bilginin unutulduğunu, felsefe yoluyla ruhtaki bu bilginin tekrar ortaya çıkarılarak 'hatırlanabileceğini' iddia eder. İronik bir biçimde tarihte ilk üniversitenin kurucusu olan Platon 'bilgi aktarma' anlamında eğitimin imkânsız olduğunu söylemektedir, bilgi aktarılan bir şey değil, zaten ruhta olan ideaların tekrar ortaya çıkarılması, hatırlanmasıdır. Devlet diyaloğunda felsefi sürecin diyalektik yani kelimenin o günkü anlamıyla "tartışma" olduğunu, farklı hipotezlerin karşılaştırılarak en sonda hipotetik olmayan bir ve temel gerçeğe ulaşma süreci olduğunu söyler. Bu hipotetik olmayan gerçek, diğer bütün gerçekliğin nedeni olan idealardır.
Ancak idealara ulaşmanın nasıl bir şey olduğu çok açık değildir. Platon ideaların ne olduğunu söylemektense onları ve onlarla ilgili çeşitli özellikleri var sayar. Şölen diyaloğunda aşktan bahsederken aşk ideasına nasıl ulaşılacağını dört aşamada betimlemiştir. Önce bir insana aşık olarak tikel ve algıyla kavranan aşkı tanırız, sonra bu tikel algısal aşkın başka insanlardaki başka biçimlerine bakarak genel algısal aşkın ne olduğunu anlarız, sonra genel aşkı soyutlayarak düşünsel ve genel olan aşka ulaşırız. Bu düşünsel ve genel aşkı araştıra araştıra en sonunda genelin tamamına hakim olan tek bir aşka varırız. İşte bütün aşkın nasıl olacağını belirleyen, aşkın bütün durumlarında "görünen" fakat kendi hiç değişmeden kalan gerçek aşk, "aşkın kendi" odur. Devlet diyaloğunda idealar hem nesnelerin bir özelliğe sahip olmalarının nedeni, hem de buna dair bizdeki bilginin nedeni olarak açıklanmaktadır, dolayısıyla bir şeyin gerçek olabilmesi ancak idealar tarafından sağlanmasıyla mümkündür. Gerçeği düşünsel nesnelere dayandırdığı için kimileri Platon'u "idealist" olarak adlandırırken, kimileri de tümel özelliklerin zihnimizin dışında var olduğunu iddia ettiği için "realist" olduğunu söylemiştir.
Platon ideaların algıyla kavranamayacağını iddia ettiği fakat onların var olan nesneler olduklarını söylediği için pek çok insan tarafından "idealar dünyası" diye "üçüncü bir dünyanın" (algısal ve zihinsel dünyaya ek olarak) varlığını iddia ettiği şeklinde yorumlanmıştır, fakat bu yorum yanlıştır çünkü Platon hiçbir metinde ideaların hacme sahip uzayda yer kaplayan cisimler olduğunu iddia etmez, dahası algısal ve zihinsel olan şeylerin de iki ayrı "dünya" olduğunu iddia etmez, tam tersi Timaeus'ta yalnızca bir evrenden bahseder. İdealar, fiziksel nesnelere karşıt olarak fiziksel olmayan, dolayısıyla fiziksel nesnelerin değişmek, ortaya çıkmak ve yok olmak gibi "kusurlarına" sahip olmayan mükemmel varlıklardır, hatta kelimenin tam anlamıyla varlığın kendidirler. Devlet diyaloğunda idealar arasında bir seviye ilişkisi olduğunu da iddia eden Platon, iyi ideasının en üstte, varlıktan bile ötede olması gerektiğini, çünkü varlığın varlık olmasını iyi ideasının sağladığını iddia eder. Bu iddianın kanıtı Platon'un metafiziğin en temel sorularından biri olan "neden hiçbir şey yerine bir şey var?" sorusuna cevabıdır: bir şey vardır çünkü bir şeyin var olması hiçbir şey olmamasından daha iyidir, dolayısıyla hiçlik yerine varlığın olmasının nedeni iyi ideasıdır. İyi ideası diğer her şeyi belirleyen temel idea olduğu için, bütün idealar ve bütün varlık iyidir.
Platon ideaları ortaya atarken kendi zamanında popüler olan sofistlerin ortaya attığı pek çok soruna çözüm üretmeyi amaçlamaktadır. Bu sorunlardan birisi bir özelliğin nasıl birden fazla nesnede olabildiği sorunudur. "Birden fazla nesneye atfedilebilen özellikler" anlamında tümellerin ne oldukları tam da Platon'un idealar teorisini ortaya atmasıyla felsefenin konusu haline gelmiştir. Ayrıca sofistler retorikle yani inandırıcı konuşma yöntemleriyle pek çok yanlış iddiayı doğruymuş gibi göstermektedirler, Platon ise mantık temel alındığında gerçeğin idealara varacağını iddia etmektedir. Ayrıca Platon idealar teorisi sayesinde sadece fiziksel özelliklerin değil, ahlaki ve estetik kavramların da tümel olduklarını iddia edebilmiş ve evrensel ahlaki yasaların ya da güzelliğin ne olabileceğini tartışmaya açabilmiştir. Bu anlamda Platon idealar teorisiyle çok fazla problemi çözmeye çalışmaktadır, teorinin "bitmiş" bir halini hiçbir zaman sunmaması bu çabasına bağlı olabilir.
İdea nedir sorusuna Platon'un cevabı "gerçek olan şey" gibi görünüyor. İdeaların zamandan ve mekandan bağımsız, tümel, mükemmel, mutlak, değişmeyen, ortaya çıkmayan veya yok olmayan fakat yalnızca "var" olan şeyler olduğunu; ancak düşünce yoluyla, saf akıl ile bilinebileceklerini, varoluş halindeki algıyla kavranan her şeyin ve onlara dair bilgimizin nedeni olduklarını söylemiştir. Fakat idealarının bir çeşit "öteki dünya" ya da "ruhlar alemi" gibi yorumlanması Orta Çağ'da yaygınlaşan Hristiyan ve İslam inanışlarının ruh ve evren anlayışlarından kaynaklanmaktadır. İdealar soyut nesneler olsalar bile zihinsel nesneler değillerdir, dolayısıyla bu anlamda hayal edilemezler, zihinsel olarak görselleştirilemezler, öyle görünüyor ki Platon'a göre sadece düşünülebilirler, bilinebilirler ve söylenebilirler. Dolayısıyla Platon'un ne kadar "zihinsel" bir şeyden bahsettiği yoruma açık olsa da tarihte pek çok insan ideaları zihinde inşa edilen nesneler olarak yorumlamış, dolayısıyla Platon'un gerçeğin sadece zihnin içinde olan şeyler yoluyla anlaşılacağını iddia ettiği ya da gerçekliğin tamamının zihnin içinde olduğunu söylediği sonucuna varmış, kimi bu sonucu desteklemiş, kimi eleştirmiştir. Platon'un gerçekten ne dediği ise hâlâ yoruma açıktır ve bu felsefe tarihini kateden önemli sorulardan biri gibi görünmektedir.
Ruh
[ | ]Platon'nun Devlet diyaloğunda tasvir ettiği üç bölümden oluşan ruh, tarih boyunca insan doğasını anlamlandırmaya çalışan pek çok düşünceye temel teşkil etmiştir. Platon ruhun akıl, duygular ve arzulardan oluştuğunu söyler, fakat bu kelimelerin anlamları onun terminolojisinde biraz daha farklı anlamlara sahiptirler. Platon'un ruh için kullandığı kelime "psüke" aslında daha çok "canlılık veren şey" anlamına gelmektedir ve ilk defa Platon aklın canlılık veren psükeden kaynaklanan bir şey olduğunu ileri sürmüştür. Ondan önce aklın daha çok "yürekle", "kalple", "duygularla" ilgili olduğu düşünülmekteydi. Dahası ruhun ölümsüz olduğunu da ilk defa Platon bu kadar detaylı argümanlara oturtarak kanıtlamaya çalışmıştır. Dolayısıyla Platon'da (ve hatta belki de Geç Antik Döneme kadar) ruh bir çeşit "hayalet" anlamında değil, "can, canlılık, canlılık kaynağı, benlik" kavramlarını kapsayacak biçimde değerlendirilmelidir.
Ruhun Ölümsüzlüğü: Phaidon
[ | ]Phaidon diyaloğu, Sokrates'in idama mahkûm edildikten sonra zehir içirilerek öldürülmeden hemen önceki saatlerde yakınlarıyla son anlarını anlatır. Tartışmanın konusu ruhun ölümsüzlüğüdür çünkü ruhun ölümsüz olduğuna dolayısıyla ölümün yok olmak olmadığına inanan Sokrates ölümüne hiç de üzülmemektedir, üstelik arkadaşlarının onu kurtarıp başka şehre kaçırma tekliflerini de reddetmektedir. Dostları da Sokrates'e ruhun ölümsüzlüğünden nasıl bu kadar emin olabildiğini sorarlar. Sokrates ideaların varlığına inandığını, bütün düşüncesinin bunun üstüne kurulu olduğunu söyler, ruh da idealar gibi algısal değil düşüncede bir şeydir, idealar gibi değişmeyen, mutlak ve mükemmeldir; dolayısıyla zamandan ve mekandan bağımsız olmalı, dolayısıyla da doğmamış ve ölümsüz olmamalıdır (üçüncü argüman: benzerlik argümanı). Ayrıca ruh canlılık veren şeyse, canlılık veren şeyin kendi nasıl canlılıktan yoksun kalıp ölebilir? Ölen şey bedendir; ancak beden zaten her zaman ölüdür ve her zaman parçalanmakta ve dağılmaktadır, ruh ise onun karşıtı olarak her zaman yaşamakta ve her zaman "bir olmaktadır" (birinci argüman: döngüsellik ya da zıtlık argümanı). Ayrıca bir şeyi bilebilmemiz o bilgi ruhumuzda zaten var olduğu için mümkündür, yoksa bulduğumuz bir şeyin bilgi olup olmadığını bile anlayamazdık (bu, Menon paradoksu olarak bilinen, Menon diyaloğunda ele alınan bilgi paradoksudur), bilgiye ulaşabilmemiz için gerçeğin ruhumuzda biz doğmadan önce olması gerekir, dolayısıyla ruhun bilgiyle beraber her zaman var olması gerekir (ikinci argüman: hatırlama argümanı). Aslında diyaloğun gidişatı dostlarının Sokrates'i iddiasını savunması için gerçekten sorgulamasından çok, sanki Sokrates ölmeden önce ondan duymak istedikleri şeyleri son bir kez dinlemek için ona sorular sormaları gibidir ya da onun hep anlatmayı sevdiği şeyleri son bir kez daha anlattırmaya çalışmaktadırlar. Çünkü sonuncu argümandan önce Cebes Sokrates'e şu ana kadar dediklerinin ruhun bedenden bağımsız bir şey olduğunu ve doğumdan önce ve sonra var olduğunu kanıtladığını; ancak ruhun ölümsüz olduğunu kanıtlamadığını söylediğinde Sokrates uzun bir konuşmayla kendi düşünsel hayatını anlatıp ideaların var olması gerektiği sonucuna nasıl vardığını anlatır. Her şeyin altında yatan temel nedenleri arayan Sokrates maddeye dayanan açıklamaların hiçbirini beğenmemiştir, çünkü maddi nedenler her zaman göreceli ve değişken kalmakta, mutlak dayanaklar oluşturamamaktadır. Dolayısıyla bir şeyin nedeni o şeyin kendi olan, mutlak değişmeyen bir idea olmalıdır. 3 sayısının nedeni 1+2 ya da 1+1+1 değil, 3'ün kendi yani 3 ideasıdır. Aynı şekilde yaşamın da bir ideası olduğunu iddia eden Sokrates, yaşayan her şeye yaşamın kendi olan ideanın, yani yaşam ideasının canlılık verdiğini, ruh da yaşam ideasından "pay aldığı" için bu özelliğini kaybedemeyeceğini söyler. Ruh ölümsüzdür çünkü yaşam ideası ruhu zorunlu olarak canlı kılmaktadır.
Platon Phaidon, Devlet ve Timaeos gibi pek çok diyaloğunda bir çeşit ve ruhun saflaştırılması veya kirletilmesi sürecine inanmaktadır. Phaidon'daki iddiası şöyledir: beden maddi olduğu için maddenin doğal konumu dünyadır, dolayısıyla yaşarken ne kadar bedensel olana yönelirsek ruhumuz o kadar maddi olanla karışır, dolayısıyla da öldüğümüzde tekrar maddi olanla beraber kalarak dünyada bir başka hayata başlar. Fakat ruhumuzun özüne dönüp onu ne kadar maddi olandan arındırırsak öldüğümüzde de o kadar kolayca maddesel olandan uzaklaşarak kendi özünün hâkim olduğu ruhsal varlığa ulaşır. Antik Yunan'da ölen ruhların gittiği yere " " deniyodu. Hades aynı zamanda yeraltı tanrısının da ismidir ama Platon'un döneminde daha çok yer ismi olarak kullanılıyordu ve o dönemde cennet, cehennem, kıyamet, ölümden sonra sorgulama gibi mitler yoktu. Ancak Antik Yunan'da reenkarnasyon yaygın bir inanış değildir. Fakat Sokrates açıkça bütün hayatın aslında kendini ölüme hazırlamak olduğunu, ne kadar iyi ölürsek ölümden sonra ruhumuzun o kadar iyi temizlenmiş bir halde ruhsal özüne kavuşacağını ve maddi dünyadan kurtulup tanrısallığa ulaşacağını iddia etmekte, öldükten sonra Homeros'ta geçen Ajax, Odysseus gibi kahramanlarla görüşmeyi, onlarla sonsuza dek gerçeği konuşmayı hayal etmektedir. Bu açıdan pek çok insan Platon'u mitolojik pagan tanrısallık ve evren anlayışından Orta Çağ Hristiyan ve İslam anlayışına geçişte önemli bir adım olarak görmekte, kendi coğrafyasında "ruhaniliğin" ve "tinselliğin", hatta günümüzdeki anlamıyla dinin kurucusu olarak görmektedir.
Ruhun Parçaları: Devlet ve Phaedrus
[ | ]Fakat Devlet diyaloğuna geldiğimizde ruh bedenle daha iç içe anlatılan ve Phaidon'daki gibi 'bir' olsa da, parçalarından bahsedilen bir şeydir artık. Aslında sadece akıl ruhun "ideal" bileşenidir, Phaidon'da Sokrates, öldüğünde bedenin bütün sıkıntılarından kurtulmuş "saf akıl" olarak gerçek filozoflarla öbür dünyada sonsuza dek gerçeği konuşmaya gideceğine inanmaktadır. Fakat Devlet diyaloğunda ruh bedenin etkilenimleriyle beraber açıklanmaktadır. Platon en baştan ruhta birbirine zıt etkilenimler olduğunu, fakat birbirine zıt etkilenimlerin kaynağının aynı olamayacağını, dolayısıyla ruhta birbirine zıt etkilenimlere yol açan farklı kaynaklar olması gerektiğini savunur. Örneğin acıktığımız için yemek yemeyi isteriz ancak aynı anda (mesela yemeği beğenmediğimiz için) yemek yemeyi istemeyebiliriz. Arzular (ἐπιθυμητικόν) Platon'a göre akla en uygun olmayan etkilerdir, onlar en maddi şeylerin peşindedir, daha çok bir çeşit maddeye dönük 'dürtü', "kaba iştah" olarak anlaşılırlar; cinsel haz isteği, açlık, susuzluk bunlardandır. Platon arzuların doyuruldukları organlara denk gelen bel ve kasıklardan kaynaklandığını söyler. Duygular (θυμοειδές) ise Platon'a göre bizim duygu diyeceğimiz her şeyi kapsamaz, daha çok bir çeşit cesaret enerjisi, öfkeyle birlikte gelen güç, bir kuvvet etkileniminden bahsetmektedir, zaten "thumos" kelimesi daha çok "yürek" olarak çevrilebilecek bir anlama gelmektedir ve Platon thumos'un göğüsten kaynaklandığını söyler. Akıl ise ruhun gerçeği arayan ve onu bulmak için çabalayan kısmıdır, ruha esas yön vermesi gereken akıl olduğu için vücuda esas yön vermesi gereken yerde yani beyindedir. Phaedrus diyaloğunda Platon ruhun doğru yönetimini açıklamak için at arabası metaforunu verir: arzular ve duygular arabayı çeken iki at, akılsa onları yönlendiren arabacı olmalıdır. Dolayısıyla bir anlamda aklın bedene ve bedensel etkilenimlere hükmeden olması gerektiğini söylerken, arzuların ve duyguların yok edilmesi gerektiğini iddia etmemektedir, fakat onların doğru biçimde, olması gerektiği gibi, doğalarına uygun olarak ruha etki etmeleri gerektiğini yani aklın kontrolüne girmeleri gerektiğini söylemektedir.
Politika, Etik ve Estetik
[ | ]Ruhun ve Şehrin Doğru Yaşamı: Devlet
[ | ]Platon ruhun parçalarının ne olduğundan ve nasıl çalıştığından çok bunların aralarındaki uyuma odaklanır çünkü onun asıl derdi ruh ve toplum arasındaki örtüşmedir. "Neden adalet ya da doğru yaşamak, adaletsiz ya da yanlış yaşamaktan daha iyi bir hayat yaşamaktır?" sorusuyla başlayan Devlet diyaloğunun ilk kısmında ideal toplum yapısının nasıl olması gerektiğini tasvir ederken insan ruhunun düzeniyle toplumun düzeninin örtüştüğünü iddia eder. Nasıl ki ruh üç bölümden oluşur ve sağlıklı bir ruh bu üç parça arasındaki doğru uyumla ortaya çıkar ki bu uyum doğru yaşamak yani "adil olmaktır", ideal toplum da üç bölümden oluşmaktadır: yöneticiler, askerler ve üreticiler ve ideal toplum yapısı bu üç sınıf arasındaki mükemmel uyumla, yani doğru yönetimle, "adaletle" ortaya çıkar. Platon için etik bir hayat yaşamak demek doğru bir hayat yaşamak demektir, yani sağlıklı, ruha uygun bir hayat sürmek, bu da toplumda ruhuna uygun bir işlevde görev almaktır çünkü erdemler de bu üç sınıfın toplumun genel düzeninin kurulması ve korunması için yapmaları gereken görevler üzerinden tanımlanırlar. Adalet ya da doğruluk (δικαιοσύνη) daha çok doğru yönetme, doğru yönlendirme, iyi idare etme olarak çevrilebilir, dolayısıyla Platon insanın kendini doğru yönetmesiyle toplumun doğru yönetilmesi arasında bir eşleşme görmektedir.
Ruhun üç bölümüne denk düşen üç erdem, onların olmaları gerektikleri en iyi durumlar, yani bütün için kendi işlevlerini en iyi gerçekleştirdikleri eylemliliklerdir. Arzular üretici sınıfla örtüşür çünkü onlar toplumun en maddi, dürtüsel, fiziksel, bedensel zorunluluklarla belirlenmiş işlevlerini yerine getirmektedir, dolayısıyla en iyi halleri, arzular gibi, "ölçülülük, uysallık, uyumluluk, boyun eğmişlik" olmalıdır ki diğer sınıflar tarafından kolayca yönlendirilebilsinler. Duygular ise asker sınıfa denk gelmektedir, arzuların yani üretici sınıfın kontrolünü sağlarken aynı zamanda aklın yani yönetici sınıfın emirlerini en iyi ve en hızlı şekilde yerine getirmeleri gerektiği için "cesur", "yürekli" olmaları gerekir. Akılın yani yönetici sınıfın ise (askerler arasından bu iş için doğası uygun olduğu için seçilmiş ve yönetim kendilerine verilmiş az sayıda insanın) bedeni ve toplumu gerçek doğasına uygun olarak yönetecekleri için "bilgeliğe" sahip olması gerekmektedir. Zaten bilgelik neyin yapılması gerektiğini bilebilmektir, bilebilme gücü ise idealar nedeniyle gerçekleşir, iyi ideası her şeyin, bütün varlığın ötesinde her şeyi belirleyen idea olduğu için yöneticilerin ruhunun doğasını iyi yapan iyi ideası onların düşünme eylemini "bilgi", söylediklerini "doğru", yönetimini "adil", eylemlerini "erdem", yaşamlarını "mutlu" kılar. Bu anlamda etik bir hayat yaşamak insanın kendi ruhuna uygun olarak toplum içerisinde kendine uygun işlevi yerine getirmesi, politika ise buna denk düşecek şekilde toplumun yönetiminin toplumun farklı sınıfları arasındaki uyumun en iyi şekilde biçimde düzenlenmesidir, dolayısıyla bir anlamda Platon her şeyin olması gerektiği gibi iyi olmasını istemektedir.
İdeal Şehir
[ | ]Bir anlamda Platon için ideal toplum filozof-kralın yönettiği Sparta şehridir, çünkü Platon ideal toplum yapısını tasvir ederken Sparta'ya çok benzeyen bir toplum yapısı betimlemektedir. Platon'nun ideal şehrinde de Sparta'daki gibi üstte asker bir sınıf altta üretici sınıf vardır, fakat Sparta'da üreticiler köleyken Platon onların da vatandaş olmalarını ve yönetici sınıfın hiçbir mal varlığı olmaması gerektiğini, sadece üretici sınıfın kendilerine sağladıklarıyla yaşamaları gerektiğini söylemektedir. Dolayısıyla Platon bir anlamda iş bölümüne dayalı bir ekonomik eşitlik hayal etmektedir. Dahası yönetici sınıfın hep beraber yaşaması gerektiğini, aile kurumunu yok edilip çocuklara hep beraber bakılması gerektiğini, kimsenin kendi çocuğunu bilmemesi gerektiğini (ve böylece mirasın da olmaması gerektiğini), aynı şekilde evlilik de olmayacağı için herkesin kura ile birlikte olması gerektiğini iddia etmiştir. Dahası, yönetici sınıf ile üretici sınıfın doğaları farkları olduğu için kura hileli yapılarak askerlerin sadece askerlerle, üreticilerin sadece üreticilerle çocuk yapması sağlanmalıdır, bu şekilde çocukların doğalarının olabildiğince saf ve ruhlarının işlevini gerçekleştirmeye olabildiğince uygun olmaları sağlanmalıdır. Asker sınıfta yer alacak çocukların altı yaşından itibaren eğitilmesi gerektiğini söyleyen Platon, ideal şehri anlattığı kısmın büyük bir bölümünü bu eğitimin nasıl yapılması gerektiğine dair detaylara ayırmıştır. Ruh ve akıl açısından kadınlarla erkekler arasında bir fark olmadığını iddia eden Plato, kadınların da askerlik yapması gerektiğini ve yönetici olabileceklerini söylemiştir; ancak bu iddiası bir çeşit proto-feminist iddia olsa da kadınların da devlet için bir iş gücü olarak çalışabileceği ve çalışması gerektiğini savunduğundan daha çok faydacıdır. Yöneticiler yirmi yaşına kadar fiziksel olarak eğitilmeli, müzik ve şiir öğretilmelidir (ne tarz müzik ve şiir öğretileceğine çok uzun bir bölüm ayırır), daha sonra geometri gibi bilimleri öğrenmeli, en son felsefe yapmalı, ondan sonra da yönetici olmalıdırlar. Sparta'da da kadınlar askeri eğitimle büyümekteydi ancak savaşa gitmiyorlardı, orada da asil sınıfın tamamı birlikte yaşıyor çocukluktan itibaren askerlik eğitimi alıyor ve kral onlar arasından seçiliyordu. Bir anlamda Platon'un ideal şehri kendine kral olarak aralarındaki filozofu seçen, üretici sınıfı köle değil vatandaş yapan, aile kurumunu dağıtmış ve yöneticilerin mal varlığına sahip olmadığı bir Sparta hayalidir.
Filozof
[ | ]Bu ideal toplumun nasıl kurulacağı sorulduğunda ise Sokrates felsefe tarihinin en kışkırtıcı cevaplarından birini vererek ancak filozoflar kral olduğunda ya da bir şekilde felsefeyle politik güç birleştiğinde ideal toplumu kurabilmenin mümkün olabileceğini iddia eder. Devlet kitabının ortasından sonraki büyük bir kısmının bu nedenle felsefi uğraşı, gerçeklik, bilgi, varlık ve metafizik üzerine olduğu düşünülebilir, çünkü Platon filozofların kral ve yönetici olmalarını isterken birçok problemle karşılaşır: filozof düşünmek ve gerçeği bulmak istemektedir, fakat politik iktidar pratik güç uygulamakla, insanları yönetmekle ilgilidir ve bunlar filozofun doğasına zıtken neden filozof politik iktidar için çabalasın? İş daha da kötüleşir; filozof gerçeği yapmaya çalışırsa, karşısında işlerin doğru yapılması hoşuna gitmeyecek, dolayısıyla filozofa karşı çıkacak bir kalabalık bulacaktır, ama filozof onlara boyun eğmeyi de kabul edemez çünkü bir kere gerçeği görmüştür. Platon durumu bir canavara tutsak düşmeye benzetir: filozof ne karşısındaki canavarı yenebilir, ne de ondan kaçabilir. Mağara alegorisi tam da filozofun dramını anlatmaktadır: mağarada oturup gölgelerin rastgele düzenlerini gerçek zannederek izleyen "bizim gibi" insanlar günlük hayatta algılarıyla kavradıkları "kanaatlerle" hiçbir zaman gerçeği göremeyerek bir yansımalar, yanılmalar, uydurmalar, şaşırmalar, kandırmacalar, yarışmalar dünyasında yaşamaktadır. Filozof buradan çıkarılıp da gerçek nesneleri ve en nihayetinde iyi ideasını (yani alegoride mağaranın dışındaki gerçek güneşi) gördükten sonra tekrar geri mağaraya dönüp duvardaki yansımalara bakmaya oturtulduğunda gözleri yansımaları göremeyecek, diğerleriyle anlaşamayacak, onlarla aynı dili bile konuşamayacaktır.
Beş Toplum Tipi
[ | ]Her ne kadar filozofların doğaları gereği en mükemmel ruha sahip olduklarını, dolayısıyla da gerçeğe uygun olarak doğru şeyin yapılmasını sağlamak için cesaretleri olacağını söylese de, Platon hiçbir idealin maddesel dünyada çok uzun süre var olamayacağına inanmaktadır. Nasıl ki ruh ölümsüz olduğu halde beden yetersiz ve ölüme mahkûmdur, ideal toplumun kurulması mümkündür ancak kurulsa bile bozulmaya mahkûmdur. Platon insanın doğasına uygun yaşaması gerektiğini savunurken bir yandan da insanın doğasına uygun olmayan işlere kalkışmasının felaketle sonlanacağını da söyler. İdeal toplumun çöküşü de böyle olacaktır çünkü yöneticiler bir hata yaptığında ki yapmak zorundalardır, yönetici sınıfın içine doğası daha alt tabakalara uygun insanlar karışacak ve sistem bozulacaktır. İdeal topluma "en iyilerin yönetimi" anlamına gelen aristokrasi (fakat tarihte aristokrasi olarak adlandırılan yönetimlerden farklı olarak Platon'unki günümüzdeki anlamıyla daha çok meritokrasi ya da teknokrasidir) diyen Platon bu toplum bozulduğunda yerini bilgelikle değil onur, erk, şan peşinde koşan, ruhları akla değil "yüreğe" yani cesarete daha yatkın olan, aslında asker olması gereken yeni nesiller yönetici sınıfta büyüyecek ve "onurluların yönetimi" anlamına gelen timokrasi oluşacaktır ve bu toplum adalete değil savaşa daha yatkın olacaktır. Tarihsel anlamda baktığımızda Platon'un timokrasi olarak betimlediği toplum Sparta'ya oldukça benzemektedir, zaten Sokrates timokrasinin hâlâ daha iyiye oldukça yakın bir sistem olduğunu iddia eder ve onu kötülemez. Fakat timokraside yöneticilerin özel mülkü olmasına izin verildiğinde para hırsı bir süre sonra erdemliliğin önüne geçeceği için yönetici sınıfın çocukları artık onurlu olmayı değil zengin olmayı istediğinde "küçük bir grubun yönetimi" anlamına gelen oligarşi kurulacak, zengin ve fakir arasında ayrım oluşacak, bu da toplumun yozlaşmasına yol açacaktır. Sadece paraya önem veren oligarşi savaşlarda başarısız olacak, bu yöneticilerin toplumun düzenini iyi sağlayamamasına neden olacak, toplum içinde insanların erdemli davranma imkânı kalmayacak, yoksullaşan çoğunluklar isyan çıkaracaktır. Eğer isyanları başarısı olursa devrim yaparak "insanların yönetimi" anlamına gelen demokrasiyi kuracaklar ve topluma özgürlük hakim olacaktır, fakat özgürlük Platon için hiç o kadar da iyi bir kavram değildir, çünkü her şeyi yapma özgürlüğüne sahip insanlar yasaya uymamayı da özgülükten sayacaklar, yasaya bağlı adaletin işlememeye başladığı demokraside bir süre sonra bir düzen bile kalmayacak, herkes istediği gibi her işi yapmaya çalışacak, toplumun alt tabakası git gide büyüyecek, doğalarına uygun olmayan işleri yapan insanlar demokraside gereksiz arzuların peşinde koşacaklardır. Bu durum git gide toplumda kaosa neden olduğunda birisi gelip zorla bütün gücü eline geçirecek ve tiranlık kurulacaktır. 'Tiran' yasadan bağımsız yönetici demektir fakat Klasik çağın başlarına kadar olumsuz bir anlamı yoktur çünkü çoğu şehir 'tiranlar' tarafından yönetilmekteydi ve tiran kral anlamında oldukça teknik bir kelimeydi. Atina'da ve pek çok şehirde demokrasinin (Platoncu anlamıyla değil, tarihsel bağlamında) ortaya çıkmasıyla kelime daha çok 'zorbalıkla ve zulümle yöneten' anlamı kazandı. Platon'a göre tiranlık ideal olanın karşıtıdır, tiran erdemlerden yoksundur, özgür bile değildir çünkü kendini maddesel arzuların bağımlısı haline getirmiştir, anlamsız en düşük bedensel arzuların peşindedir, topluma adalet değil şiddet hakimdir; tiran öldürmekte çekinmez, sadece maddi ve bedensel hazlarını doyurmaya bakar, tiranlık toplumda her şeyin yanlış gittiği sistemdir.
Estetik
[ | ]Toplumun doğru işleyişi açısından Platon aklın ve mantığın temel alınması gerektiğini ve varlığın gerçeğine uygun olarak hareket edilmesi gerektiğini iddia eder, aynı şekilde her insanın da kendi doğasına uygun olan işlevi yerine getirerek yaşaması gerekmektedir. Platon bu noktada şairleri oldukça suçlu bulur (o dönemde şairler sadece şiir değil komedi ve trajedi de yazıyorlar, şarkılar besteliyorlar, oyunlarının yapımlarını üstleniyorlardı) ve ideal şehirden dışarı sürer, çünkü şairler yanlış görünümleri gerçek gibi göstermekte, mağaranın içindeki insanlara dışarıdaki gerçeği gördükleri hissini vermekte, çok derinlikli şeyler söylüyormuş gibi görünseler de ne söylediklerini bilmemektedirler. Platon ideal şehirdeki eğitimin nasıl olması gerektiğini tartışırken uzun uzun gençlerin beden, müzik, şiir eğitimlerinin nasıl yapılması gerektiğini oldukça detaylı biçimde inceler çünkü bedeni fiziksel ve sanatsal aktivitelerle biçimlendirmenin insanın bedeniyle ruhu arasındaki ilişkiye yönelik olduğunu, dolayısıyla ruhun doğasına uygun biçimde yaşamını sürdürebilmesi için bedenin de ruhun eğilimlerine uygun olarak şekillendirilmesi gerektiğini söyler. Şairler oldukça güzel "görünümler" üretmektedirler ancak bunları gerçeklerden farksızmış gibi sundukları için insanları kandırmaktadırlar.
Bu anlamda Platon belki de tarihte ilk defa sanatsal güzellik deneyimiyle bilimsel gerçeklik deneyimi arasında temel bir bağ olduğunu iddia etmiş ve estetik deneyimlerle gerçek arasındaki ilişkiyi felsefenin bir problemi haline getirmiştir. Platon'a göre doğru sanat gerçeğe ulaşmaya çalışan, onu "taklit eden" (mimesis), gerçeği görünümlerde, algılanan şeylerde yeniden üreten sanattır. Algıladığımız şeylerle oynayıp sanki doğru bir şey söylüyormuş gibi yapan şairler Platon'un ideal şehrinden kovulurlar. Aslında Platon'un zamanında (hatta neredeyse 19. yüzyıla kadar) günümüzdeki anlamıyla "sanat" ve "sanatçı" kavramları yoktur ve Platon pek çok yerde bir şey "yapmaktan" bahsederken örneğin marangoz, ressam, şair ve at yetiştiriciliğini bir tutar çünkü hepsinin bir çeşit "tekhne" yani "iş" olduğunu, hepsinin kendine ait bir ideası, dolayısıyla bilgisi olduğunu iddia eder. Fakat, şairlere yanlış görünümleri gerçek gibi gösterdikleri için kızarken, bir anlamda gerçekle bir ilişki kuran özel bir "yapma" deneyimi olarak sanatı diğer "iş"lerden ayırt etmekte, "sanat" ve "sanatçı" kavramlarının temelini atmaktadır. Platon sanatın gerçekle özel bir ilişki kuran, gerçeği deneyimlememize imkân sağlayan özel bir üretim olduğunu varsaymaktadır. Nitekim bu nedenle de Platon'un eserleri sanat eseri olarak okunmalıdır, çünkü Platon çok büyük ihtimalle doğru biçimde sanat yapmaya çalışmakta, yani gerçeğe en yakın görünümler üretmeye çalışmaktadır. Ancak felsefe dışında hiçbir çaba gerçekten doğruya ulaşamaz, yalnızca onu taklit edebilir. Dolayısıyla Platon kendi metinlerinin "felsefe" olduğunu düşünmemektedir, bu metinler ancak felsefenin gerçeğinin, yani insanların birbirlerinin düşüncelerini tartışarak ortak bir gerçeğe varmaya çalıştıkları sürecin birer taklididir.
Kaynakça :Wikipedia